Tekerrür Eden Tarih-5. Bölüm-devlet-i Aliyenin İflası
TEKERRÜR EDEN TARİH-5. BÖLÜM-DEVLET-İ
ÂLİYENİN İFLASI
1856 da İmzalanan Paris Barış Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti derin bir ohh çekti
mi? Elbette hayır. Daha bu antlaşmanın yapıldığı sene Karadağ’da Osmanlı
Devletine karşı ayaklanma çıkmıştı. Ertesi sene Bosna- Hersek isyanı
yaşanmıştı. Bir sonraki sene yani 1858 de ise Cidde ayaklanması Osmanlı
Devletini bir hayli uğraştırmıştı.
Bunları tafsilatıyla anlatmıyorum zira biraz hızlanmamız gerekiyor.
1861 Yılına geldiğimizde Padişah Abdülmecit iyice rahatsızlanmıştı. Ünlü hekim
Zağforos Efendi padişahı iyice muayene ettikten sonra acı gerçeği yüzüne karşı
söyledi: ‘’Maalesef vereme yakalanmışsınız ulu hünkarımız !’’
Padişah Abdülmecit, kardeşi Abdülaziz’i yanına çağırdı ve ona ‘’ Artık benden hayır yok. Her şey sana kalacak. İnşallah
görevinde muvaffak olursun. Evlatlarımı da sana emanet ediyorum, onlara zaruret
çektirme.” Diye vasiyet etti. 25 Haziran 1861 tarihinde henüz daha 39
yaşındayken 21 yıllık bir saltanatın sonunda hayata gözlerini yumdu.
Osmanlı tahtında artık Abdülaziz vardı ama onu da oldukça kötü günler
bekliyordu.
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik çıkmaz 1861 yılında onu Kanlıca
Muahedelerini imzalamaya kadar götürmüş, böylece Balta Limanı antlaşmasıyla
yabancı devletlere sağlanan imtiyazlar çok daha genişletilmişti. Bu antlaşma
ile kendi geleneksel iç pazarı da sonuna kadar yabancı devletlere açıldığından
Osmanlı esnafı için yaşama hakkı ve şansı kalmıyordu adeta.
1863 yılında Girit’de isyan çıktı
1864 Yılında İyonya Adaları ya da Yedi
Ada Cumhuriyeti denilen Korfu, Kefalonya, Zanta,
Ayamavra , Çuka, İtaki ve Pakso adaları İngiltere tarafından Yunanistan’a
verildi.Bundan cesaret alan Girit 1866 da Yunanistan’a
bağlanmak için yeni teşebbüslerde bulundu.
Osmanlı Devleti 1829 Yılındaki Edirne Antlaşmasıyla özerklik verdiği
Sırbistandaki tüm kalelerini 1867 yılında tahliye etti. Artık Sırbistan’da
askeri bir varlığı kalmamıştı Osmanlı Devletinin. Şeklen Osmanlıya bağlı bir
yönetim haline geldi.
Yine 1867 Yılında Yabancılara Osmanlı topraklarında mülk edinme hakkı verildi.
21 Haziran 1867 de padişah Abdülaziz, Fransız İmparatoru III. Napoleon’un aşırı
ısrarları ve Paris sergisine daveti üzerine yurt dışına çıkmaya karar verdi.
Şimdi hep birlikte bir komediyi dikkatle takip edelim.
Evet, III. Mehmetten sonra artık ordunun başına hiç geçmeyen, İstanbul’dan
dışarı çıkmayan, hatta hepsi dahil hacca bile gitmeyen Osmanlı padişahlarından
biri yurt dışına, hem de gayrimüslim bir ülkeye gidecekti. Gitmesine gidecekti
ama çok önemli bir dini sıkıntı vardı(!)
Osmanlı Devletinin hüküm sürdüğü topraklar Darü’l İslamdı. Buna karşılık
Osmanlı hakimiyetinde olmayan toprakların tamamı Darü’l Harp idi. Bir padişah
da şer’an darü'l harp olan topraklara ancak harp, yani savaşmak için giderdi.
