İnsanın her dönemde hayattan haz duyması; içinden geçtiği
zamanla, yaşadığı yere bağlı sanırım. Erken yaşlarda bizi seven, koruyan oyun
alanımızı genişleten insanlarla bir arada olmaktan keyif alıyoruz. Bu anlamda
şanslıyım. Kalabalık bir aile ve bahçeli bir ev; Daha ne ister ki çocuk dünyam?
Eğitim
ve öğreniminizi böyle bir ortamda sağlandıysa hayatla barışık yaşamanız için
ilk temeller atılmıştır. Gerisi sizin yüreğinizde ki güce bağlıdır. O ‘nu da
taze tutmak kaydıyla
Yetişkinliğe atılan adımla performans hızla
artmaya başlar. Çalışma alanı ve yaşanılan evin bu tempoyu dizginlemek gibi vasfı
olmalı. Nefes açmalıdır. Aksi durum iç dünya ile ilişkiye, farkında olmadan
başlatılan savaşın, ilk kurşunlarıdır. Hayatla olan barış süreci her gün biraz
daha kısalır. Yüz asılır, dudak bükülür, gözlerdeki ışık söner. Kara düşer pembe
tene. Topraktan yeni sökülen patates ağırlığında sarısiyah bir yüz!
Parmaklarınızı bile taşıyamayan omuzlar ! Artık enerji bitmiş yorgunluk
başlamıştır.
Elinde bayrakla kalabalık bir kentin orta
yerinde tek başına buluverir insan kendini. Zamanın içinden geçerken bir yerde
unutulmuş bir ‘’ben’’bırakarak.
O kent ki
; bir yandan kendi değişirken bir yandan rengini akıtır içine yavaş yavaş.
Bukelemun gibi; beton duygular, gri ruh!
Kalabalık caddelerinde koşarken kardeşinin yanında yürüdüğünü fark etmeyecek
kadar gri ve puslu. Koca binalardan kuşların kanat çırpma özgürlüğü elinden
alınmış bir gökyüzü ve sen maviye hasret. Umudunu yeşertecek olan ufuk çizginde
sabahları günaydın yerine park sorunu nedeniyle başından aşağı bir kova su
döken balkon komşun.
Ben
neredeyim?
Ve
cevabı çok zor olmayan bir kaç soru daha ; Ne yapıyorum? Ne kadar zamanım var?
Sen yaşama küstün yaşam sana küskün…
Zamansızlığa ramak kala nerede kaybolduğumu anımsadım . Şimdi geri dönüp
kendimi almak ve sonsuzluğa birlikte yürümek istiyorum . Küçük, yeşil bir
şehirde yalın ayak…
Ben varım ben!
Songül Bulut