acıları biriktirip zihnimin en kuytu bir yerinde arşivledim. duysan ne gereği var, derdin. bu
umursamaz tavrın bile umursanır bir şeydi benim için. sandalyenin kırık ayağını da tamir
etmeyip bıraktım öylece. çünkü yerde oturmayı çok sevdiğini bilirdim. nasıl olur? diye sorma.
ben bilirdim. günlerdir öylece durduğu da olurdu. acının ona kattığı birçok şeyi görmezden
gelmesini “acı” olarak mı görüyorsun? olgunlaştırırdı da acı insanı. o kıvama geldi mi kendinle
de yabancılaşmaya başlar, bu böylece kalakalmazdı ama kimi zaman acınacak hale gelirdin. ve
öfkelenirdin, kin duyardın. kin, kişinin kimsesizleşmesinin ve kendine olan başkaldırısının en
büyük işareti olurdu ya, işte bu doğal olmayan bir insansı afetti. bilanço da çoğu zaman ağır
olurdu. yerli yersiz söverdi, duru bir dille içinden. kızlar damı? diye içinden bir şeyler
fısıldadığını duyar gibi oluyorum. dışa vuramazdı kızgınlığını.yıkık bir harabenin önünden
geçerken zihnindeki yıkılmışlığın da farkında mıydı acaba? sorsam da “yok öyle bir şey derdin.”
yalanı da beceremezdin ya… sana da bu yakışırdı zaten: yalanı becerememek… kirpiklerin
titrerdi, gözlerinde ince bir yakarış duyardım, ipince… tıpkı adını sayıkladığım günlerde bir
sözcük vardı ya bir türlü ağzımdan çıkaramadığım… sen o kutsal dizeyi benden duymayı
ne çok isterdin, anlardım… yine de bir türlü söyleyemezdim. bazen de göze alarak her şeyi
söylemek ister gibi olurdun. anlardım… beni unuttuğun yerde kalamamandan da belliydi
sevdiğin. kirpiklerini de ne hızlı açıp kapardın çocuk!
kaçan her daim kıymetli olurmuş. kaçtıkça hayalimdeki izdüşümüne yaklaşıyorum adım adım.
ilerde senleri ve benleri yığmışlar bir köşeye. çok da acıklı bakıyordun inan. ben bu
muyum? der gibi olurdun ya, kızardım. biz bu muyuz? diye çıkışırdım hemen. bir türlü
benleştirememiştim seni.
***
tanırdın dimi celal ustayı? bizim bakırcı canım işte? o da derdi hep. ilk zamanlar anlamamıştım
ne demek istediğini. bir sevdiğinin olduğunu anlattı sonra. meğer “benden” kastı oymuş.
bana: içindeki beni dizginle, dediğinde mal mal bakmıştım öylece. demek kendi bunu
başaramamıştı. dert, başından aşağı boyanmış bir boya misali yansımıştı suretine. suskunluğu da
acısının derinliğine işaretti. hep yarım kaldı yarım evlat, diye iç çekti. bunalmıştım, dışarı çıktım.
ortada ses seda yoktu. sessizliğin sana yakarışına hayrandım. bunu yazmaya da korkuyordum.
çoğu kez gözlerinden cesaret alırdım. şimdi karşımda olmana rağmen susup bir türlü bir şey
diyemiyordum. bir gün buralardan gidecektim. sensizliği de götürerek kendimle. boş boş
bakıyordun artık boşluğa doğru. evde de mi böyleydin çocuk! annen de sessizliğinden
şikayetçiydi hep. bunu da biliyorum. kardeşlerine de hep sen yardım ederdin. kızmazdın da yeni
yaptığın ödevlerini yırtıp çantanı karıştırmalarına. ama telefonun mahremindi sanırım. zor
tutardın biri dokundu mu. ortanca kardeşin yerli yersiz şüphelenir gibi olurdu. neden ve neyi
saklıyordu ablam? der miydi bilmem ama sözünü tutardın. kardeşin bunu bilirdi, susardı. sinirin
geçince saçının dağınıklığını eliyle düzeltir, ölesiye sarılırdı, ağlardın… kırıldığında kim bilir ne
kadar üzülmüştün. oysa kırılan yalnızca bir cam parçasıydı. halbuki kalbin an an kırılmaktan
tamir edilemez bir hal almıştı. bu zulmü kendine yaşatman, bana da zulümdü.
