Bırak, senin yerine hiç durmadan konuşsun
Yüreği tanımayan şifa bulmamış diller…
Onlar ses bombalarında paramparça oldukça
Sen yolundan çekilme,
Fısıldayan şu gönlü okuyabilmen için
Bırak, senden önce davranıp adımlarını atsın
Denizin kıyısına bir lahza varamamış ayaklar…
Onlar patırtılarla etrafta dolaştıkça
Ellerinle küreğe asılmaktan usanma,
Bırak, senden geçmeyen şen kahkahalar
Doldursun anlamsız duvarları…
O serseri nağmeler kah sızıp kah taştıkça,
Sabrettiğince terle,dilediğince ağla.
Sen ömrünün kalesini sapasağlam ördükçe
Taşırsın yüreğinin hiç bitmeyen gücüyle
Alnına damga vuran ölümsüz tuğlaları…
Bırak, çığlıklar atsın “ben burdayım” diyenler…
Onlar sahnelerinde çemberi çevirirken
Sükût içinde yürü, senin olsun tarlalar…
Başaklarda gizlenen varlık hazinesine
Bırak, o şaşkın eller sırayı çiziktirsin
Temizlenmek içindir dirsek konan sıralar…
Ya hikayesi olmayan karalar sıraları
Unutma ki güneşle temiz kalan yüreğim!
İçinden hikayene yansan da alev alev
Hikayeni süzerek hayatın imbiğinden
Yazarsın mavi göğe ışıyan mısraları
Hikayen yaşadıkça ey kanayan şu dilim!
Bırak, çatık kaşların fersiz göz açıkları
Sen yolunda giderken köşe başını tutsun…
Yürekli ol şu canım!
Gözlerini semaya, gönlünü tek duaya
Sonsuz azimle aç da
Bırak, bırak kendini yürek!
O öyle bir sestir ki
Sesini sen duyarsın, bir de…
Bir de, “ Sen, Yüreğimsin!” diyen…
Âlemin duymadığı bu sesle dolsun bahçen,
Bırak, bırak kendini yürek!
Rânâ İSLÂM DEĞİRMENCİ