Bugün
cumartesi. Tatilin ilk günü. Neş’e ile yatağımdan kalktım; elimi, yüzümü adeta
buzlu su ile yıkadım ve işte o zaman uyandım. Pencereye doğru yöneldim ve
gördüm; etrafı bembeyaz örtü kaplamış ve o örtü dokunulmamış, ellenmemiş tüm
doğallığı ile duruyor, aşk ile beni yanına çağırıyordu. Ellerim ve yüzüm o anda
ateş atmıştı. Heyecanlanıyor ve şaşırıyordum: Annemi, ardından da babamı sanki
kırmızı kar yağmışçasına uyandırıyordum: “Kalkın, kalkın dışarıya bakın
çabukkk!”
Mütemadiyen
böyle kalmalıydı bu örtü. Dışarıya çıkılmamalı, ayak basılmamalıydı. Uzaktan
seyredilmeli, saatlerce, bıkmadan, usanmadan izlenmeliydi. “Sükûnet içerisinde
seyretmeli, seyir bitince sükûnet aşk'a dönmeli!” dedim sonradan kendi kendime.
Kahvaltımı yaptım. Artık içim de ısınmıştı. Eldivenlerimi, atkımı aldığım gibi,
kendimi, uçsuz bucaksız beyaz örtünün zerresine attım.
Bugün
gökyüzü de memnundu; uçsuz bucaksız beyaz örtüyü seyre dalmış, daldıkça
gözünden beyaz gözyaşı akmış. Akmış akmasına lakin, akşam olmuş sevinç
gözyaşları hüzün olmuştu. Zira heybetli bakışı kör olmuş esefle kararmıştı.
Gülerek
yapılan nadir savaşlardanmış kartopu savaşı. Ellerini, ayaklarını, burnunu
hissetmediğin, lakin heyecanı tüm uzuvlarında hissettiğin sımsıcak bir savaşmış...
Bugün nehir
buz tutmuştu. Akmıyordu. Ne zaman akar?, ne zaman şelaleyi görürdüm? Bilmiyordum.
Şunu biliyordum; Örtü doğaya serildiğinde ve bizler örtüyü tüm zerresine kadar
kırıştırmadığımızda, şelale de görünmeyecekti!
11.01.2014 - 22:51 - 2/10