Gönül ki içinde bir ateş yanar, har har sakın onu
Avuç içi kadar yürek ile ölçüp bir kandil
sanmayınız
Böyle bilerekte aldanmayınız
Gönül ki bir ülkedir umman umman ve
yangın bir uçtan bir uca
Bütün kentleri gönülleri yalayıp
yutmaktadır.
İsterseniz bu yazıyı bir de ateş
denizlerini
Gözünüzün önünden ayırmayarak
okuyunuz
Ta ki kendi yangınınızı ve
ateşinizin
Cesametini(Büyüklük, irilik ile)
görebilesiniz.
Nitekim insanın maddesi ile manasını da birbirinden ateştir ayıran.
Ateştir ki gönülleri yakan muhabbetle
buluşturan
Sevgi ile kucaklayan
Merhamet ile kucaklayan
Dertler için bir olan
Dertleri saran beraberce
Sancıları duyan beraberce
Yine ateştir ki
insanı acılar, ayrılıklar ve azaplarla harmanlayıp pişirebilir
Sonuçta kirlerinden arınan insan İlahi tecellilere hazır hale getirir
Bu hâlin devamında insan
Semenderleşir(Ateşte yanmadığına,
hatta ateşi söndürdüğüne inanılan efsanevi)
Ve ateşte yanmaz olur,
belki ateş onun için bir lezzete dönüşür bu gönüldeki aşk ile
Değil mi ki bütün azapların sonunda lezzete çıkan bir kapı bulunur.
" Ey zevk ve lezzete müptelâ
insan! Ben yetmiş beş yaşımda,
Binler tecrübelerle ve
hüccetlerle ve hadiselerle
Aynelyakin(Gözle görerek bilmek
anlamında bilginin ikinci mertebesidir) bildim ki,
Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve
kedersiz sevinç ve hayattaki saadet
Yalnız imandadır ve iman
hakikatleri dairesinde bulunur.
Yoksa dünyevî bir lezzette çok
elemler var.
Bir üzüm tanesini yedirir, on
tokat vurur gibi,
Hayatın lezzetini kaçırır der üst
ad" Bediüzzaman Said Nursi Hz.
Bu ilahi aşkı ile bu gönül ile
Ateş, su ve ahlak bir yolda
buluşmuşlar.
Tanıştıktan sonra bir muhabbete
tutuşmuşlar.
Başlamışlar kendilerini
tanıtmaya.(2)
Ateş başlamış söze
Bendeniz ateş: Ben demiş kimi zaman karanlıklarda,
Kimi zaman soğuklarda ısınmaya
sebebim.
Kimi zaman güneşim,
Kimi zaman bir kor parçasıyım
Yakarım hoşuma gitmediğinde önüme
ne gelirse.
Çok iyiyimdir.
Benden çok kere istifade
edilebilir der ve ekler ateş
Fakat bir sinirlenirsem yakarım
etrafımda ne varsa kimi zaman
Yangın olurum ansızın yakalarım
en boş anlarda der.
Onun için benimle aranızı iyi
tutun der.
Su başlar söze:
Bendeniz der su Hayat kaynağıyımdır.
Yokluğum çok kötüdür
Ben olmazsam yaşayamaz mahlûkat(yaratılmışlar)
Her hayatta ben varım der
Benim olduğum yerde hayat
Sonra başlar ateşin yaptığı gibi
zararlarından bahsetmeye.
Fakat der ben bir kızarsam sel
olurum
Bazen bazen bir fırtınayla
gelirim ne varsa yutarım der.
Onun için benle aranızı iyi tutun
der.
Sıra gelir Ahlaka
Bendeniz ahlak: Hayat düzeninde benim
yerim başkadır der.
Benim hiç bir kötülüğüm yoktur
Kimseyi de tehdit etmem der.
Sonra ateş girer söze
ben bu arkadaşlığı çok sevdim der.