Gezi, ziyaret, dostluk vs için Darü’l harp olan toprağa adım atarsa? Maazallah dinden imandan çıkardı (!) Öte taraftan bu davete mutlaka icabet etmesi
de gerekiyor. Zira sadece Fransa değil, bu vesile ile İngiltere ve daha pek çok
Avrupa devletine uğrayacak ve ülkesi adına bir takım iyilikler isteyecekti
onlardan. Hem Avrupalı da merak ediyordu bu bir oturuşta koskoca bir koyunu
yiyen, iki pehlivanla birden çayırlarda güreş tutup her ikisinin birden sırtını
yere yapıştıran Osmanlı Padişahını. Onlara göstermesi gerekiyordu şeyini...Yani
nasıl bir cüsseye, nasıl bir heybete sahip olduğunu.
Ulema toplaştı. ‘’ Ulan aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Bizim
Padişah gavur toprağına ayak basarsa maazallah Allah taş yağdırır tepemize.
Basmasa bu sefer de Avrupa ‘’ Korktu gelemedi’’ Diye tefe koyar bizi. N’etsek
ki.’’ Diye kara kara düşünmeye başladılar.
Sonunda çözüm bulundu:
‘’Bir hava aracı, mesela zeplinle dolaşmıştır.’’ Diye düşünüyorsunuz değil mi?
Yok daha neler. Öyle değil. Çözüm çok daha akıllıcaydı(!)
Padişah Abdülaziz için özel bir ayakkabı yaptırılacak, bu ayakkabının tabanına
İstanbul toprağı konacak. Böylece Padişah, gavur toprağına ayak basmadan rahat
rahat Fransa’yı ve ziyaret edeceği diğer ülkeleri dolaşabilecekti. Nitekim de
öyle oldu.
Bu kırk yedi günlük seyahat süresince Abdülaziz, Fransa Kralı III. Napoleon ve
eşi Eugene ve Rus Çarı ile Fransa’da İngiltere Kraliçesi Victoria, Belçika
Kralı Leopold, Prusya Kralı I. Wilhelm, Avusturya-Macaristan İmparatoru François
Joseph ile kendi ülkelerinde görüştü. 7 Ağustos 1867 de Türkiye’ye dönüp
Dolmabahçe sarayının rıhtımında karaya ayak bastığında ‘’ “Ecdad at sırtında ve fütuhat
gayesiyle giderdi...Bizler ise şimdi, trenle, vapurla ve ancak Siyaset için
gidebiliyoruz!’’ Demişti.
1869 da Süveyş Kanalı açıldı.
Mısır Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyalet olduğuna göre normal şartlarda kanalı
Osmanlı Devleti’nin açması gerekiyordu. Oysa kanal Osmanlı Devletinin onayı ile
olsa da onun tarafından değil Mısır Hidivi İsmail Paşa ve Fransa tarafından
1859 da yapımına başlanarak 1869 da açılmıştı ama bu açılış Osmanlı Devletine
Mısır’a mal oldu. Kanalın önemini çok iyi bilen İngiltere onu ne Mısır
hidivlerine, ne Fransa’ya, ne Rusya’ya ne de Osmanlı devletine yedirmeyecekti.
Mısır’ı ele geçirdi ( Buna ileride döneceğim.)
Evet, şimdi zurnanın zort dediği yerdeyim.
İlk kez 1854 de dış borç alan Osmanlı devleti çok değil sadece 20 sene içinde
bu borçların faizlerini bile ödemeyecek duruma gelmişti.
Evet, geçen bu yirmi sene içerisinde Osmanlı Devleti on beş kez dış borç
almıştı. 1863 Senesi itibariyle devlet, tüm gelirlerinin %17 sini dış borçların
ana para ve faizinin ödenmesi için ayırırken 1875 yılına geldiğimizde bu oran
%75 e çıkmıştı. Devlet, tüm gelirlerinin %75 ini dış borçların ana para ve
faizlerini ödemeye ayırırsa ne olur? İflas etmiş olur. Osmanlı Devleti de iflas
etti. Nitekim Sadrazam Mahmut Nedim Paşa 1875 yılında devletin iflas ettiğini
resmen açıkladı.
