Altmışlı yıllarda babam kara denizin en ünlü Balıkçılarından sayılan Kazım kaptanın yanında çalışmakta idi. Babam Balıkçı motorları ile denize ava gitmezdi. Büyük Balıkçı motoru (şimdiki gemi dedikler) o zamanlarda (tarata ana motor) lar denizde balığı tespit eder,  ağı etrafına serer ve denizden balığı, hamsiyi çıkarır onu bekleyen taşıyıcı ufak motorlara yükler ve ne yakın limana gönderirlerdi. İşte o limanlarda balığın, hamsinin güvenilir biri tarafından boşalttırıp satışını gerçekleştirmesi aldığı parayı da hiç eksiksiz bankaya yatırması çok önemlidir.

           Kazım kaptan babamı çok defa denemiş dürüst olduğunu görünce de “bu işleri sen yapacaksın denize çıkmana gerek yok” demişti. Babamda avlanma sahası nereye yakınsa Karadeniz'de ne kadar iskele liman varsa dolaşmakta idi. Bu arada en çok Trabzon- Rize sahillerinde dolaşmakta idi.

          Bir gün Giresun’dan Trabzon'a gitmek için dolmuşa biner;  Tirebolu’ya varınca yaşlı bir adam küçük bir çocuk ile yanına gelir oda Trabzon'a gitmektedir. Babam selamlaştıktan sonra “adın ne benimki Ali” der. Adam “adım Mehmet” der. Babam   “bu çocuk torun mu” diye sorar

Mehmet Bey “hayır torun değil oğlum” deyince babam Mehmet beye bakar  “her halde uzun süre çocuğunuz olmadı yaşınıza göre çocuk çok ufak seni kırıyorsam beni bağışla” Mehmet bey gayet sakin “tasalanma Ali kardeş bu sorular çok soruluyor ben çoğuna cevap bile vermiyorum. Seninle yolumuz uzun sana hikâyemi anlatacağım” der.

         Mehmet Bey “dinle Ali kardeşim” der ve hikâyesine başlar. “ Tirebolu’nun varlıklı insanlarından birsiyim Allah bırakıp gidenlerden razı olsun adımız ağa çocuğu hiçbir geçim sıkıntımız da yok olmadı da. Babam ben tek olduğum için on altı yaşında evlendirdi. çocuklarımız olsun ocağımız boş kalmasın diye. Büyüğümüz sesimizi çıkaramadık zaten köy yerinde daha kadının erkeğin ne olduğunu anlamadan; sevgi aşk nedir bilmeden evlendik kadın bu eşimiz bu büyüklerimiz her şeyi iyi bilir dedik. Sevgimizi evimize yönelttik. Gerçi baban çok sert bir insandı öyle yaramazlık içki kumar berduşluk asla yapma şansım yoktu. yoksa kafamı koparırdı. Ara sıra köydeki arkadaşlar (ağa oğlu sen ananın süt kuzususun) deseler de ben aldırmadım-. Bir seferinde bu babamın kulağına gitmiş babam kahvede köylü ile otururken köylüye (çocuklarınıza hâkim olun beni kötüye zorlamayın çocuklarınızı adam gibi yetiştirin) demiş. Ondan sonra hiç kimse bana bir şey diyemedi. Gerçi o hızlı yaşayanları gördük hepside genç yaşta ya kazadan ya da kötü bir hastalıkta veya birleri tarafından vurularak hayat veda ettiler. Neyse evlendikten iki sene sonra bir oğlumuz oldu. Adını İmdat verdik babam annem kanatları olsa uçacaklardı. Bütün ilgileri İmdatın üstünde idi her şeyi bıraktılar. Bana (artık biz ihtiyarladık mal senin istediğin gibi idare et) dediler.  Bu arada benim askerlik çıktı babam göndermemek için çare aradı amma ben gideceğim dedim bahriye olarak gittim üç sene askerlik yaptım. Fakat babam zengin olduğu için asker olduğum gemi komutanını ayarladı ve izini çok kullandım bir kara görevi olsa beni gönderiyorlardı. En az yirmi günde yol izini veriyorlardı. Zaman bu gelip geçiyor askerlik bitti evime geldim İmdat artık büyümüştü önce Annam hastalandı Trabzon’da çok uğraştık amma çok geçmeden hakkın rahmetine kavuştu. Babam bir başına kalmıştı çocuk gibi oldu onu hiç incitmeden hanımımla baktık keşke yaşasa idi. Oda üç sene sonra vefat etti. Ali kardeş çok duasını aldım hiç hasta olamadım sebebini de annemin babamın duasına bağlamaktayım. İmdat askerliğini yapıp gelince; hamın (oğlanı everelim biz de iyice ihtiyarladık. Ben kendimi iyi hissetmiyorum.)  Araştırdık babası ölmüş dışarıdan bakınca dindar bir aile kızı kız da güzel İmdat a gösterdiler beğenmiş çok güzel bir düğün yaparak evlendirdik. Nede olsa bir oğlumuz var. Dedim ya bende bir tane idim.  Babamızdan ne gördüysek onu yaptık.

