Irkı yoktur hüznün minvalinde semiren
acının ikbali iken tetikleyen kalbimi.
Emsalsiz idi gülüşlerin çekimser
oyumla bir oyuna denk düşen sözcüklerin isyanı nasıl da sessiz ve derinden bir
yol izlerken…
Şems’in rüzgârında yiten bir sözcük
gibi bakaya da kaldı mı insanın yüreği ve bekası ıstırabın nakşettiği kadar
kalem özlemi nesrinde saklı ruhun izdivacı kâh şiire öykünen yeryüzü kâh ölüme
özenen yaşama sevincinin de söndüğü bir kapı aralığından firar etti edecekken
ruhum.
Ve işte taziyelerimi sunuyorum özüme
sözümle bir derdest edilmiş kimliğime hicap dolu bir d/okunuşla meyleden
hayatın resmini çiziyorum.
Cafcaflı bir iklim bellemişken
baharı.
Cebbar gölgelerin mutluluktan
alıkoyduğu kadar varlığımı…
Hele ki o tantana yok mu: tam
varacakken orta yola baş veren çıban misali Şark’ın şanı Garbın b/atılı
kifayetsiz bir zincire renk düşen ömrün ölümle tokalaştığı.
Kehanetler hak getire.
Kâhinden değil tekbir getiren iç
sesimden sorsunlar beni.
Teftişe çıkarken melekler akıl melekelerini
yitiren kalemin nezdinde varsın sürgün edileyim gecenin bitiminde ve aşkın
ölümcül hanesinde nice hare doğsun mabedime bir handikap iken yaşamak bir
realite iken de ölüm savurduğum nidalarla örsünler ve övsünler ve örtsünler
bedenimi…
Şapka çıkarırım şahikanın perçemine
yağan karı anamın ak sütü gibi de helal bilmişken ruhuma doğan hilali özüm
sözüm nasıl ki bir ve işte vurucu bir imgeden daha aldım ben ağzımın payını.
Aşka ve Rabbine şirk koşan nicesi.
Sözcüklerimi hibe ettiğim kalemin
kırık beli.
Boynumsa bükük değil asla nasıl da
kıldan ince Allah katında.
Ve işte sürmanşet hüzün.
Ve işte sürmenaj geçiren kalem ve
matem.
Mutu yitik bir günce.
Sere serpe serildiği kâh şiir kâh hikâye
acının tok ses yüreğin demi dertli sözcüklerin dermanı saklı iken kalemde.
Renkler düşkün.
Sözcükler yangın yeri.
Mabedin arka bahçesinde saklı iken
hem cennet hem cehennemi içinde yaşayan ruhun bam teli.
Kaç oktavdır sahi ruh?
Kaç bayta denk düşer alt bilincin
yükü?
Yürekten yüreğe seken imgeler ve
bilinmezin de imkânsız iken tahayyülü arifesidir ölümün yazılmayan her şiir
aslında çeyizidir şairin artık demlendiği kadar hüzünle bir atık iken yüreğin
hâkimiyeti ön sözü yok iken hayatın son sözü söylemeye de daha varken vakit en
endamlı akittir şairin henüz yazmadığı o en güzel ve son şiiri baş veren umuda
atıfta bulunurken yer gök boynunun da borcudur şairin yazmaya dair verdiği söz.
Külliyen yalan külliyesinde saklı
sırlarda saklı derman.
Künyesinden firar eden ismi aslında
sunulan nice sıfatın da kaybolmuş itibarı ve işte yüreğinden süzgecinden geçen
sözcüklerin olmaz mı bir ederi…
Manen yaralı bir zeminde söküklerinde
saklı iken hayatının izi ve hikâyesi, derdest edilmiş kimliğinden sökün eden
her hece aslında şairin şerefi.
İmla hatası olsa bile hikâyede…
İhbar ettiği her duygu saklı iken
ömrün her karesinde.
Ve sondan başa sağdıcı kelam.
Ve soldan sağa yağdığı kadar yağmur.
İstişarede yer ve gök en çok da
inzivaya çekilmişken şair ve işte…
Ve işte ansızın infilak eden yürek ne
de olsa katsayısıdır sözcükler yağan nurun ve rahmetin peşinde ölümsüzlüğe
kanat açan bir çırpınış adet şairin yazma sevinci varsın olsun dünde kalsın
hülasası varlığın ne de olsa adanmışlığın sevdası ve hikâyesidir aşka koştuğu
kadar Hak yolunda na’şında ve yokluğunda yüz bulduğu kadar umudun tok sesinde
fısıldar hayaller ve nice hayalet eşlik eden ölü şaire yeniden doğmanın da
müjdesidir yazılan her şiir her hikâye…