Bir gülüşün örtüsüydü maviden urban
Aşka kat çıkan yalnızlıkla
s/özlendiğinde her defasında
Mahcuptu gece ve dolunay
Dolgun kanatlarında şehrin
Kıtalar aşan bir gezgin
Elbet bir yakadan diğerine uçuşan
Özlemin girift sessizliğinde saklı
huzur
Ölüm öncesi ket vuran neyse ömre
Sürünen seyyahın söyleyecekleri vardı
en derinde…
Hangi düş’ün mizanseninde saklıdır
gelecek belki de dünü ihbar eden yalnızlığın peçesine sığınan yaralı bir ceylan
bakışı.
Aşkın da asası iken uçuşan her
kelebek ve yalnızlığın söküklerini diken yüreğin sevdalandığı.
Meşakkatli bir yolculuk olsa gerek
bazen içre dönük gözyaşları ve hırpani gölgeler iken aralıksız teyakkuzda hangi
emir kipinde saklıdır sonu baş bilen imleç?
Satırlar vefalı hayatsa laubali kimi
zaman ve saygınlığın reçetesi sessizce sever ve yaşarken insan…
Ket vurulası adalet günün hünkârı o
seyyah acılar bazen buluta konan bir rubai gibi dünü gagalayan yalnızlıkla
hemhal, söylencelerin de efkârı izini düşerken an’a oysaki şimdiki zaman az
sonra göç edecek dünde kalan her yarıma.
Yarınlarsa ufkun…
Yâd edilen gecenin bam telinde.
Yâri seven her sözcük askıntı bir
imgeden kaçıp dibe vuran nice umut ve işte sözcüklerin başkaldırdığı bazen
uyumsuz bazen uyduruk masallardan firar eden kahramanın telaşlı sesi.
Kuytuda unutulmuş bir mutluluk belki
de ya da kuruntuların ilahı iken kaygılı ömrün sürmesi imkânsız iken
saltanatını.
Mademki düşler ektik düşe kalka da
gerçekleri biçtik en hoyratından o sevda parantezine sığınan bir gölge gibi
tavaf ettik evreni.
Her düş’ün yalnızlığı kendine. Sökün
edense gerçeğin alametifarikası bazen s/üzülen gözlerinden hesaba çektiğin mazi
gibi elbet dünün kefesinde saklı hoyrat rüzgâr bazense gerçeğin örülü
saçlarında saklı mizaç.
Günü b/ölen her acı, açı olmaya
meyyal bazen sapanın vurduğu gözden düşen yaşı yasla sarıp yarına saklayan bir
bedevi gibi.
Israrla sevmek bu olsa gerek ve
ispatı elbet beklemek: özlemin şiarında gölge etmeden acılar aşkın izafi
yolculuğunda tutam tutam rüzgârın serptiği belki de ömrün çaldığı yıllar.
Nazeninse yürek naftalinli mazi en
çok çığıran ve günü çağıran elbet dün mizaçlı bir ruhtan firar eden hayaller.
Mevsimin nidaları sönen şafağın
haletiruhiyesi göğünse devasa yamasına saklı melekler insan olmanın ta kendisi
sevip de yolda kalan sevmeye dair her tebessümde aslında içine yağan rahmet
elbet muhtevası hayatın sevi dilinde yalnızlığın kucak açan her umutta sürmek
sefasını olsa olsa yarınların.
Metruk düşlerin yabancısıyım elbet
istirham ediyorum yalnızlığın kayıtsızlığına.
Kayıt altına almaksa günü, şiirlerle
b/ölüyorum ömrü bazen nazenin kanatlarında firar eden o vaveyla bazen aşkın
kaldırma kuvveti uçuşan her zerremle ait olduğum bu bitimsiz kâbusta.
İnfilak eden hücrelerim.
İçinden çıkamadığım o karanlık
dehliz.
Üşenmeden sevdiğim her vakit.
