1 Bir Günün Belki De Bir Düşün Hikayesi...




Bir düş’ ün hikâyesini yazmalıydım aklımdan firar eden düşüncelerden ördüğüm bir düş’ ün…

Kaçıncı durağı olduğunu bilmiyorum inip bindiğim trenin hangi vagonunda rastlayacağımı da bilmiyorum elbet kendime!

Kendime düşkün.

Kendime küskün.

Tüm alıp veremediğim ve bilinçsiz sevdiğim evren kusarken öfkesini ben hala mazlum ve mahzun olmanın kaidesi ile beşer olmanın vazifelerini icra ediyorum ve fiyasko ile sonlanıyor hayattaki arayışım.

Onlarca belki yüzlerce CV iken el yazımla yazdığım hatta yabancı dile çeviri yaptığım yaprak dolusu dosyaların komut verdiği geniş bir klasör iken elbet masaüstü bilgisayarımda değil evimin kitaplıklarına tıkıştırdığım yüzlerce buruşuk sayfa.

Yüzümü buruştursam da zaman zaman.

Bazen pembeleşsem de muşmula gibi suratsız bir halle arzı endam edip de içimdeki labirenti arşınladığım elbet yolum kendime çıkacakken kendimi bir türlü bulamadığım.

Raf ömrü dolar mı sahi kitapların ve dergilerin ve diplomaların ve sertifikaların?

Gün bölüyor içimi.

Ah, gün ölüyor.

Aslında uluyan yalnızlık aslında ünlenen tevazu ve bıçkın rüzgar beni köşeye kıstırıyor bense en cafcaflı elbisemle ya da tuvaletimle rakkasesi evrenin gök kubbenin de göçmen kuşu.

Bazen idrak edemiyor insanlar.

Asılsız olduğum mu?

Asi/l olup da konduğum mu?

Hem insanım hem çiçek hem yıldız…

Ve işte tek lüksüm: kendimle dalga geçmek.

Örtünen kubbe ötüşen kuşlar uluyan köpekler ve ümit veren evren.

Göğün tansiyonu yüksen ne de olsa hava rüzgarlı ve bulutlar çatık kaşlı.

Bense yeryüzünün nabzını alamıyorum.

Öğle saatleri ve az sonra varmam gereken bir istikamet var asla söylemem nereye gittiğimi asla söylemem kimle gittiğimi…

Güdüyorum bedenimi.

Gocunuyorum da rüzgârdan.

Ve taksinin arka koltuğuna atıyorum kendimi.

Normalde içimin kan ağlaması gerekirken oldukça neşeliyim ve işte İkizler burcunun çiçek giysili yıldız kızıyım.

Kızılay’ın önünden geçiyorum.

Kızıl saçları güneşin adeta perma yapmış

Rüzgâr ise saçaklarını uzatıyor.

Tam da yolun ortasına varmışken taksi şoförü direksiyonu kırıyor görünen o ki; taksimetre fazla mesaide ve elim cüzdanıma gidiyorum ve umuyorum taksinin arka koltuğunda rehin kalmamayı artık nasıl bir hesap çıkacaksa bindiğim taksiden.

Yerleşkem İstanbul ve Kadıköy.

Kadı kızı değilim öğretmen kızıyım.

Ah, rengim.

Ah, Mehter Marşım.

Ah, ikbalim ve ırkım ve verilen sinyal.

Ah, racon kestiğim yıllar.

Ah, ayağımı sıkan rugan ayakkabılarım.

Ve lades.

İniyorum ve yürüyorum ve sonrası muğlak.

Tanımadığım bir çadır gibi içine daldığım adeta bir göçebe çadırı.

Fıtratım.

Oysaki ben firariyim az evvel firar ettim düşlerimden ve işte gerçeklerin koynuna.

Ve aradan geçen iki saate sansür uyguluyorum.

Rengimle.

Ait olduğum rakımımla.

Hüsrana uğrayacakken gülümsüyorum.

Rengin pembeleşiyor ve yeşeriyorum ve yaşarıyorum.

Ve Araf’ta kaldığım kocaman iki saat ama iki saat bitiminde dünyaya iniş yapıyorum ve kucağımda yeni pırıl pırıl kitaplar kasaya yöneliyorum ve dikkatimi çekiyor.

Hangi kitap reyonuna gittimse arkamdan beni takip ediyor satış sorumlusu sanırım kitapları talan ettiğime dair yanlış bir inanç geliştirmiş ve görünen o ki simetri rahatsızlığı ile kendi kendine konuşuyor iyi de ben kitap seçme özgürlüğümü sırf onun simetri hastalığından dolayı illegal mi kılacağım?

Geç fark ediyorum: adamın kalbini de kırmak istemiyorum ve elimde kitap poşeti ve boşalmış cüzdanımla kitapçıdan mutlu mesut çıkıyorum gören de sanacak ki İngiliz Lordundan evlenme teklifimi almışım.

Oh, canıma değsin ben alacağımı almışken ve işte ayaklarımın yerden kesildiği ve kitaplarımla arşınladığım yol artık nereye düşecekse.

Saçma başlayan bir gün içerisinde yüreğime saçmalar yediğim.

Sansürlü iki saat içerisinde nereye gittiğimi ben bile bilmezken.

Kuş gibi hafiflediğim.

Diğer yandan kurşun kadar da ağır iken yüreğimdeki kapalı parantezler elbet gün içerisinde konuşmak istediğim kim varsa ulaşamadığım ya da ulaşmış olsam bile kitlendiğim bu yüzden geceyi beklediğim ki kalemimle münazara edip günün ağırlığını üstümden atayım…

Bir dehliz de değil hani içinden geçtiğim.

Bir köprü hiç değil.

Lakin kendimi sevebilme ihtimaline bayağı yaklaştığım ve en iyi arkadaşımı da tayin ettiğim ve yüreğimdeki odacıklar.

Binlerce koridoru olan.

Bazen bir labirent olarak addedilebilecek.

Kanatlarım ise kırık iken öncesinde hayli uçabildiğim günün içerisinde mutlak kaygılarımdan sıyrıldığım ve gücümü kanıtladığım.

Yüzümün rengi yerine gelmiş hatta neşem de fazlasıyla lakin daha da mutlu olma ihtimalini keşfetmekle mutluluğumun katlandığı ve sevebilme potansiyelimle kendime yürüdüğüm kendimden kaçtığımın ertesinde bulup bulabileceğim en iyi dostu da keşfetmenin verdiği huzurla evin kapısını çalıp kendime yorgunlukla ve karışık duygularla içeri attığım ve hızlı çarpan kalbime de talimat verip ne yapmam gerektiğimi alt belleğimde depoladığım.

Ana bellekte kayıtlı ne varsa çoktan kana karışan bir madde gibi sevgi ve umudun sarkacında gidip gelen umut ile başımı yasladığım Mevla’mdan isterken duyduğum huzur adına da şükrettiğim.

Elbet ancak saatler sonrası açılan bilincimle asal ve de asil bir sayı olmanın verdiği güvence ne de olsa ruhumun dokunulmazlığını kimseye kaptırmazken sonsuzluğun ç/ağrısı ile yazıyor olmanın verdiği mutluluk ile de mühürledim mi günü içimden gelen en güzel cümlelerle…

 


( Bir Günün Belki De Bir Düşün Hikayesi... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 10.09.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.