Hani olur da bir gün birbirimizi
Kaybedersek nasıl buluşacağız
der.
Su derki beni kaybederseniz eğer bir yağmur gördüğünüzde kaçmayın
Yaklaşın ben orada olurum der.
Ateş derki beni kaybederseniz eğer bir duman görürseniz,
Bir sıcaklık hissederseniz hemen
gelin ben orada olurum der.
Sıra gelir ahlaka söylediği söz çok manidardır.
Siz siz olun beni sakın kaybetmeyin der.
EĞER beni bir defa kaybederseniz bir
daha bulmanız mümkün olmayabilir.(2)
Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri
insanı en güzel takvim üzere yaratmış,
Onun için insana âlem- i asgari(en küçük) denilmiş
İnsan(1) cismani ve ruhani olarak bütün mevcudatın
Hülâsasıdır(Özet, fezleke )
ve bu kâinat manzumesinin
içinde sedefin ihtiva ettiği nefis bir
inci mesabesindedir(Derece,
değer, ).
Ve Cenabı-ı Hakk hazretleri bütün
mükevvenatı(Yaratıkların bütünü)
Cemadat (cansız varlıklar), nebatat ve mahlûkatı(Var olan şeyler, varlıklar)
insana hâdim(hizmet eden,
hizmetkâr) kılmıştır.
İnsan kendi kıymetini ve mesuliyetini idrak
ettikten
sonra himmet ve gayretini
yükselterek
Lâyık, yüce mertebelere yönelmelidir
bu gönül ile şevk ile
O da kesiksiz daimî olarak tevazu(
alçak gönüllülük ) üzere tam kulluktur zevk ile
Lakin pek az kimse; yalnız Halik(Yaratan) teâlâ hazretlerinin irfan verdiği
basiret ehli olanlar bu inceliği
kavrarlar iman ile imanı ile
kendi mükerremliğini( şerefli ve onurlu olarak )
idrak ederek hayatları müddetince
eksiksiz olarak
kulluk etmeğe sa'y ü gayret
ederler imanları ile
Yüce Rahmanın yardımı ile
"Mürid" sadık olan
tâlib demektir.
Allahü teâlânın sevgisi ile ve
O'nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır.
Her işinde Allah'dan korkar, titrer,
iman ile arzu ile sevdiğini incitmemek
adına
Allah teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri
yapmak için çırpınır zevk ile sefa ile
Pişman olmak, dönmek adına tövbe ile
Rahmanın kapısını tevazu ile çalar ve
Bilir bu Rahmanın ayetlerini
"Ben tövbeleri çok
kabul eden, çok merhametli olanım." (Bakara, 2/160).
Allah'ın tevvâb ismi;
duadan veya tövbeden veya tövbe emrinden sonra zikredilmiştir:
"Âdem Rabbinden bir
takım kelimeler aldı ve O'na tövbe etti.
Çünkü O Allah, tövbeyi
çok kabul eden,
Çok merhametli
olandır." (Bakara, 2/37),
İbrahim ile İsmail
"... Bize ibadet yerlerimizi göster, tövbemizi kabul et.
Çünkü sen tövbeleri çok
kabul eden,
Çok merhamet
edensin." diye dua etmişlerdir. (Bakara, 2/128);
"Rabbini hamd ile
tesbih et ve O'ndan mağfiret dile.
Çünkü O, tövbeleri kabul
edendir." (Nasr, 110/3).
Her işinde sabır eder ve affeder,
Bilir ki Rahman, olan
Kâbilü't-Tevbi(insanın, tövbeleri
çok kabul eden anlamında Allah'ın sıfatıdır)
Olan Rahman Herkesi bağışlar iken
ben kul olarak neden
bağışlamayayım
İnancı ile bağışlar iman ve imanı
ile
Her geçimsizlikte, sıkıntıda
kusuru kendisinde görür.
Her nefeste Allah'ını düşünür.
