Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 19.03.2021
Okunma Sayısı : 971
Yorum Sayısı : 9



Bu son bölüme bir soru ile başlayayım.

Çanakkale Gazisi olup da Avustralya veya Yenizelanda’yı görmüş olan var mıdır acaba?

Acı acı güldüğünüzü görür gibiyim...

Neyse, kaldığımız yerden devam edelim.


Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanım 1923 yılı Şubat Ayı başlarında küçük çaplı bir geziye çıktılar. Bu hem memleketin ahvalini görmek hem de bir nevi balayı idi onlar için çünkü henüz daha bir aylık bile değildi evlilikleri.

Mustafa Kemal işte bu gezi sırasında 3 Şubat 1923 de Balıkesir Zağanos Paşa Camiinde o meşhur hitabesini okudu ( Hutbe filan değil bir nutuktu bu aslında. )

08 Şubatta önce Balıkesir’in Balya ilçesini ardından Havran ilçesini ziyaret ettiler  ve Koca Seyit ile de bu ziyaret esnasında görüştüler.

Havran’a gelen Mustafa Kemal yetkililere “Koca Seyit Nerede” diye sordu. Yetkililer ise birbirlerine bakıp, ’’Kim bu Koca Seyit?’’ diye şaşkınlık yaşadılar. Mustafa Kemal yanındakilere Koca Seyit’in, Çanakkale Cephesi Deniz Savaşlarının kahramanı Seyit Onbaşı olduğunu söyledi ve derhal bulunmasını istedi. Bunun üzerine yetkililer hemen Çamlık (Manastır) köyünde, odunculuk yapan Koca Seyit’i bulup, tıraş ettirilip, üzerine emanet takım elbise, şapka ve ayakkabı bulup (Bu takım elbise, şapka ve ayakkabı Mustafa Kemal’in huzurundan ayrıldıktan hemen sonra kendisinden geri alındı.), Mustafa Kemal’in yanına getirdiler.( Bazı rivayetlere göre Koca Seyit sakallarının kestirilip üzerine o kıyafetlerin giydirilmesini ‘’Atatürk, askerlerini cezalandırıyor.’’ diye yorumluyor. Yine Aynı rivayetlere göre Atatürk’ün bu sakal kestirme ve kılık kıyafet değiştirilmesi işinden dolayı kaymakama çok kızdığı ifade ediliyor. )

Mustafa Kemal başta eşi Latife Hanım olmak üzere beraberinde geziye katılan Mareşal Fevzi Çakmak, Kâzım Karabekir, Mustafa Abdülhalik Renda ile Salih Bozok’a, böylesi bir kahramanın, çabuk unutulmasına, yaşadığı şehrinde bile unutulmuş olmasına duyduğu derin üzüntüyü anlattı.

Mustafa Kemal, Koca Seyit ile gerçekleştirdiği sohbette, bir isteği olup olmadığını sordu. Koca Seyit ise bir isteği olmadığını, geçimini dağdan odun keserek temin ettiğini ve ormancıların kendisine müsaade etmediğini anlattı. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Koca Seyit’in ormancılar tarafından engellenmemesini, kendisine gereken yardımların sağlanması emrini verdi. 

Ancak Koca Seyit 1939 yılına yani ölümüne kadar devletinden en ufak bir yardım almadan, kimi zaman dağda odun kesip kasabada satarak, kimi zaman zeytinyağı fabrikasında 100-120 Kg.lık zeytin çuvallarını sırtında taşıyarak hayatını idame ettirdi.

O dönemi yaşamış insanların anlattıkları bilgilerden aktarılanlar arasında, fakirliği nedeniyle sırtına doğru düzgün kalın bir şeyler dahi alamadığı için, zeytinyağı fabrikasında hamallık yaptığı günlerde, geceleri üşümemek için buhar kazanları üstündeki tahtalarda uyuduğu aktarılmaktadır. ( 1. Fotoğrafta Koca Seyit ve arkadaşı Niğdeli Ali o 275 kiloluk gülleyi nasıl topun namlusuna yerleştirdiklerini temsili olarak canlandırıyorlar 2. Ve 3. Fotoğraflarda ise Koca Seyit’in yoksulluğunu görmek, hissetmek mümkün.)

Gelin Seyit Çavuş’un torunu Bayram Özçetin’ dinleyelim şimdi.

