//Senin ruhun yaldızlı yağmurlarla mayalanmış. Güftesi daha bir lezzetli bu acının…//

Huzursuzluk, sarmaşık güller misali yüreğimi kuşatıyor. Yediverenler kılıcını çekmiş, bahara kafa tutuyor. Sen bahçemde, katı hüzünlerle soluyorsun. Gitmen, vefasız eylemleri zevke getirecek bilmiyor musun?

//Bursa… Süslü kaltakların, fiyakalı züppelerin, yorganın saltanatını yıkan pirelerin hikayeleri anlatılır bu şehirde! Dinlemem; sesim sükuna hükmen mağlup.//

Seni, arabaların çıngıraklarıyla yayaları ürküttüğü Heykel’de, kotalı banklarda iki büklüm bekliyorum. Ayaklarım, seramik prangalara tutkallı… Yüreğim, bu şehre çoktan susmuş. Terminal peronlarına adımımı attığım an, bağrıma sert bir rüzgar çarpıyor.

Boğuşan koyu sessizlik…
Dam hikayeleri anımsanır,
Mahkumların özverisi dillerde!
Mizanını çıkaramadık sevdamızın,
Küstü bize dost bildiğimiz yağmurlar!
Sen sevdamı kaldıramayan,
Çocuk ruhlu kadın,
Yürek pazıların yenilgiye yatkın!

İlk Tuz Pazarı’nın mahşeri kalabalığında seçmiştim gözlerini. Tarih kokan şehre secdeye durmuşken bütün semt, gözlerimiz somut bir sevda delilini herkesten gizlemişti. Kadife pantolonundan yansıyan sim taneleri sanki gel diyordu yüreğime!

//Hadi gel! Ne bekliyorsun? Söz ver bana; ölümlü dünyada, ölümsüz bir eser yaratacaksın. Az önce, kırağı yağdırdığım gözlerim senin olana dek, yüreğinde asla bir ihtilal olmayacak..!//


Oysa ben; seni takip etmeden önce Mudanya’nın mavi gözlerine hiç bakmamıştım. Gece yarısını bulan sinema seanslarına sadık değildim. Ayakkabılarımın gri dumanını, ıslak mendille küstürme teşebbüsünde bulunmazdım. Yeşil jelatinle kaplanmış lise defterim vardı. Ama gel gör ki; asla kalemim olmazdı. Sen ömrüme tevafuk edince, ruhumda kelamım, elimde kalemim oldu!

Setbaşı’nda eşgalsiz dolaşırken sana yazdığım ilk şiiri hatırlıyorum. Öylesine çocuksu renkte satırlara işlemiştim ki..!

Dolaşırken günle gece,
Ay ile yıldız..
Fincan ya da kahve!
Kızılırmak bile yapamaz Karadeniz olmadan.
Gözlerin yamaçlarda susuz bir ceylan.
Kaşlarında gafil bir pusula.
Avla beni hacmi küçük dağlarda!

Biliyorum… Şimdi, mahallemizin uyuntu fahişesi gibi gülümsüyorsun. Artık sözünü dinleyen kopuk serserilerin var. Say ki; sen benim ipek yolumdun. Zamanın çarkları birçok sırrı deşifre etti. Yüreğinse, başka sevdaların sömürgesi haline geldi. Şimdi ona, başka diller öğretecekler. Benim sende bıraktığım sevda yığıntılarını, zamanla temizleyecekler. Bir gün kalbin, geçmişi tamamen unutacak.

// Sen tarihi asla sevmezsin… Biliyorum! Ama hatırlar mısın? Dünya Savaşı’nda Osmanlıya kurşun sıktığından haberi olmayan, sömürülmüş müslümanlar vardı.//

Bunları neden mi anlattım! Senin halin onlardan farklı değil ki… Gün gelecek, bana saplandığını bilmeksizin, cümlelerinle yüreğimi kanatacaksın.

‘’ Ben seni hep sevdim. Ve yine seveceğim!’’


Dedemin bozuk plakları bile , ruhumun fantezilerini kör sakat yaşatır. İç güdüsel göçlerim başka mekanlara iz sürmemişken, seni bahadır dalgalarımın arasından seçiyorum. Sağanak yağışlarım bu hasatta sustu! Kapımı eşindiren yalnızca ecnebilik kokan küfürler oluyor. Dilim, evrene bolca isyan püskürtmeye başladı.

//Ne gerek var fotoğraf çekmeye? Hayat, flaşlarıyla zaten gençliğimizi karartmıyor mu?//

İstiflenmiş, kederlerimden en muazzamını seçip sana getirdim. Beni, Çekirge yokuşlarında yalnız bıraktığın ilk gün… Sevdanı, o rutubetli günden kaçırdım. Koca şehir ardımdan dalkavukça, kahkahalar atıyordu. Çekirgenin kıssası herkesin ağzına sakız olmuştu.

‘’Sen kaçaksın! Kendini tanımamaya mahkumsun. Perdelerini hep aydınlık saatlerde çekersin. Gece düğmelerini yalnızca senin sapkın bedenine çözer!’’


Niyeti bozuk bir iklim, sokaklarımı kuşatıyor. Bedenimde köşe kapmaca oynayan sinekler, gecenin ağır modunu bozguna uğratıyor. Senin cümlelerini okuduğum an yıkılıyorum. Şahadet durağında, ellerimi bir tinerci ceketinin günahsız ceplerine saklıyorum. Artık, Azrail çiçeğinde ‘’öldüm;ölmedim..’’ oynuyorum…


Yitik bir sevdanın iki kahramanıyız biz!
Sus-pus olmuş evvelimizde okunan sevda şiirleri,
Secde etmiş karamsar ruhun yalnızlığa…
Nizami yokuşlara sürüyorsun yüreğimi,
Çıkamam…
Keyfin semalara suskun sevgilim,
Ruhunsa dabbelerle sarsılıyor.
Dudak payı bıraktım yanağıma,
Hadi durma!
Keşkeleri tek tek öldürüp,
Sevdana enjekte ettim
Siması engin bakışlarımı!

Bu gece de bitti kızıl elmam! Ben, sabah gözlerimi Balıkesir terminalinde açacağım. Neden mi? Sen aydınlığa göz kırptığın vakit, gün bana gülümser…Televizyonda tartışılan futbol maçlarının arka planında, sana sessiz kalan cümlelerimi konuşturuyorum. Ben gidiyorum sevgilim; işte gidiyorum! Kazım gibi, bu şehri terkediyorum..
Korkarım ki; vahşi suratların alyanslarını yüreğine takabilirsin. Sevda kuyusunda, yüreğimizi serinletecek tek damlamız kalmadı. Yüreğimin başkentini, gafil polemikleri ardımda bırakarak terkediyorum. Hoşça kal, kofik yüreklerin muallimi…

‘’ Savsaklanmış kıyametlerimde, yeni hataların talebesiyim..’’

02:14

BURSA

Toprak



( Kızıl Elmam 3 başlıklı yazı Toprak tarafından 19.04.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.