1
‘’Ne olurdu benim de kelimelerim
olsaydı; bana ait bir cümle, bir düşünce olsaydı. Binlerce yıldır söylenen
milyonlarca sözden hiç olmazsa biri beni içine alsaydı…’’(O. Atay)
Çalıntı düşler gezegeni…
Ah, bazen martavallar okuyan gecenin
sönük ferinde saklıyım ve dipsiz kuyularda sürünen bir nilüfer gibi içimin
kayrasında saklıdır benim sözcüklerim…
Gün batımı.
Gün dönümü.
Geceden firar etti edecek yıldızlar
ve yamalı göğün tanrısıdır sırları insanların ve serlerine yenik düşen
surlarında şehri İstanbul’un, hovarda bir rüzgârım ben.
Bir yenilgi isem dünden beri.
Yanılgıların destursuz seferberliği
ve yükümle düştüm bu yola ben.
Sancılanmış yüreğin dokuz doğurduğu
ve kapısından kovulduğu köylerin de muhtarı olmaya adayım ve iki dudağımın
arasında az sonra vereceğim muhtıra.
Küpeştesi yılgıların.
Ve yılkı atları tepindikçe toprağın
ufalandığı belki de aşkın ufaladığı…
Gök kubbeden düşen zerreler ve yıldız
tozları.
Sağanağın ritmine uydum bu gece ve
kaos yüklü bilmecelerden firar ettim bulup buluşturacağım tek sözcük olmalı
mealim ve mahlasım ve tılsımlı dokunuşu aşkın ki aşk körü insanlardan da haz
etmedim bir ömür ve hırpani gülüşler bulvarında ağlak bir bulutum ben belki de
şehir vapurundan tüten isyankâr bir duman.
‘’Ben ucuz bir romandım. Hayır, kötü
bir edebiyatın bile gerçekliği vardı. Ben yoktum; hatta ben yokum, olmadım
diyemeyecek bir yerdeydim.’’(O. Atay)
Sinense rüzgâr ansızın.
Sinemdeki sızı.
Siması çok tanıdık hüznün ve kelli
felli adamlar doluştu ölü düşler sokağına.
Kasvetli mırıldanmalar.
Fısıltıların sonlandığı ve ayan beyan
isyanlar yükseliyor gecenin buharında büyülü bir resim gibi kendimi kendime
adadığım ve içinde kaybolduğum sırlı aynanın tek görüntüsünden çoğaldığım o
kırık ayna izlerinde kaybolduğum belki de kırkladığım acılar ve kıvrandıran
gölgeler.
Bir misafirse kapımı çalan şiir hoş
geldin.
Yatıya kalan bir hikâye ise roman
olmaya aday.
Yıllanmış mucizelerden derlediğim
bunca öykü göğün kaputu kırık yüreğinse tezgâhında unutulmuş heybeler ve işte
tek bir sözcüğün peşine düştüm ben öncemde kurduğum yüzlerce cümlenin ardından
ağıtlar yakıp da yakardığım Mevla’m yeter ki esirgemesin benden o tek kelimeyi.
Şadırvanlardaki ışıltılı suretler.
Otağı kurduğum göğün endamlı varlığı.
Belki de basamakları çıka çıka
varacağım son nokta.
Bir rüzgârın çığlığına kapadım
kulaklarımı ve içimde üşüyen sözcüklerden arda kalan imleri serdim yere ve
aşkın devindiği evrende köpüklü bir masalı küpe yaptım kulağıma…
Mademki bir varmış bir yokmuş…
Var olduğumu unutan kimse hiçliğimle
dokuduğum sayfalardan sızan ışık gibi içimdeki kürenin metal yorgunluğunda bir
düş’ ün esiri ve de eseri iken geceyi boydan boya gezdiğim aslında derviş
misali öykündüğüm tek kişilik kulübemde saklı iken yüreğimin yorgun figanları…