1
Kabristanın düşlerinde, ölü bir
perdeden yayın yapıyor geceden firar etmenin ancak yazmakla mümkün olacağı…
Soru eki almayan bir günün de zorbası
iken miadı tükenen şiirler ve o tükeniş.
Lav edilmişliğin verdiği hicapla
yüklü kurmalı mıyım alarmı varlığıma yoksa yokluğun titrine bandığım mehtabın
öcünü mü almalıyım protesto ettiğim yalnızlığın belki de yazmak için bir lütuf
olduğu sanrısıyla.
Dikdörtgen vücutlu kadınlar cirit
atıyor televizyondaki moda programında ve Moda’nın terk edilmiş çay bahçesinde
yorgun bekçiler nöbette belli ki yazın ahkâmlarından kurdukları o kulübede
tetikliyorlar kışın yasını.
Göğe kement atan bir göçmen kuş
hayali ile fıtratıma yağdırıyorum tüm ulvi yüklemleri ve mehtap çekilip de
aradan gecenin karanlığında donanımlı bir hüzün katsayısı ile düşüyorum
yollara.
Hala gözden düşmediğim mi?
Hala içimde en derinde saklı tuttuğum
o tek hece mi?
Latif bir rüzgâr diliyorum evrenden
ve sokak sokak gezmek Moda’dan çıkıp da yola varmayı ertelediğim Avrupa yakası
mı yoksa Anadolu yakasındaki izdihamı yok sayıp köprünün ayaklarında minik
adımlarla boğazı geçme gayretindeyim.
Şık bir İstanbul hüznü ve
mevsimlerden kış.
Şık bir rüzgâr nihayetinde
organlarımın yer değiştirdiği.
Yüreğimle ağlarken…
Dudaklarımla çömüyorum hazana.
Göğe minnet etmeyen kaplumbağa
adımları ile şekillendiremediğim hayatıma sitem ediyorum ve külbastı yetileri
matemin ve şimdi bir örüntüyü tasarlayıp görmezden gelindiğimi de umursamadan
mavi tenli su aygırını gözlemliyorum.
Tüneği olmayan bir kuş gibiyim ve
tepelerde şahin bakışlı hazin bir kış rüzgârı.
Nöbet geçiren iklim ve şahikası kayıp
doğa…
Biliyorum da bir ütopyaya denk
düştüğümü ve şakıyan kuşların ahenkli mozaiğinde bir alt kültür belliyorum dünden
miras örgün eğitimim ve devasa kehanetlerde hörgücüne kelimeler boşaltıyorum
kırmız başlıklı kızın da köhne alın yazısında bir miktar da olsa içimdeki
yılgıyı boca ediyorum yola.
İstanbul’un taşı toprağı değil de
insanı.
İnsanların ikiyüzlülüğü değil bilakis
kalp gözleri.
Yanılgılar temenni ediyor zaman ve
ben kapıyı aralıyorum en azından ihanete uğrarsam firar edeyim diye kendimden
belki de ayracı olması gereken o noktada ben sadece takoz görevi görüp mimlenen
doğamda mil çekiyorum gözlerine yaslı şehrin hatta yassı adanın.
Nankör serzenişler kimi zaman yolumu
kesen ya da kepenkleri kayıp yüreğim yine de sevilmeye itiraz edip sessizce
sevmeyi sürdürüyorum ve aşkın taşkın ruhunda elemle sırdaş ve her nasılsa
özlemeye programlıyorum kalemimi belki de kendimi özlemek ya da önceme
öykünmekle anımı lav etmek.
Tüten dumanlar.
Rehaveti çöreklenmiş bir nida ne de
olsa örülü saçlarımda ölü kelebeklere taziyelerini sunuyor kuşlar ve içimi
mütemadiyen didikleyip kallavi bir acıyla da baş başa bırakıyorlar.
Pencereye konan bir kumru acısın
dişisinden çıkarırken ve kimi zaman kuş tayfasında minnacık serçelerin kocaman
sesleri ile şaşa kaldığım tıpkı kararsız iklimin merceğinde ben bir bozkırda
yürüyüşe çıkmışçasına kâh aklımın koridorlarında kâh İstanbul’un tenha sokaklarında
arıyorum kalan yarımı belki de yarın odaklı bir mizansen kurgulayıp yalpalayan
geceye çemkiriyorum.
