Bugün Pazar.
Beyaz örtü sokaklardan kalkmaya başlamıştı. Sokakları doya doya örtmüş,
veletlerin eğlencesine ortak olmuştu. Lakin artık gitme zamanı gelmişti. Beyaz
örtü, nöbeti güneşe devredecekti.
Bugün güneş
daha canlı, daha sıcak, daha içtendi. Onu gören neşeleniyor, kimse beyaz örtünün
gidişine üzülmüyordu. Camı açtım. Pür dikkat bir duruşla etrafı dinledim;
kuşlar adeta neş’e ile sohbet ediyor, güneşin yeniden doğuşunu kutluyorlardı.
Yapraklar beyaz örtü ile vedalaşıyor, rüzgâr ile buluşuyorlardı. Bu ne muhteşem
bir ahenk, bu ne muhteşem bir nizamdı! Saatlerce orada durup, huş’u ile
kendimden geçmek istediysem de annem müsaade etmedi. “Sofra hazır, haydi
yemeğe.”
Bugün nehir
durgundu. Dün sınırlar zorlanmış, nehir adeta taşmıştı! Kahvaltımı yaptıktan
sonra annemle birlikte bir kilometre ötede komşunun evine gittik. Evi
gördüğümde şaşırmıştım; Evin çatısında, önünde beyaz örtü dünkü gibi duruyordu.
Korkmuş ve anlam verememiştim. Zira bizim mahallede çiçekler, böcekler şarkı
mırıldanırken, bu evin çevresinde sessizlik hâkimdi. “Oğlum hadi, ilk defa mı
geliyorsun? Ne oldu sana?” dediğinde bir anda dalgınlığımdan uyandım ve çekinerek
evin kapısına doğru yol almıştım.
Evin kapısına
geldiğimde kalbim daha da hızlı atmaya başlamıştı. Anneme hak verdim. İlk defa
mı geliyordum sanki. Gerçekten ne olmuştu bana! Annem zile bastı. Biraz
bekledik, açan olmadı. Tekrar bastı, bekledik, kimse açmadı. Annem şaşırmış
kendi kendine “Allah Allah bunlar evden dışarı çıkmazlardı” derken tekrar bastı
zile. Yine açan olmamıştı. Ben “Hadi gidelim anne korkuyorum!” dediysem de, bu
demem annemin merakını daha da arttırmıştı. Bir üst kattaki komşunun ziline
bastı. Annem “Fatma Hanım, Hayriye hanımlar nerede? Zile bas bas açan olmadı!”
dediğinde, Komşudan “Hayriye hanımlar bir hafta önce evden ayrılmak zorunda
kaldılar. Kirayı ödeyemiyorlardı. Köyüne, Isparta’ya döndüler.” Cevabını alınca
şaşkınlığı artmış birkaç dakika sonra da o şaşkınlık hüzne dönmüştü. Annem de
yardım etmek için gelmiş, lakin geç kalmıştı. Aslında gidecekleri aklının
ucundan bile geçmiyor, geçse bile haber vereceklerini tahmin ediyordu. Annem
“Haydi eve dönelim” dediğinde sevinemediğimi anımsadım, aksine esefle evin
yolunu tuttum…
Hayriye Hanım’ın küçük kızı Zehra da yoktu
artık.
Mahalleye
döndüğümüzde, kuşlar susmuş, yapraklar hışırdamıyordu. Gözlerime beyaz örtü
inmiş, güneş ısıtmıyor, tir tir titriyordum. Yorganın altına girdiğimde
titremelerim azalmış, düşüncelerim çoğalmıştı.
“Ey nehir,
ne oldu sana? Sessizliğe gömüldün.
Sevgi ile
coşar, aşk ile yanardın, bugün söndün.
İçinden taş mı aldılar? Neş’en gitti, üzüldün.
Ah nehir şelale çok mu yakın? Küçüldükçe küçüldün!”
İşte! O taş
ayrılmıştı mahalleden ve ben Per perişan bir halde onu bulacağıma kendimi
inandırıp, nehri biraz olsun canlandırmıştım!
Yazarın
Önceki Yazısı