        Hanımım gerçekten tam bir Osmanlı kadını idi on bir sene önce birden rahatsızlandı Türkiye’nin en ünlü doktorlarına götürdüm lakin çare bulamadılar. Hanımım ( Mehmet bir oğlumuz malı mülkü onun üstüne yap ben ölmeden ne olur) dedi. Ben de daha çok erken ben bu gelinle ansına güvenmiyorum beni zorda bırakırsın dedimse de çok ısrar edince tutuk ne varsa İmdatın üstüne verdik. Çok geçmedi hanım vefat etti.

       Bir gün baktım bizim dünür kadın bizim eve gelmiş oturuyor. Hoş geldin dedim. Kadın oralı bile olmadı (sen kimsin) dedi sesimi çıkarmadım gelini bekledim. (Ne oluyor kızım dedim) gelin bana (senin neyin var burada da ev geliyorsun) demez mi? Başımdan aşağı kaynar su döküldü. Oğlumu bekledim eve gelmedi anladım ki bu iş iyi planlanmış. Oğlum ruhsatlı silahım olduğunu biliyordu odama gidip eşyalarımı topladım aldığımı eşyada ceza evinde bana yetecek kadar eşya idi. Tirebolu ya indim. Ortağı olduğum otele yerleştim.       İmdadın her zaman oturduğu bir kahve vardı. Biliyordum adım gibi emindim orada idi.

      Evden çıkarken dünürle geline (ben sağ olduğum sürece sizi bu evde oturtmayacağım ya hepinizi temizleyeceğim ya da başınızı alıp gideceksiniz) dedim çıktım.

      İmdat ı kahvede oyun oynarken buldum içeri girmeden kahveciye çağırttım. İmdat beni görünce rengi geçti belli ki evde olanlardan haberi var. Cebimden çıkardım iyi bir tabanca alacak kadar parayı eline koydum (  bak bu para ile git bir tabanca al yarın çarşıya gel beni vur yoksa ben seni vuracağım eğer vuramazsan yarın tapuya gideceğiz.    üzerinde ne varsa geri devredeceksin. Ya aldıklarını geri devredersin, ya da beni vuru kurtulursun veya ben üçünüzü de temizleyeceğim. Git hazırlığını yap) dedi. Ali kardeş oğlum bu ne biçim teklif nereden çıktı bu bile demeden arakasını döndü gitti. Biliyorum akıl alacağı kimseler vardı onlara gitti onlarda beni çok iyi tanıyorlardı geçmişte çok ders verdiğim benden tırsan insanlar. Oğlanın aklına girdiklerinden eminim ama ok yaydan çıktı bir kere. Tutup kendi böyle bir şey dese oturur konuşurdum kayınvalidesi ile karısını araya sokması işi bitirdi.

     Ertesi gün Tirebolu’ya geldi hiç konuşmadan doğruca tapuya gittik üzerinde ne varsa hepsini tekrar bana devretti ve çıktık. Ona (bak oğlum seni tüm servetimden sileceğim evdeki iki zilli bakalım ne yapacaklar sana on gün müsaade on gün sonra o evde sizi görmek istemiyorum) dedim ve ayrıldık.

     Onlar on günde önce duydum ki İmdat göçünü almış İstanbul’a gitmiş. Eve vardım hiçbir şeye dokunmamışlar sadece kendilerine ait ne varsa alıp çıkmışlar.