“Dedem çok mert, yürekli ve kuvvetliymiş. Nerede yapılacak bir iş olsa koşarmış. Odunculuk yaparak geçinirmiş. Haklıya haksıza çok dikkat ettiğini söylerler. Parada pulda gözü yokmuş. Zaten olsaydı, savaştan sonra teklif edilen maaşı kabul ederdi . 9 yıl cephelerde savaşmış ama bir madalyası bile yok.(Öldükten sonra köyüne adının verilmesinin bir anlamı var mı sizce? )

Seyit Çavuş 1939 da akciğer yetmezliğinden vefat etti. ( ya da zatürree ) O Çanakkale Savaşına giderken 5 yaşında olan kızı Ayşe 2009 yılına kadar yaşadı. Koca Devlet ona ancak 65 yaşından sonra bir maaş bağladı 1999 yılında ama bu maaş babasının Seyit Onbaşı olması sebebiyle değil, 65 yaş üstü olması sebebiyle bağlanan yaşlılık maaşıydı ve öyle atla deve de değildi hani sadece 160 Tl idi 2005 yılında. Ancak bu maaş yine 2005 Yılında kesildi.

Evet, ‘’Çanakkalee....Kahraman Seyit Onbaşııııı... 275 Kiloluk top güllesini sırtında kaldırdııııı.’’ diye her 18 Martta mutlaka ismini ve kahramanlığını zikrettiğimiz, minnet ve şükran duygularımızı dile getirdiğimiz  Seyit Onbaşıya, onun emaneti kızına ne kadar güzel sahip çıkmışız değil mi?

Kurtuluş Savaşı gazimiz Kara Fatma’nın adını sanını kahramanlıklarını herkes bilir de onun 1955 yılında bir çöp evde yalnız başına öldüğünü kaç kişi bilir acaba?

Yahu utanıyorum inanın ki. Koskoca Seyit Onbaşı’nın bir madalyası yok. Üstelik Kurtuluş Savaşına da katılmış. Kara Fatma bir çöp evde yalnız başına ölüyor. Olacak şey mi?

Olacak şey değildi ama oldu.

Daha başka şeyler de oldu  18 Mart günlerinde. Yani Çanakkale şehitlerini andığımız günlerde...

18 Mart 2005 Tarihinde yani bizler Çanakkale Zaferinin 90.Yılını kutlarken ABD de bir katedralden şehadetleri dinin temeli olan ezan sesleri yükseldi.

Durun heyecanlanmayın hemen ‘’Amerikalıları Müslüman mı yaptık. Katedrallerini camiye mi çevirdik?’’ diye. Durum öyle değil.

Evet ABD de Newyork’un Manhattan semtindeki St. John Katedralinin Sinod(Hristiyanlıkta dinî veya idari anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma amacıyla din adamlarının toplandığı kurul) binasından yükseliyordu bu ezan sesi.

Az sonra Afrika asıllı Prof. Amina Vadud, minber olarak düzenlenen bir kürsüye çıkıp tam iki saat hutbe okudu kadınlı erkekli bir cemaate. Hemen ardından da mihrap olarak dizayn edilen yere geçip imam olarak cemaate namaz kıldırdı.

Bu,on dört asırlık İslam tarihinde bir ilkti. İlk kez bir kadın, üstelik kadın- erkek karışık bir cemaate Cuma namazı kıldırıyordu.

Böylece  barbar ve geri kalmış Müslümanların(!) Newyork’taki camilerde asla izin vermedikleri bu harekete medeni ve ilerici Hıristiyanların izin vermesi suretiyle asıl hoşgörü ve sevgi dininin Hıristiyanlık olduğu algısı kafalara kafalara çakıldı.

O günlerde bu tür eylemlerin adını henüz tam olarak bilmiyorduk. Sonraları buna ‘’Dinler arası diyalog’’ dendiğini öğrendik.  Evet, bu olay bir 18 Mart Çanakkale Zafer günümüzde oldu

Bir başkası da  2013 de yani Çanakkale Zaferinin 98. Yıldönümünde ülkemizde yaşandı.  Devlet, İmralı’daki bebek katili ile ilk kez görüşme yaptı. O gün zamanın başbakanı Çanakkale’de yaptığı konuşmada “Güzel gelişmeler var, daha iyi olacak,” Derken zamanın Adalet Bakanı bir televizyon kanalında yaptığı açıklamalarda, "PKK'nın silahlı unsurlarının 21 Mart'tan yıl sonuna kadar sınır dışına çekilmesinin tamamlanmasını beklediklerini" söyledi.

Devletin, terörist elebaşı ile görüşme yapmak zorunda kalması şahsım adına beni hep üzmüştür, incitmiştir. Hele de bunun 18 Mart’ta yapılması daha da yüreğime dert olmuştur.


                        -SON- 
( Bu Ezanlar Ki Şahadetleri Dinin Temeli --4. Bölüm başlıklı yazı Sami Biber tarafından 19.03.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.