Tekrar uyandığında, yaşayabileceği travma düşünülerek
gerekli tedbirler alınmıştı.
Gecenin geç saatlerinde gözünü açtı.
Bu defa yanında Necat Üsteğmen'den başka,
bağlı bulunduğu birlikteki komutanı Albay Nurettin beyi
de gördü.
Uyandığını gören Üsteğmen hemşireye haber vermek
üzere hızla odadan çıktı.
Albay Nurettin bey ise Zafer'in yanına yaklaştı ve
alçak bir sesle:
-Geçmiş olsun yüzbaşım, başın sağ olsun.
Zafer konuşmaya çalıştı:
Fakat sadece Albayım diyebildi ve gözyaşlarına boğuldu.
Albay yanına iyice yaklaştı. Elini Zafer Yüzbaşının başına
koydu ve sen askersin yüzbaşım, metin olmalısın dedi.
Az sonra Üsteğmen Necat yanında iki hemşire ve psikolog
doktorla birlikte tekrar içeri girdi.
Zafer artık yüzünü içeridekilerden saklamaya çalışarak
sessizce ağlıyordu.
Albay tekrar yanına yaklaşarak Zafer'in elini yüzünden
çekti ve:
-Sana metin ol derken, ağlama demek istemedim.
Kolay değil yavrunu kaybettin sen.
Ama eşini de düşünmelisin.
Sen babasın, o da bir anne, biz erkekler, hele bir de
askersek daha metanetli olmalıyız. Değil mi ama?
Şimdi bizler dışarı çıkıyoruz. Doktor bey seninle özel
görüşecek. Gerekirse uzun süreli bir tedavide göreceksin.
Zafer Albaya doğru baktı ve yine sadece Albayım
diyebilecek kadar güç buldu kendinde.
Diğerleri dışarı çıkarken, Psikolog doktor hemşireden
bir iğne daha yapmasını istedi. Fakat genç adam
o kadar güçsüz düşmüştü ki, bir iğne daha yapmayın
diyecekti, bunu söyleyecek gücü bile bulamadı kendinde.
Onun bu durumunu fark eden doktor iğne yaptırmaktan
vazgeçtiğini söyledi ve şu anda konuşacak durumda değil
zaten. Benim de bir faydamın dokunacağını sanmıyorum.
En iyisi biz bu işi yarına bırakalım diyerek odadan ayrıldı.
Az sonra tekrar odaya gelen Albay Nurettin ve Üsteğmen
Necat, Zafer'in tekrar uyumuş olduğunu gördüler.
Bir müddet sonra Albay da hastaneden ayrıldı.
Artık Zafer'in başında sadece Üsteğmen Necat kalmıştı.
O günden sonra Zafer normal tedavisi yanında, sürekli
psikolog doktorunda kontrolü altındaydı.
Hastanede yattığının sekizinci günü sabah saatlerinde
eşi Nesrin kolunda bir hemşire ile birlikte yanına geldiğinde,
boğazına bir şeyler düğümlendi. Ama ağlayamadı.
Çünkü Nesrin o kadar kötü durumdaydı ki, bir hafta içinde
inanılmayacak derecede kilo vermiş, adeta avurtları çökmüş,
gözlerinin altı morarmıştı. Ancak hemşirenin yardımı ile
ayakta durabiliyordu.
Zafer zor da olsa yerinden doğruldu ve zorlukla konuştu:
-Canım, bir tanem hiç iyi görünmüyorsun. Neden geldin?
Keşke beni senin yanına getirselerdi.
Nesrin boş gözlerle ona doğru bakıyordu.
Bu durum Zafer'i daha da korkuttu.
Hemşireye döndü ve:
-Neyi var hemşire hanım? Neden konuşmuyor?
Hemşire Nesrin'i sandalyeye oturturken cevap verdi:
-Çok halsiz, kolay değil, ikiniz içinde hiç kolay değil.
Ama o daha kötü durumda. Israrla gelmek istedi yanınıza,
yoksa birbirinizin yanına gidecek durumunuz yoktu.
O ana kadar sessizce durup, boş boş bakan Nesrin
birden bağırarak ağlamaya başladı ve haykırdı:
-Ben sebep oldum Zafer, ben sebep oldum.
Oğlumuzu ben öldürdüm. Hiç affetmeyeceğim kendimi.
Keşke ben ölseydim onun yerine.
Hemşire Nesrin'in ellerini tuttu, sakinleştirmeye
çalıştı fakat genç kadın daha fazla dayanamayarak
orada bayıldı.
İlk müdahale yapıldıktan sonra, tekrar odasına
götürdüler.
-Kaç gündür ağlayamayan Zafer'de artık gözyaşlarına
boğulmuştu.
Biraz sonra yapılan yeni bir iğne ile derin bir uykuya daldı.
Zafer hastanede yirmi iki gün yattı. O taburcu oldu ama
Nesrin’in durumu hiç iyi değildi. Genç kadının fiziksel tedavisi
tamamlandıktan sonra, İstanbul'a Ruh ve Sinir Hastalıkları
Hastanesine sevk edildi.
Devam edecek
Yazan ve Seslendiren Mehmet Fikret ÜNALAN