     Koca evde kaldım tek başıma beni çok seven dostlarım vardır. Onlar (seni evlendirelim ağa dediler bende yaşım elli oldu nasıl olur) deyince  (olur olur hem de fıstık gibi olur. Biz sana uygun kocaya gitmemiş kız buluruz) dediler. Bende (sütü bozuk birin bana getirmeyin sakın hadi bakalım bulun) dedim.  Biliyordum beni değil de üstünde oturduğum servet için bana can atan çok olacaktı. Nitekim bir ay sonra (birini bulduk durumunu anlattık oda otuz beş yaşlarında, bize “karısını severmiydi diye sordu” bizde çok dedik. “O zaman o adamla yaşanır. Beni beğenirse ben onunla yaşarım malı mülkü beni ilgilendirmez insan zorda kalmak istemez ama bana yeteri kadar olsun başka bir şey istemem”  dedi. Ağa bunun gibisini bulamazsın, az çok varlıklı bir ailenin kızı) dediler. Tanıştık Zeynep Hanım aşırı değil sade bir güzelliği var. Konuşmasını oturup kalkmasın bilen bir insan anlaştık evlendik. Allah her şeye hâkim bir yıl sonra bu oğlum oldu. Adını (Zeynep Hanım Murat olsun ben senden murat aldım)dedi. Fakat ben biraz dengesizim galiba doktora gidip “benim çocuğum olur mu” diye test yaptırdım. Olumlu çıktı ondan sonrada yeni eşimi çok seviyorum. Ona ben ölürsem hiç bekleme evlen fakat elin adamını oğlumun başına getirme bu servet hem sana hem de oğlum çok gelir. Oğlumu okut öbürüne çok uğraştım okusun diye okumadı cahilin birisi bu cahil kalmasın diyorum.  Eşimde bana “Mehmet bende genç değilim ben bir evlat istiyordum Allaha şükür onu da verdi ben kocaya falan gitsem gençken giderdim” diyor. “O zaman oğlunu iyi yetiştir benim yaşadığımı sende yaşama” deyince ben ölmeden oğlumda olsa kimseye bir şey vermem. Biz ölünce her şey onun değimli” diyor.

     Ha İmdat İstanbul’a gittikten bir ay sonra mahkeme kanalı ile evlatlıktan düşürüm arkadaşlarından adresini öğrenip kararı ona ulaştırdım. Duyduğuma göre kayın validesi her işine karıştığı için evden kovmuş bir oğlu bir kızı varmış amma beni çok kırdı bende isterdim torunlarımla vakit geçireyim. Her şeyin iyisini Allah bilir. Kader böyle imiş. Ali kardeş başını ağrıttım iyi olan ney biliyor musun çok mutluyum Allaha şükür” diyerek sözlerini bitirmiş.

     Babam “hikâye biraz daha uzasa Trabzon’u geçecektik bir teline dokundum bin ah çıktı amma tam ders alınacak bir olay” dedi.

    Bende “baba bu hikâye bana galiba bende tekim kardeşim yok şimdi sen bana (kızım sana söylüyorum gelinim sen işit) mi demek istedin. Baba sen o kadar zengin değilsin hem bende senden mal mülk istemem ben senden hiç usanmam belki sen benden usanmışsındır”  deyince

Elindeki hamsi kovasın kafama aktardı “sıpa seni öldürürüm benim neyim var”  diye.

     Daha sonraki yıllarda medikalcılık yaparken Tirebolu’nun biraz yükseğinde böyle ir olayın yaşandığı öğrendim. Hep aklıma takılırdı adam babama hikâyemi anlattı acaba. Veya baban mı uydurdu diye.

     Dünya üç günlük amma insanoğlu ne yaptığının farkında değil. Bir kalbi kırmak çok kolay, dünyanı servetine sahip olmakta onu kaybetmekte an meselesi. Servetler yeniden elde edilir ya kaybedilen değerler onları geri getirmek hiç mümkün değil.

 

 

                                                                                                             Faruk Soydemir

 

( Bu Ev Senin Mi başlıklı yazı Faruk tarafından 9/7/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu