“Fitne uykudadır, uyandırana
lanet olsun” der Allah’ın Habib-i Ekrem’i…
Nedir fitneyi uyandırmak?
İnsanların akıllarını, kalplerini hak ve
hakikatten saptıracak, onları birbirine düşürecek kadar alçalıp kargaşalar
çıkarmak kimin işine gelir?
Kimdir gözyaşından, kandan, acıdan
beslenenler?
Başkalarına karşı ölçüsüz bir üstünlük
taslayanlar, ırkçılık yapanlar… Makam, mevki ve iktidar hırsına düşenler…
İnsanlar gaflet uykusuna
dalınca fitne uyanır. Fitne uyanınca huzur gider, bereket kaybolur. Yokluklar,
haksızlıklar, cinayetler, irtikâplar çoğalır.
Bulutlar bela yağdırır
şehirlerin üzerine… Yarınlar görünmez olur ufka çöken karanlığın ardında. Korku
hüküm sürer yüreklerde. Peygamberi bir anlatımla fitnelerin zulmeti, ortalığı
karanlık gece gibi yapar. O zaman dinin, namusun, iyiliğin muhafazası için
sabretmek, avuç içinde ateş parçasını gizlemekten farksız olur. Kişi fitneler yüzünden kardeşinden,
babasından, evladından, eşinden, dostundan ayrılır.
İlk fitne Kabil’e Habil’i
öldürtür. Sonra insanın insanı öldürmesi savaşlara kadar uzanır. Oysa Kur’ân’a göre “fitne, adam öldürmekten daha
kötüdür.” (Bakara sûresi: 191)
Fitneleri ortaya çıkaran en büyük araç şüphesiz
kılıçtan keskin olan dildir. Fitne; asılsız haberler, iftiralar ve dedikodular ile
kulaktan kulağa, haneden haneye, gönülden gönüle bir virüs gibi yayılır. Kimi
avare insan da duyduğu bu aslı astarı olmayan şeylere bir sürü ilaveler katarak
fitnenin dallanmasına, budaklanmasına vesile olur. Günümüzde medya bunun bir
aracı olur. Katili maktul, zalimi mazlum, hırsızı mağdur yaparak insanları
yanıltır.
Provokasyon
kelimesinin bir anlamı da fitne ile insanları yanlış yönlere, yanlış
hareketlere kışkırtmak demektir. Oysa bunlar Allah’ın yasakladığı fiillerdir. Peygamberimizin
“her duyduğunu başkalarına söylemesi kişiye
günah olarak yeter” sözüyle ikaz ettiği bir hastalıktır.
Gerçek bir mü’min;
her söylenene, fitne ve şâyialara itibar etmemek, duydukları sözleri ve
karşılaştığı hadiseleri araştırmak, tahkik etmek ve gerçeği aramakla
mükelleftir. Zira Hucurat Suresi 6. ayette;
“Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir
haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa
gerçeği bilmeyerek bir takım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza
pişman olursunuz” buyrulmaktadır.
Fitne uyanınca kimi zaman akıntıya kapılan kütükler gibi bizler de
kapılıp gideriz onun önünde... Ama akıntıya kapılanın ahiri çamura, çökeğe
saplanmaktır. Sudaki balıkların deryadan habersiz olması gibi bizler de fitnelere uyarak birbirimize düştüğümüzün farkında olmayabiliriz
belki.
İşte o zaman yapılacak şey itidalli olmaktır. Unutulmamalıdır ki aşırılık
da, eksiklik de adaletsizlik üretir. Hislerimizi, heyecanımızı, tepkilerimizi
aklın, mantığın, iz’anın, imanın terazisi ile tartarak hareket etmek
vazifemizdir.
Öfke;
fitnenin dizginsiz atıdır. Ona binenin menzili felakettir. Öfke ile kalkan
zarar ile oturur. Fitne öfkeyi, öfke benliği fişekler. Benlik kibrin
münadisidir ve kibre kapılan herkes helak olmaya mahkûmdur. Zira büyüklük
Allah’a mahsustur ve tekebbür eden kişi şirke bulaşmış demektir.
Yükselme hırsı, makam sevdası, insanlar
üzerinde tahakküm kurma isteği gibi düşkünlüklerimiz içtimai hayatımızda bizi
fitnelere duçar olmaya sevk eder. Kötü arkadaş da insanı yoldan çıkaran en
büyük etkendir. Kişinin istişare ettiği, yol arkadaşlığı yaptığı, görüştüğü,
konuştuğu arkadaşı sağlam, güvenilir, mert olmalıdır. Yalancı, ikiyüzlü, yağcı,
yalaka tipler sizi gaza getirip nefsinize hoş gelecek şeylerle kandırdığında
trenin raydan çıktığı gibi farklı mecralara gidersiniz.
Elbette hedefleriniz, planlarınız olacaktır.
Hedefe ulaşmak için yürüdüğümüz yolda elbette birileri yolunuza engel olmak
isteyecektir. Ancak bizler hep pirincin içindeki siyah
taşları ayıklamaya çalışırken pilavda dişimizi kıran beyaz taşlar olduğunu asla
ve asla unutmamalıyız.