1 Sensizlik Istırabımsa, Öfke Kusarım Yokluğuna
Karanlık bedenim üzerindeki, izdüşümlerini tek tek mısralara işliyorum. Söz vermiştim;azaldıkça kavuşma ümitlerim, ben her şeye rağmen sevginle çoğalacaktım.Kehanetlerimin basiretli yaslarını, ıslak orman bekçilerine armağan ettim.Bayram ertesi düşlerimde bile, yalnızca seni seveceğim…

Ayrılığın kanunu olur mu?Kaypak derelerin bitiminde, hangi aşk okyanusa ulaşabilir?Derdest sevdalarımda, yük katarlarına sığınan mülteci yüreğim vardı.Bir de berivan çiçeği… Berivan çiçeği, temiz havanın kapsama alanında bulunan kırlarda, etrafında kendinden başka çiçeğe yaşam olanağı sunmaz. Sende lal tutmuş yaralarım altında öylece kaldın.Ne kanatabildim, ne de bana bıraktığın yarayı temizleme olanağı verdin.

Aşk yarasını…
Ne ecza depoları temizler,
Ne de derde derman bitkiler!
Beyaz önlüklü bile,
Onun yaktığı kadar yakmaz bedenini!
Nem yüklü havalarda boğma kaderini,
Onun gözyaşı olamaz çiğ taneleri…

Soğuk bir Mart sabahında, otogarın puslu havasında iki kedi var. Yürekleri birbirine düğümlü halde, birazdan kalkacak Ankara otobüsünü bekliyorlar. Ceset yığınları arasında geçen ömrün, resmini çiziyorlar. Korkuları bedelli olsa da, cennetin tüm yasak meyvelerini toplamışa benziyorlar. Yüzlerinde işitilen tebessümü görmek yürek ister. Gençliğin hengamesinde yaşanan uygunsuz anılara rağmen onlar, onurlu bir bekleyişi karakter edinmişler. Dalkavuk düşlerde zil zurna sarhoş olan duygularımızı, bu arzulu ayrılma sahneleriyle sanki hasat ediyorlar. Otobüs, yolcularıyla hareketi beklerken erkeğin ağzından birkaç satır dökülüyor. Sisli otobüs camında bir yuvarlak oluşturup, sevdiğine fısıldıyor. Kız duymuşçasına gözyaşlarıyla cevap veriyor.


Adını yazdım satırlara,
Satırlarda erimez ki!
Kurşun döktün gittiğim yollara,
Yollar gareyana gelip kafama sıkmaz ki.
Temyize sürsen eksilten ayrılıkları,
Seni bıraktığım gibi bulamam ki…


Ilık bir bahar sabahı, bahşettiği güzellikleriyle ruhumuzu süslüyor. Bursa’da, metro istasyonunun girişinde ürküten bakışlar fırlatan iki yüze gözüm takılıyor.Sarı saçlı, mavi gözlü, orta yaşlarda bir kadın ve kendi yaşlarında, uzun boylu, dev cüsseli bir adam bir bilye topluluğu misali dağılmayı bekliyor.Kadın çömelmiş halde duruyor. Adam ise, kadının elinden sımsıkı tutmuş bir yandan da etrafını süzüyor. Şaşırıyorum...Bu yaşta acaba neden korkabilirler? Rayların tınısında yol alan metro gürültüsüyle, insanlar bir an önce istasyona girme çabası içindeler. Ancak kimse bu iki şaşkın bakışlı aşığı farkedemiyor. Bir tabloda, iki belirsiz çizgiye dalmışçasına onları izliyorum. Biri tüm karartısıyla dünya telaşıyla meşgul, diğeri ak pak giysileri gibi sanki açık konuşmayı seviyor. Bunun için gözyaşı döküyor, içinde kusulmayı bekleyen öfkesine mani olamıyor. İstasyona giriş yapıyorum. Hemen ardımdan kadın süzüle süzüle geliyor. Yanımda ki banka gelip oturuyor. Birden;’’Sevme, sakın sevme!’’ diyor. Sonra hikayesini anlatıyor. Birlikteliklerinin, istenmeyen bir evliliğe dönüşünden bahsediyor. İki çocukları olduktan sonra ayrılsalar da, birbirlerini sevmekten vazgeçmediklerini anlatıyor. Her cumartesi, aynı yerde saat on birde buluşup, akşam tam bu saatlerde ayrıldıklarını söylüyor. Tüylerimin ürpertisi, tüm vücudumu allak bullak ediyor. Kırmızımsı akan bir kanım olduğunu, indiğimde koluma sapladığım kalemin ucundan farkediyorum.

Sahte sığınıklarda savaştan kaçmak neden?
Düşmanla çarpışmadan teslim olmak kolay olan mı?
Bundan mı insanoğlunun kendinden kaçışları?
Bir Adem, bir Havva kadar cesaretli olmaz mıyız?
Onlar aşkın kalesinde beraber şeytana uymadılar mı?

Umrunda değil ihmallerim…
Seni terketttim ben,
Yüreğini götürdüm ardım sıra.
Neyin cenazesi bu...
Ve kaçıncı yas günü?
Han gün toprağa gömdün dirimizi?
Ağıtlar yakma duyulmaz sesin,
Kör karanlıklarda kesilecek nefesin.


Serin bir sonbahar akşamı, ardında derin tebessümler bırakarak geceye ilerliyor. Üşümek bensiz kalıyor. Sıcak yastık arası sohbetlerimde, göremediğim o parlak yıldızı hayal ediyorum. Odamı süsleyen bakışların bir küllük dolusu izmaritle şenleniyor. Sırf berivan çiçeğinin dalgalı fonlarını görmeyeyim diye ışığı kapatıyorum. Yağmur altında ıslandığımız korkak yaz akşamlarının telaşıyla iskeleme yanaşıyorum. Radyodan derdime mey olacak bir şarkı duyuyorum. Nilüfer, ‘’Erkekler Ağlamaz’’ diyor .Bana giderken söylediğin iki cümle kulaklarımda çınlıyor. Yüreğim fare deliklerini kendine siper ediyor. Gidişinin derin buhranlarından kazandığım hasılatı topluyorum.

Ne bir mevsim seçer ayrılık…
Ne de din, dil, ırk.
Bitmeyen tutku olur,
Boşalır yüreğinden…
Hiç bitmeyen o nutuk.

Berivan çiçeklerini bilir misiniz? Sadece, bir yüreğin iklimini tercih ederler. O iklimden ötesi yoktur. Kendilerinden başkaları yağmur olup yağamaz, güneş olup açamaz. Yetiştikleri coğrafyada yalnızca kendi medeniyetleri kök salsın isterler. Eğer varsa suskun yüreğinizde sakladığınız bir berivan çiçeğiniz… Ne haşin boranlardan korkun, ne don tutarım diye ayazdan. Bilmenizi isterim, siz zaten çoktan mevsiminize teslim olmuşsunuz.

Atilla İlhan’ın da dediği gibi… Ayrılıkta Sevdaya Dahil…


Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu

Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte

Yansımalar tutmuş bütün sahili

Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var

Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil

Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil

Çünkü ayrılanlar hala sevgili

Atilla İlhan



Kml Frk

Balıkesir

16:00
( Sensizlik Istırabımsa, Öfke Kusarım Yokluğuna başlıklı yazı Toprak tarafından 7.03.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.