Devlet ekonomik olarak resmen perperişan haldeyken garip şeyler de oluyordu:
Mesela Abdülaziz döneminde pek çok yeni ve modern okullar açılmıştı. Bugünkü
Türkiye sınırları içinde ilk demir yolu 1860 da İzmir- Aydın, 1865 de İzmir-
Kasaba, 1874 de Bursa- Mudanya arasında açılmış, 1869-1877 Yılları arasında
Şark demir yolları( Rumeli Hattı) Döşenmişti. Dünyada ilk metro Londra’da
yapılmış, ikincisi ise 1875 de yani iflasımızı ilan ettiğimiz sene İstanbul’da
Karaköy-Galatasaray arasında faaliyete geçmişti. ( Tabii ki bunların hiç biri
doğrudan doğruya Osmanlı Devleti
tarafından yaptırılmıyordu.) Ekonominin yerlerde süründüğü bir dönemde
özellikle İstanbul Boğazının her iki yakasının köşkler, kasırlar, saraylarla
doldurulması da işin bir acayip yönüydü.
Padişah II. Mahmut döneminde ayanlar ile devlet arasında imzalanan vebir bakıma
Magna Carta’ye benzeyen Sened-i İttifak’ın üzerinden altmış sekiz yıl geçmişti
ve artık Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı gibi uygulamalar yeni nesil
aydınları kesmiyordu. Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulması
için halkın doğrudan doğruya yönetimde söz sahibi olması gerekiyordu. Bunun için
de mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçmek şarttı. Yani devlet artık
parlamentosu, anayasası olan bir devlet olmalıydı. Aydın kesimin düşüncesi
buydu. Lakin Padişah Abdülaziz’in ‘’ Tamam len, meşrutiyetse meşrutiyet, ilan
ettim gitti.’’ Demesi mümkün değildi.
Yine kısadan geçeçeceğim için okuyucudan özür dileyerek devam ediyorum.
Kısaca Padişah Abdülaziz’e karşı bir
muhalefet oluşmuştu. Bu muhalefet hareketine Genç Osmanlılar (Jön Türkler ) deniliyordu.
Ordu mensuplarından tıbbiyeye, tıbbiyeden basın mensuplarına pek çok insan
parlamentolu, anayasalı bir yönetimin devleti içinde bulunduğu çıkmazdan
kurtaracağını düşünmekteydi. Ancak böyle
bir yönetimde de yine devletin başında Osmanlı hanedanından biri olacaktı. Kim
peki? İki aday vardı göz önünde: Birincisi serini verip sırrını vermeyen,
oldukça ketum bir insan olan Abdülhamit, diğeri ne isterlerse
yaptırabilecekleri, her şeyi gözler önünde olan Murat.
Abdülhamit’e güvenemediler. Murat daha ehven idi.
Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre adlı
tiyatro eseri Gedikpaşa Tiyatrosunda oynandığı gün eseri izleyenler iyice gaza
gelmiş olarak sokaklara döküldüler ( Bu eser Osmanlı Devletinin hayatında
sahneye konan ilk Türk eseriydi. ) Her birisinin ağzından dökülen cümle
aynıydı: ‘’ Muradımızı isteriz.’’
İstedikleri Murad tabii bir hatun, bir ev, bir körüklü fayton filan değildi.
Şehzade Murat’ı istiyorlardı.Tahta o gelirse her şey çok güzel olacaktı.
Devam edeceğim inşallah.
RESİMLER:
1- Padişah Abdülaziz - Fransa Kralı III. Napoleon
2- İngiltere Kraliçesi Victoria, Sultan Abdülaziz'e '' Order of the Garter'' Nişanı takıyor.
3- 1869 da Ülkemize gelen Fransa Kraliçesi Eugene için Beykoz, Hümayunabad Kasrında verilen partiye kraliçeyi görmek için gelen İstanbul halkı..
4-5- Süveyş Kanalının açılması
6- Dünyanın ikinci Metrosu olan Karaköy- Galatasaray Tüneli.
(
Tekerrür Eden Tarih-5. Bölüm-devlet-i Aliyenin İflası başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
11.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.