Gafletle yaşamaz, kimseyle
münakaşa etmez.
Bir kalbi incitmekten korkar.
Kalpleri Allah'ın evi bilir.
Ashabı-ı kiramın hepsini (radiyallahu
teâlâ anhum ecmain) diyerek iyi bilir.
Hepsinin iyi olduğunu söyler.
Muhakkak istikamet, sevgi ve şefkat yoluna yönelmesi gerekir.
Bunlarla muttasıf olan salik (yolcu olan), herkesi sever,
şefkat gösterir bu nedenle kalbindeki paslar silinir.
Herkesle geçimli olur; çünkü şefkatlidir, mütevazıdir.
İbadetlerinde kusur etmez; çünkü Allah'ı sever ve Allah'dan korkar.
Muamelâtı temizdir; çünkü bilir ki muamele temizliği imandan gelir.
Haramdan sakınır; çünkü bilir ki haramla kazanılan rızık
insan için manevi zehirdir.
Akranlarını sever ve onların hizmetinde olur;
çünkü bilir ki onları sevmek
Üstadını sevmektir,
onlara hizmet etmek Üstada
hizmet etmektir,
Üstada hizmet etmek ise Allah’ı
sevmektir.
Ahlâkı güzelleşir hep iyi huylar kendisinde tecelli eder;
Bunlar da, evradını(vazife olarak devamlı yapılan ibadet, tesbih ve dualar )
büyük bir agâhlık(haber, bilgi, malumat ) içinde yapıp,
Manevi sohbetlere devamla elde
edilir.
Haset, nifak, gıybetçilik, baş olma hırsı,
tecessüs, sû-i zancılık gibi
kötü huylar kaybolur.
Ancak böyle salikler sevilir ve korunur.
Böyleleri mürşitlerinin gönüllerine
girer,
sevilir ve iltifatına nail olurlar.
İbrahim Düssukî -kuddise sirruh- hazretleri:
Daha bu yola ilk giren kimse için şöyle anlatırdı:
Yeni mürit ki; daha ilk halinde şer’i emirleri gözetir
Ve Kur'an emrine göre hareket
ederek, emri nehyi bilirse.
Onun gönlüne hakikate doğru
bir yol açılır... Hem de sahte değil hakiki...
Şayet işin başında olan müridin hali anlattığımız gibi olmazsa
yani ne emre uyar; ne de yasak
tanırsa,
Onun gönlünde hakiki bir fetih
olmaz.
Bir şeyi anlatmak, hiçtir.
Anlamak icab eder.
Hiç bir zaman için anlatan; anlattığı
mananın marifetine eren,
Onun tam hâmili olduktan sonra
konuşan gibi olamaz.
Anlatmak istediğim makama, bazı müşahede ehli olan kimseler de ermiş
değildir.
Şöyle ki bazı Hakk’ın yardımına nail olup bir müşahede
âlemine geçenler de vardır.
Ne var ki bunlara:
O, erdiğin makamı vasfet dense yapamazlar,
çünkü hakiki ve eksiksiz bir
zevke sahibi olamamışlardır.
Bundan sonra her müskil; onun
önünde çözülür,
Her tılsım açılır ve müphem bir mana taşıyan
Her şey kendisine anlatılır...
Şayet isin basında olan müridin hali
Anlattığımız gibi olmazsa,
Yani ne emre uyar; ne de yasak tanırsa,
Onun gönlünde hakiki bir fetih olmaz.
Ancak onun anlattığı, bazı sözleri
Ezberden ve sıralamaktan
ibarettir,
Ya da onun isi, bazı zatlardan duyduğu
Ulvî makamları vasfetmekdir.
Hâlbuki ikinci derecede sayılan hal,
Bir hakiki fetih değildir.
Hatta böyle bir hal idrak
edilmesi gereken
Şeylere karsı bir idraksizliktir.
Hakiki idrake perdedir...