Uzvu olmayan bir köpek gibi.
Solungacı olmayan bir balık belki de.
Ve kimi insan balık hafızalı ve kimi
insan uykusunda dahi komplo teorileri üreten.
Haşmetli gölgeler, vakur yetiler bir
de süt liman olmasını dilediğim yeni günün özlemi aslında değişmezliğin de
mucidi iken içimdeki sivri dikenler nihayetinde yaşadığım çiçek bahçesi an
geliyor cehenneme dönüyor ve aydınlık addedilen karanlık zindanımda volta
atıyorum acıların da dokunulmazlığı olsa keşke, demenin bile yeni bir acı
olduğunun farkında bile değilken.
Umut tezgâhında unuttuğum dünüm ve
yenilgi karşıtı türettiğim hayallerim düşüyor aklıma oysaki üşüyen imgelerin
haricinde içime düşen bir ateş de yok: belki de olmasını arzu edip sessizliğimi
koruyorum ve sevecen yüreğimde hala kımıldayan bir çöl çiçeği gibi zambaklarımı
da görmezden gelemiyorum.
Çam ağacında tırmanan Mart kedisi
belki de acelesi ile az sonra düşecek dört ayağının üzerine ve zemherilerde
unutulmuşluğun da tasviri iken yazmaya dair her cümle ve alıntı ve sözcük
enflasyonunda yüzde kaç indirim yapılıyor bilmeden, tüm cümlelerimi müzayedede
teşhir ediyorum tıpkı ayağımı sıkan rugan ayakkabılardan kurtulup özgürce koşup
yeniden sevmem gerekirken belki de içimdeki gizi muhafaza etmek adına
sözcüklerde indirim yaparken.
Öznesi olmayan bir gülüşün ıskartaya
çıktığı.
Emir kiplerinin de ayyuka çıkıp emir
eri sıfatıma binaen selam verdiğim tümden gelen yitimler ve askeri disipline
olan aşinalığımla esefle de yargılarken iç sesimi elbet dış sesin müdahale etme
ihtimalini göz önünde bulundurup taziyelerimi sunduğum bir kaos ne de olsa
yazmanın bereketi huzura dönük yüzünde özlemin aslında içimdeki isyana da bir
başkaldırı iken.
Ütopyalardan dolunaya tayin olduğum.
Göğün kırık kiremitlerinden sekip de
kaygan zeminde takla attığım.
Türevi olmayan bir problemde ben hala
neyin ölçümünü yapıyorsam.
Kalıbımı b/astığım hangi hayal
kırıklığı ise etkisinden kurtulamasam da sözcüklerin diyaframında notaların
rüştünü ispat etmek adına bir şarkı tutturduğum ve görünmezliğin indinde taşkın
bir nehirde çırpınan bir nida gibi belki de çapkın imgelerin tefekküründe
aslında asılı kaldığım o darağacında yeniden doğuşumun da müjdecisi iken
ayağımın altında unutulmuş kırık tabure.
Kıyama durduğum her günün minvali
illa ki öykündüğüm umudun da taslağı elbet karanlığın hicvine yenik düşsem de
safran sarısı bir düello duyguların ringe çıkıp aslında asma katında ömrün
taslağını hazırlayacağım bir hayatın da ilk cümlesi iken şükre dönük yüzünde
satırların bir biblo kadar hareketsiz kalmanın isyanı ile içimdeki coşkuyu
tetikleyen bilinmezin teğet geçtiği o farkındalık ile azıcık da olsa
yanaklarımın pembeleştiği.
Şiirler çığ gibi büyürken.
Sözcükler hurafelerden azat edip da gözyaşını.
Dalya dediğimiz kereviti belki de
masal kahramanlarından bize uzanan o el tıpkı yazmaya durduğum her hikâyenin
kahramanına duyduğum hayranlık ile ben bile inanırken hayal gücündeki o çekime
tıpkı aşkın ve umudun sarmalında dönendiğim bir minval sırtımda asılı tabelanın
da çağrışımı iken öykündüğüm bol sıfırlı huzur tıpkı askıya aldığım her
rakamdan payıma düşen de bir doğaçlama imkânsızlığın seyrinde en azından ortak
paydada buluştuğum insanlar.