Hangi duygunun rengidir içimde anbean
büyüyen hengâmenin hangi fısıltısında koyuldum yola ve düşlerim peltek bense
bir balarısı gibi peteklerde sürdürürken ömrümü pekmez kıvamında bir düş gördüm
dün gece içinde babamın saklandığı o örtünün uçuşan tülünde saklıydım ben de ve
bir İstanbul kadını olan babaannemle evcilik oynarken hangi hasretti bileğimi
d/işlediğim yoksa öpülesi bir bilek miydi olmayan biletimle kaçak yolculuk
yaptığım trenin hangi vagonuna saklanmıştı çocukluğum ve dünde kalan neşem…
Tasfiye ettiğim bir düğümdür adına
ömür denen ve o g/örüntü umurunda olmadığım kadar insanların ben umut
teknesinde yol alan bir kazazedeyim.
Öncemden ayrı düştüğüm bir öykünün,
giriş-gelişme-sonuç üçlüsünde saklı bir şakayık belki de bir duvar saksısı
tenhada unutulmuş kalbimin muradı iken dikenlerimden azat olmak adına azadesi
olduğum yalnızlığın da yazılası bir kasidesidir belki de an itibari ile
d/okuduğum.
Bir fermanım yok benim zira
binlercesi.
Tek lehçem yok benim çünkü ana dilim
sevgi.
Tek mevsime denk düşmem bir günde
seferisi olurum kâinatın bir günde bin yılı deviririm ve içinde saklandığım
sürahiden ansızın firar edip bir bardak suda boğulur biriktirdiğim sevinçlerim.
Adım Fazilet.
Soyadım Asalet.
Hükmen verilen her sorunun cevabı
bense muğlak bir kesirim belki de devasa bir defteri kebir veresiye verdiğim
düşlerimde saklı o ç/engelli bulmaca ve işte döktüğüm gözyaşı mademki sevginin
büyüdüğü ortam nemlidir.
Eksik bir sayıyım belki de esaretim
kendime.
Kesirli doğamda.
Kasideler saklı hulasamda.
Kaynakçam mademki duygularım ve
hikmeti hüznün bozguna uğradığım kadar bahtiyar bir yıldızım ben.
Şairin de dediği gibi hem:
‘’Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu
dünyadan ben geçtim.’’
Alıntı mahiyetinde bir iz düşümü
hayatın grafiklere sığdıramadığım hayallerim ve gün bitiminde noktayı koyup
çekildim mi köşeme bir köşegen mahiyetinde çözülür dizlerim ve ben hep
dizelerimi dövdüm mademki dövmem gereken biri yoktu yanı başımda ve işte zevki
sefa içindeyim artık nasıl bir ruh hali ise benimki iflah olmadığım kadar mütereddit
doğamla ve bakın işte, tensiye ediyorum bir önceki hayatımı.
Ve de tasfiye ediyorum ruhumun
katlarını.
Saklı tutulası bir silecek gibi
gözlerimi ovalarken göz göze geldiğim kendimden kaçasım geliyor madem ve işte
şimdi de matemle örüyorum şiirlerimi ve saçıma yağan karın izinde sevdalı
şehrin sisinde saklı tutulası hüviyetimle bir kör kurşun gibi sekiyorum.
Acıya mahal veren değil.
Açmaza her düştüğümde.
Devasa bir açının tanıklığında ve
işte iç açılarımın toplamından çıkıp da yola acılarımla ihya olduğum kadar açık
oynuyorum kartlarımı.
Ne Kupa Kızı be Papaz.
Belki de hayli iyi oynadığım tavlada
Mars yaparken uzaylıları.
Meşkinde ömrün.
Miadı da dolmuşken dünün.
Ve zaferimi ilan ediyorum altına
saklandığım atlas yorganımın her miliminde uçuşan yıldızlar gibi hem soğuğum
hem uzak ve tuzak addedilen aşka her düştüğümde kendime yakınlaşıyorum ya da
tam tersi uzağımda olduğum kadar uzayan bir zincir duyguların eklentisinde
tehir ettiğim hayatın da dama taşı iken yüreğime pelesenk duygularla sözlenip
şiirlere akıtıyorum yaşlarımı…
Müdavimi olduğum yalnızlar koğuşu.
Kulvarında tek olan yine benim
mademki benden içeri nice ben var…
Asam iken kalem hem de en dev/asa
asam.
Mahremim iken kale duvarlarım.
Sancılandığım gün doğumundan geceye
koşuyorum hızlıca ve esen rüzgâra kızgın öylesine bir ruh hali içindeyim ki ve
yaza yaza yaz mevsimini çağırdığım kadar gün batımında içimde saklı o
alametifarikayı da şiirlerime taşıyorum.
Kışın soğuk duvarları.
Kışla bildiğim iç sesim.
Kışkışladığım dış sesin isyanı.
Nemalandığım kış güneşi.
Sarkacı kırık iken gezegenin bir
sembolmüşçesine cesaret toplayıp içimde biriktirdiğim bozuk parayı bozdurup ak
akçemle kara gün dostu olmaya muktedir bir ruh hali ile konuyorum akan çatı
kanına ve balkonda uçuşan çamaşırlardan derlediğim bir bohça ile yola
düşüyorum.
Her rengin mubah.
Her acının da iflah olduğu.
Yalnızlığın belimi büktüğü kadar
yağan yağmurda eriyorum ve içimdeki buz dağından devasa bir bina inşa edip bir
bir yerleştiriyorum içimde saklı benleri ve kışın ayazında yalnızlığın da
aymazlığında gözlerimi kapatıp hayal ediyorum çocukluğumun mutlu günlerini
mutlu anlarını…
Bir yaz masalı olmasını dilediğim
yaza dair tüm beklentimle yazmanın verdiği huzurla eşleşiyor hayallerim ve de
şairin dediği gibi:
‘’İçimde bir çocuk, yalın ayak
koşuyor yaşlılığa doğru binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi,
yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın, Ömür Hanım?’’
Duruşumu sabit kıldığım kadar.
İçimde yanan ateşte kavurduğum
yüreğimle…
Leb demeden leblebiyi anlamış olsam
da bir ömür…
Sahi, bu hüznün bir çıkış yolu var
mıdır, Ömür Hanım?
Ömren.
Yiten hayallerden de arda kalan.
Ve işte içimde saklı o sessiz çığlığı
harflere kaleme de mahal vermişken ve de ömrümden ömür giderken…
Yoksa sen de bir hayal misin, Ömür
Hanım…