Sonra Hakkin ihsan edeceği ilimlere
karsı bir hicaptır.
Bir şeyi anlatmak hiçtir.
Anlamak icap eder.
Hiçbir zaman için anlatan;
Anlattığı mananın marifetine
eren,
Onun tam hâmili olduktan sonra konuşan
gibi olamaz.
Anlatmak istediğim makama,
Bazı müşahede ehli olan kimseler
de ermiş değildir.
Söyle ki bazı Hakkin yardımına nail olup
Bir müsahede âlemine geçenler de vardır.
Ne var ki bunlara:
O, erdiğin makamı vasfet dense yapamazlar,
Çünkü hakiki ve eksiksiz bir zevke sahip olamamışlardır.
Bütün bunları anlatmaktan kastım odur ki cümle evlâdım zevk ehli olalar.
Zevk-i manevi(3)Tasavvuf; bazı
tasavvuf münkirlerinin tarif ettiği gibi,
Hayaller âlemi değildir. “Eşek
rüyasında hiç Hindistan’ı görebilir mi?”
“Hindistan’ı rüyada görebilmek
için fil olmak gerekir.
Zira Hindistan, filin
anavatanıdır” diyor Hz. Mevlana.
Tasavvufta keşif ve keramette
bulunur ama tasavvufun amacı bu değildir.
Tasavvufun amacı ihlâsı elde edip
Allahu telanın rızasına ermektir.
Haller ve keşifler
amaç araçtır.
Bidayette bazı tasavvufi halleri
yaşamadan
Kişi ihlâsı nasıl yakalayabilir
bu mümkün mü?
Keşif; Hak teala başkalarına rüyasında
gösterdiği şeyleri,
Veli kuluna uyanıkken bir
dalgınlık esnasında gösterir.
Bunlar ya olduğu gibi gerçekleşir
veya rüya gibi tabir edilir.
Görülen eşyalarda nur tecellileri
bulunur ki,
Bu nurların kişiye verdiği zevk
ve tat, daha önce
Bir benzerinin tadılmadığı türden
olan bir tattır.
Şekeri, balı yersin onun
zevki bir kaç saniye sonra geçer,
Ama bu ilahi nurun tadı sufide,
günlerce, hatta bir ömür boyu kalabilir.
Tattın fazlalığı halinde seker
denilen ilahi sarhoşluk hâsıl olmaktadır.
Bu sadece tat değil kokuda
olabilir. Ama bu güzel koku
Dünya kokularının cinsinden
değildir.
Allahın Rasulü(s.a.v.) : “Eğer
ki, Âdemoğlu âlemi melekûttaki
Tatları tatmış
olsaydı dünyadan(kalbi) meşguliyetini keserdi.”
Diye buyurarak bu ilahi nurların
zevkinden haber vermektedir
Bunu tadanlar, bunun
şahitleridir.
Şunu da belirtelim ki; Allahu tealanın muhabbetine
Ermenin tadı yanında bu tatlar, tat
bile değildir.
Hepimize hidayete ve yardım
ve başarı Allahu tealadandır.(3)
vasfeden, anlatan değil.
Sonra ilimleri esas, Rabbanî kaynaktan alalar,
dillerden, satırlardan ve
kâğıtlardan değil.
Tasavvufun dikkat edilecek tarafı odur ki,
insan sıfat ve sîret(Ahlâk, gidişat,
hal, hareket, tavır, yaşayış )
bakımından ince ola
yani ahlâken zarif ve kibar ola özünde;
Her gün birbirinden üstün, tecelliye
ere ve terakki kaydede
bunlar da acele ile olmaz, yavaş
yavaş... yani tedrici(yavaş) bir şekilde.(1)
NOT: Kelimelerin ve sözlerin
açıklaması sözlük açıklamalarıdır biline.
Kaynak
2-http://www.dervisinfikri.com/hikayeler/11159-ahlak-su-ve-atesin-arkadasligi.html