Yıl bin dokuz yüz altmış beş
Cehennemin demir kapısı söküldü önce
Döküldü tutuklu suçlar tozlarla birlikte
Balyoz sesleri çınlattı taş duvarları
Acı anılar saklandı birer birer
Kimisi gözyaşına
yüklü, kimisi hasret kokan
Katli vacipti artık
Yıkılacaktı.
Amansız kavgaların tozuydu ortalığa saçılan
Nefret, kin ve öfkenin ayak izleriydi
Sonu kanla biten öyküler sarmıştı her yanı
Nice ayıplar vardı nice günahlar
Bir asırlık taşlarda
Dökülüyordu her balyoz darbesinde
Kanunun sözleri sürünüyordu yerlerde
Ve ithamlar
Ve yalanlar
Ve ölüm
Bitip tükenmeyen…
Gömleğini çıkarttı gökyüzü
Kirlenmişti, utanıyordu
Bulutların arkasına saklandı güneş
Yeşilırmak’tan yeşil şiirler fışkırdı
Yükseldikçe solarak
Hüzün yağdı yalı boyundaki çatılara
Kuş evlerinde kuşlar üşüdü.
Boynunu büktü Harşena
Bütün ihtişamına rağmen
Dağlar bile delinmişti
Duvar mı yıkılmayacaktı
Nelere şahit olmamıştı ki zirvesinden
Kana bulanan ellerin gökyüzüne açılışını görmüştü
Annesinin suçunu çeken çocukları
İdamlıkların pişmanlığını
Yalnızlığa terk edilenlerin gözyaşlarını…
Dökülüyordu taşlar kazma darbeleriyle
Dökülüyordu kaybedilen umutlar
Yayılmıştı şehrin üstüne
Yaşarken özgürlüğü tatmayan ruhlar.
Yüz yıllık çığlıklar
Yüz yıllık haykırışlar
Ve inlemeler ve güneşe hasret yüzler
Karıştı enkaza
Şehir rahattı artık
Göbeği çatlamayacaktı
Nefretle bakmayacaktı yanından geçenler
Titremeyecekti Hükümet Köprüsü
Geceleri korkudan.
Yok olmuştu cürümhane
Kuşlar cıvıldaştılar
Yıkılırken hapishane…