Belki de altına asla imzamı
atmayacağım o akit.
Sözcüklerse saklı repertuarında
gizemin ve elbet düş balyaları ikram eden bir zemin ki kaykıldığım herhangi bir
vakit, lanetini kusan iblise sitem ve serzenişim.
Bir düş mahsulü etmediğim yeminlerim
ve unutulduğum her köşe elbet diklenen başım ve asla öne eğmediğim.
Sırdaşımsa illa ki mevsim ve gece en
çok da İlahi düşler gördüğüm uyku öncesi, seyyah sözcüklerin firar ettiği o
karanlık hücre.
Matemim de saklı mahremim de kayıtlı
görünmez bir izlekte sökün eden her hayalet olsa olsa dünden hediye.
Çekik gözlü kalemin nazarında ithaf
ettiğim içimdeki seyyah bense seferisiyim ümidin bazen kaybolduğuma dair
geliştirdiğim bir inanç ki düzenekte kayıtlı bir faniyim işin aslı endamlı bir
gölge ise peşime takılan için için haykırmama delalet yazmaya durduğum sözüm
ona son ferman.
Kilit noktası mı ömrün?
Kindar gölgelerin nazarında bir
merhem adeta göğün tabusu iken seyyah yıldızlar ve göz pınarlarımda seyahat
eden rüyalar aslında gerçek olan neyse düşsel bir zeminde bazen şiir soluduğum
bazen şiir olup solduğum gecenin penceresinde.
Yarım asırsa ömrüm yarım kalan çeyrek
mizacım çekincelerimi sırtlanıp ruhumun da kılavuzu iken umut ve sevgi.
Şimdi naralar atan gece bekçisine
söyleniyorum akabinde Ramazan davulcusu unutmuşken sokağın adresini belki de
yayan gezen martılar denize küskün İstanbul’sa yıllara ve insanlarına…
Ve işte kapanma öncesi mücbir
sebeplerden boşalıyor sevdalı şehir elbet künyesinde yazdığı üzere iki yakası
bir araya gelmeyen sevdalı rakkasesi gönüllerin bazen şehla gözlerinde Marmara
Denizinin bazense peçesinde saklı iken Mayıs’ın öncüsü güneşin sıcaklığı
şimdiden hasretini duyduğumuz aydınlık ve kol kola yürüyeceğimiz günlerin
fermanı elbet çıkarken şairin kaleminden.
Hoyrat elbet fıtratı rüzgârın.
Horasan gibi sefere çıkan askeri
birliğin de sancak diktiği.
Aşkın da bazukası yüreğin ömür
törpüsü ve kolluk kuvvetleri iş başında.
Şehrin seması dahi boşalmakta ve
göçmen kuşların ruhu iken firarda flamingolar çoktan mesken tutmuş şehrin
farklı yerlerini.
Yerinden yurdundan olması yeter ki
insan.
İzdiham yüklü bir şehrin de
kapanmadan önceki feryadı.
İnsanına küskün belki de şehir.
Yoksa insanı mı şehri dışlayan ve
yirmi milyonluk nüfusu kısacık bir zaman diliminde için için eriyen.
Mum gibi.
Belki de mumyası yerin görün.
M/imlenmiş her karede saklı bir
pantomim sanatçısı adeta renkten renge giren göğün dalkavuğu iken bulutlar
belki de duvağı yalnız gezinen seyyah kuşların ve rüzgârın…
Feryadı duyulmaz.
Feveran ettiği ne ki pervasız gölgelerin.
Ve işte şehrin mozaiği ve
kırlangıçları ve sokak aralarını mesken tutan martıların denize küskünlüğü.
Aslında herkes herkese küskün en çok
da kendine.
Rivayet o ki…
Elbet bekleyip göreceğiz yeter ki
sıcak selamların ve kucaklaşmaların tarihi yakın olsun…
Bekle bizi İstanbul…