***
dışarı çıkardın nadir de olsa. çöp tenekelerinden de oldukça korkardın… içinden hayalleri
ertelenmiş, asil ruhlu dünyaların çıkacağını bilirdin, dalardın yine ince bir sessizliğe
doğru. çocuğun elleriyle karıştırdığı tenekeden çıkardığı kağıtların gıcırtısıyla irkilir, bilirdin
büyük bir yükün omuzlarında ağırlık oluşturduğunu. sıcağa da pek aldırış etmezdin. nasıl olsa
cehennem de sıcaktı. nerden çıktı şimdi? alışmalı mıydık şimdiden yoksa? içinden ALLAH
korusun der, geçerdin. ilahın bir bildiği var, der vücudunu da örterdin. içine kapandığın gibi
dışını da kapardın. pardösün temmuz sıcağında bile üstündeydi, yalnız sınıfta çıkarırdın. acıları
biriktirip bir uçurumun kenarında denizin o şefkatli, bir o kadar da acımasız sularına atarken,
acırdın. ölüm marşlarından da nefret ederdin. saygı duruşunda dahi bulunmaz,
geçip giderdin. insanüstü bir çaba gösterip bir de diklenirdin. kirpiklerinde özgürlüğün ışıltısı
yansır, yabancılaşmak istemezdin ihtimallerle. kimi zaman etrafı kuşatılmış bir kale düşler, kendi
çabanla çıkmak isterdin sonra. bazen de üç tarafı suyla çevrili bir ada. nadiren de olsa yaşamak
isterdin yarım bir sessiz ömür. nasıl bir duygu bu çocuk! özgürlük dediğin şey eğer adını dahi
unutmaksa bırak cebinde kalsın, çıkarma! kutsal bir emaneti gizler gibi gizle çocuk! ki var
oluşunu hatırladığın demlerde küçük bir insancık da olsan –ki değilsin- sensin ve varsın çocuk!
bak ellerim değiyor ellerine, söylediğim cümlelere de yabancı değilsin.
derdimi anlattığımda da dinliyor, pınarlarından yaşlar damlıyor çoğu kez. nerde unuttuysan ya da
nerde unutturdularsa sana benliği diren çocuk! yoksa önce anılar silinir, kimseye kiraya
vermediğin zihninden, ardından rabbinin bahşettiği emanetleri bir bir satın alırlardı. istemeden de
olsa verir, iç çekerdin. şiddetli bir sarsıntı geçirir, yalvarıp geri isterdin yitirdiklerini. halbuki
öğretmenlerinden biri: “insanı yalvarmak kadar alçaltan, ucuz, satılmış bir duygu yok.” derdi.
***
baban şehir dışına çıktığında gitmek istemezdin kimi zaman. ısrar da etmezdi. bir başka severdi
seni. şu an hatırlamıyorum ama değişik bir isimle çağırırdı, sense tebessüm eder, gülerdin.
gezmeyi sevdiğin de olurdu aslında. şimdilerde ruhunu sıkan bir şeyler var gibi çocuk anlıyorum.
evde öylece kalakalıp benliğinle hesaplaşmayı istemenden seziyorum gizleme boşuna. yolunda
gitmeyen neydi? içine kapandıkça, ele veriyordun kendini. sensizlik bir hastalık halini aldığında
ilaç da fayda etmez, içimden tarifi imkansız bir acı duyar, demir taraklarla taranır gibi olurdum.
sen de hastalanmaktan da çok korkardın, canın yanar, ağlardın. sulu gözlü değildin ama hastalık
işte ağlattırırdı insanı. onun için hiç ağlamış mıydın bilmem ama o sana baktıkça içinden nehirler
dolusu gözyaşı boşalırdı. bilsen ne derdin ona? kızmayacağın kesindi. evet o yaşlar senin için
akıyordu. seni hayali bir masaldan tasarlamıştı. yani masal kızıydın. adını da şangrila koymuştu.
kimse bilmesin diye mi tercih etmişti bunu? gene anlamıyordun yazdıklarımdan hiçbir şey dimi ?