Düşlerin, alnımı öptüğü bir geceyim
ve siyahi düşlerden örülü geceliğim…
Simli yüzlerden dökülen pullar gibi.
Kımıldamayı ertelediğim bir ölüyüm ve
işte az sonra vuracak gonk ve ıssızlığımla göçüp gideceğim.
Ayracı yok ömrün yine de sayısız
köşeli parantezden ibaret günüm.
Hüzne biat bir keşiftir yola
düştüğüm.
Çamur at izi kalsın ve işte muhabere
kaldığı yerden devam edecek sabahın köründe.
Hüzün çeşmesindeki kırık testiler
belki asla gün yüzü görmeyecek yüzünde güller açan köylü kız belki de efsunludur
düşleri hani şehre duyduğu özlem hani şehir sakinlerinin yüreği köye hasret bir
hava ile sokulurken koynuna girift hüznün.
Meali yok acıların ve adeta hazan
sabahı gibi üşüyorum Mayısın sonuna geldiğimiz günler adeta yaza hasret bir düş
gibi sıcak bir sırça köşk misali öykündüğü baharın öldürdüğü kışın özümsediği
bir yaz sabahı düşlerden kuşaktan kuşağa eklenen onca paralel ve meridyen.
Irkı olmayan duygulardan ibaret bir
neon gibi.
Bazen duyulmayan sesi haberlerin ve
alt yazıda saklı şifre gibi.
Artık kim kimin canın kast ettiğiyse.
Artık kim bilir kaçıncı kadın
cinayeti.
Hüzne biat nice havadis adeta üçüncü
sayfa haberi gibi hayat…
Elbet yola koyulmak mecburiyetten
elbet yüzden düşen bin parça hala rengi yok işte düşlerin ve gerçekler asla da
abartı değil sadece mutlu bir habere rast gelme ihtimalinin de boş çıktığı.
Her düş’ün örtüsü çekili üstüne ve içgüdüsel
bir yakarış bazen aşkın penceresine konan bir çekince gibi bazen ayırdına
varılmaz başka bir duygudan çıkıp da yola illa ki aşka denk düşmek.
Şehrin yangını git gide büyümekte ve
şehre özlem yüklüyüm son bir yılın bütçesinde ne çok karalama ne çok şiir ve
görücüye çıkarmadığım onlarca hikâye.
Hüzün çok tanıdık ve sırnaşık.
Hüzne delalet binlerce cümle
yazabilirim sonra da noktayı koyup basarım da tetiğe…
Ölümcül bir taarruz ve de teyakkuz ve
ölümün içeriğinde saklı iken kabir sessizliği belki de gürültülü ve sitem yüklü
dünyadan gitmek için geçerli olabilecek tek madde.
Madde madde yazarım da içimdeki
acının başlıklarını ve her maddeden onlarca hikâye yazarım yazmasına da kime ne
anlatacağımdan çok deşifre olmuş iken varlığım.
Bir kuytu olarak addedilen çalışma
masam.
Günde saklı bir mırıltı elbet gecenin
aksanı çok aksi ve gün olmadan gecenin özlemi ile yatıyorum ve renkler
dokuyorum içimdeki siyahi mezar taşı ve yazdığım yüzlerce hatta binlerce cümle
yetmemiş anlatmaya.
Anlatı ise gün ve de bir aldatı.
Küstüğüm dünyanın beşi bir yerde
sıkıntıları.
Bir çelenk ısmarlamalıyım belki de
kendime ve işte cenaze merasimimde ilk sıradayım ne de olsa vücudum tabut
içinde.
Yalnızlığımla dokuduğum satırlar ve
yorgunluğumun sonlanmadığı ve işte kalemin sırtını sıvazlıyorum: o ise çoktan
dağılmış binlerce sözcüğe tıpkı ayık kalmanın tek yoluymuşçasına kalemle olan
ilişkimde söz konusu elbet okuyucunun varlığı ve işte onların gözünde neye denk
düştüğüm…
Hizaya gelmeyen bir hayat.
Hali hazırda raf ömrü çoktan geçmiş.
Duyguların kıblesi ve yalnızlığın da
suflesi elbet sade kahve gibi ilk satırda giriştiğim tek duygudan çıkıp da yola
genelleme yaptığım oysaki her gün bir öncekinin aynı… diyemiyorum işte çünkü
duygular tanıdık insanlar rol değişiminde ve hayatın baş rolünden figüranlığa
terfi ettiğim.
Matematiksel hafızam aralıksız
üretirken.
Ruhumsa tıknefes.
Yürek zaten akla zarar.
Vücudum ise nerede asılı kaldığının
hesabını yapamayacak kadar yorgun.
Şerit değiştiren bir araba da değilim
ki ve depomda illa ki hayal kırıkları ve bitmeyen sıkıntılar nemalandığım
güzelliklerin peşindeyim bu yüzden de terk etmeliyim bildiğim ne ise ve de bana
tanıdık gelen elbet hüzün katedralinde kutsanmış ruhlar gerçeklere çelme
takıyor ya da papazın birine günah çıkarıyor gayri Müslüm ve kendi memleketimde
dinimi yaşamak kadar bitimsiz huzur diliyorum Rabbimden.
Çatı katı çoktan akmış duyguların.
Zemini ise yaşlar basmış.
Nemli yüzüm ve kalemim ve manifestosu
yazmaya dair ne ise kapıda beni bekleyen elbet kapısından kovulduğum doksan
dokuz köy ve hala yüzüncüyü aradığım aslında kendimden sıkıldığım belki de
dışlandığım hayatın ön sözü olmaya aday bir şiir daha yazma telaşı ile tam da
ortadan ikiye b/ölmüşken hayatı.
Aksıyor adımlarım.
Sözcüklerim aksırıyor.
Birileri ise uzaktan bağırıyor:
‘’Çabuk öl.’’
Rengim pembe alnım beyaz ama işe
yaramazın tekiyim ben günlük bir dilde savurganlığı sözcüklerimin aslında
savunduğum sefil ve günahsız mizacım.
‘’Her şey ortada ve ben hiçim.’’
Aklımdan geçeni onca seve evvel
okumuş Goethe.
Varlığımı telaffuz edecekken
varlıksızlığımla sıraya girdiğim elbet sıramdan ve sınıfımdan çoktan kovulduğum
elbet yazar da düşündüğümü onlarca sene evvel telaffuz etmiş:
‘’Neyim ben? Neden bir şarkıcı
değilim? Bir hiç olmadığımı bana kim söylüyor? Anlatmanın büyüsüyle başladım
işte. Devam etmek. Oluruna bırakmak. Hoş görmek. Serinlemek. Aktarmak.
Malzemelerin en uçucusunu, soluğunu işlemeye devam etmek…’’
Yalan da değil hani ne de olsa yazan
biri illa ki değerini başka gözlerdeki yansımalardan fark edebilmekte…
Bir ömür teyit edilmemiş biri olarak
çok fazla da şey istemezken insan…