Sabah olup hava aydınlandığı zaman, kahvaltı yaparsın ev işleri… vs vakit her türlü geçmeye başlar. Sonra vakit geçirmek ve birileriyle beraber olmak için gittiğin kurstaki arkadaşlarla konuşursun, içinden gelmese de şen kahkahalar atarsın, hatta yanakların acır, attığın bu kahkahalar yüzünden... Ama içinde bir yerler acır, hani bir yarana birisi dokunduğunda canın nasıl yanarsa öyle yanar için, o yara nasıl kanarsa öyle içten içe kanar yavaş yavaş…

            Bazen duraksarsın, gözlerin dalar içine dönersin ama birisinin sana seslenmesiyle uyanırsın, sanki rüyadan uyanır gibi. Sersem sersem bakakalırsın ne söylüyorlar acaba diye! Sonra gene o neşeli şen şakrak ortama ayak uydurursun, bazen de arkadaşlarının sana anlattıkları dertleri dinleyip onlara çare olmak için debelenirsin, sanki kendine faydan varmış gibi…

              Bir ara sahile uzanırsın, kafandaki düşüncelerle ufka doğru bakarsın, denizdeki dalgalara, sonra da martıları seyredersin… Onlar gibi uçup gidivermek gelir bu diyarlardan! Ama kanatlarının kırık olduğunun, yaralı olduğunun farkına varıverirsin bir anda. Uçamazsın ki, kaçamazsın ki başka diyarlara, zaten gitsen de sanki içindeki sıkıntılar seni bırakacak mı, ya da onları arkanda bırakabilecek misin? Soru işaretleri dolanır durur kafanın içinde yoğun bir toz bulutu gibi…

           Ayağa kalkarsın yürümeye başlarsın denizin kenarında, birkaç tanıdık görür gülümsersin onlara, selam verirsin, bazen de nasılsın?  İyi misin?  Sorularına her zamanki rutin cevapları verirsin! Teşekkür ederim iyiyim, sen nasılsın? Yürümeye devam edersin, yavaş yavaş, derinden düşüncelere dalarak… Artık akşam olmaya başlamıştır, havada kararır usul usul hissettirmeden, tıpkı senin içinin kararması gibi! Eve dönme zamanı gelmiştir artık, o yalnız kaldığın ve düşüncelerin seni çepeçevre sarmaladığı yuvana!

         Aklına bir zamanlar, çocuklarının kahkahaları, yaramazlıkları ile çınlayan, yeri geldiğinde tartışmaların ayyuka çıktığı, yeri geldiğinde mutlu, huzurlu yaşadığın! Evin kapısının açıldığında sıcak ve güzel yemek kokularının geldiği, kalabalık akşam yemeklerine oturulan sofralar, pastalar, kurabiyeler yaparak, tavşan kanı çayla ağırladığın misafirler… vs yuvanda yaşadıkların bir film şeridi gibi gözlerinin ününden geçiverir bir anda…

          Apartmandan içeri girersin, herkesin kendi haline yaşadığı, asansörle çıkıldığı için kimsenin kimseyi görmediği, sesini duymadığı yaşamaya devam ettiğin apartmandan içeri girersin usulca… Sonra katına çıkar duraklarsın elin zile gider ama aklına evde kimsenin olmadığı gelir bir anda, başından aşağı kaynar sular dökülür, baka kalırsın kapıya doğru… Anahtarı kapına takıp açarsın sessiz yuvanın kapısını… Seni kapıda karşılayan kimse yoktur, sıcak, mis gibi kokan yemek kokuları da yoktur, hatta bir ışık bile görünmez içerilerden… Işığı yakar usulca sızarsın içeriye, bir hayalet misali, koridoru geçersin evin tüm ışıklarını yakarak! Üstündekileri çıkarır askıya asar odana doğru ilerlersin, ama seni bomboş, soğuk bir odada her zamanki yerlerinde duran eşyaların karşılar! Öylece bakakalırsın bir an… Sonra her zaman yaptığın gibi televizyonun düğmesine basarsın sana bir ses, bir nefes olsun, arkadaşlık yapsın diye… Fatmagül’e ne olduğunu, Feriha’nın ne yaptığını izlemeye koyulursun, ne de olsa bir ses, bir nefestir senin için gene de onların yaşamlarını izlemek…

            İzler durursun ama gene de boştur içinde bir yerler, gözlerin bakar seyreder ama, kafan, düşüncelerin başka yerlere kaymıştır bile çoktan. Çocuklarının resimlerinin asılı olduğu yere doğru bakarsın, için burkulur bir an! Sonra derin bir iç çekersin…’’ Olsun, uzakta olsalar da canları sağ ya, varlar ya dersin,, Bazen seslerini duyup rahatlamak istersin, eline telefonu alıp bir deniz gözlünü, bir de yosun gözlünü ararsın… Seslerini duyar ne yaptıklarını öğrenirsin telefonu kapatmak zor olsa da, öptüm oğluşum, kendine iyi bak Allaha emanet ol der kapatırsın telefonu… Sonra hayat arkadaşını ararsın, nasılsın ne yapıyorsun diye sorarsın? Tamam, işte onunla da konuştun öğrendin herkesin iyi olduğunu! Bazen anneni, babanı, kardeşlerini, yeğenlerini ararsın ama çoğu zaman artık eskisi gibi olmadığını ve kimseyle konuşmak istemediğini fark edersin, bazen de çalan telefona korkar gibi bakarsın konuşmak istemediğin için…

Canın sıkılır bazen meyve yersin, bazen kuru yemiş ama onların bile yalnızken tadı olmuyor biliyor musunuz? Bazen isteksiz isteksiz el işi yapmaya çalışırsın, çünkü onlarında bir anlamı kalmamıştır artık! Saatler ilerler durur, bazen 01.00 olur bazen 03.00-04.00 belli olmaz, çünkü yalnız kaldığın odalara girip yatağa yatmak istemez canın… Kimi zaman koltukların üzerine kıvrılırsın, kimi zaman uyku bastırır sersem sersem kalkar buz gibi yatağına girer ve karmakarışık rüyalarının başladığı uykuya dalarsın…

BELKİ SABAHA SAĞ OLARAK KALKABİLECEĞİN, BELKİ DE SENİN CESEDİNİ BULABİLECEKLERİ YENİ BİR GÜNÜN YOLCULUĞUNDA İLERLER GİDERSİN…

                                                                                                             

                                                                                                               08-04-2012

( Yaşamımdan Bir Gün İşte başlıklı yazı SakineBAHADIR tarafından 7.04.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.