“İnsan ne zaman ölür bilir misiniz; tembellikten, inançsızlıktan ve hayatı yaşamaya değer kılmayı becerememekten.” (Bernard Shaw)
Şu köhnemiş dünyada ne kadar da yaşayan ölü varmış meğer!..
Nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmeden yaşayan veya yaşadığını zanneden o kadar çok insan var ki!..
O ki, madem her şey bir amaca binaen yaratılmıştır; gayesiz –günübirlik- yaşayan aslında diri bir ölüden farksızdır… Yani böylesi hem kendisine ve hem de çevresine yüktür…
Nerde, ne zaman ve ne şekilde öleceğini bilemeyen insanoğlunun rahatlığı gerçekten rahatsız edici derecededir… Bunu elbette ki, öncelikle kendi nefsime söylüyorum söylemesine de, nefsin hiç oralı olmadığını görüyorum ve içten içe tedirgin oluyorum doğrusu bazen…
Tıbbi ilerlemelere ve adım başı sağlık kuruluşlarına rağmen, hastalıkların önü alınamadığı gibi, aksine giderek artmakta ve ani ölümler meydana gelmektedir… Kış olması hasebiyle gerek salgın olan hastalıklar, kalp krizleri ve trafik kazalarındaki ölümler neredeyse bir savaş sonrası manzaraya dönüşmektedir…
Sürekli cenazeler, taziye çadırları ve okunan salâlar o kadar çoğaldı ki!.. Geçen hafta bir taziyemiz vardı; aynı anda sekiz kişinin cenaze namazını kıldık… Sanki insanlar ölmek için yarışıyorlar!..
Doğrudur ölenle ölünmez de, her nedense ölenlerin yerine kendimizi bir türlü koyamıyoruz; ne cenaze namazlarında, ne mevtalar defnedilirken!..
Mezarın başında bile insanlar rutin konuşmalarını, sohbetlerini yapmaktadırlar. Taziye çadırları ise; ortam da sıcaksa ziyaretçiler oturup dünyevi muhabbetlere dalarak çaylarını yudumlamaktadırlar… Hele yemek vakti gelince de, sanki oraya özellikle yemek yemeye gelenlerin varlığı ciddi olarak rahatsızlık vermektedir…
Üçüncü gün cenaze sahibinin mevlit eşliğinde hayır namına yemek yedirmesi meselesi ise, tam dinî bir vecibeymiş gibi algılanmakta ve bunu yapmayan ya da yapamayanlar annesinin, babasının bir hayrını bile yapmadı diyerek kınanmaktadır…
Ayıplanacağını bilen cenaze sahibi de borç-harç ya da kredi çekerek ölmüşünün hayrını(!) yapmaktadır… Ne hale geldik Allah’ım?...
Bakıyorum da alan memnun-satan memnun. Yemek fabrikaları yemek yetiştiremiyor cenaze çokluğundan!..
Tabii ki, cenazesi olanların komşu ve akrabaların, dışarıdan gelen misafirler için abartmadan yemek yedirmeleri sünnete uygun olan bir davranıştır velâkin cenaze sahibinin bizatihi kendisinin yedirmesi doğru değildir…
Ölümden bahsetmişken her gün gelen şehit haberleri, terör kurbanları ve öldürülen teröristler de, işin farklı boyutunu teşkil etmektedir…
O kadar alıştık ki ölüm haberlerine bu hal bizleri alabildiğine duyarsızlaştı ve insan ölümleri sıradanlaştı!..
Ölüm için neler söylenmiş diye baktığımızda birkaç tanesi şöyledir:
- “Ölüm iyidir, bizi ölüm düşüncesinden kurtarır.” (Jules Renard)
- “Doğduğunda sen ağlamıştın, herkes bayram etmişti. Öyle bir hayatın olsun ki öldüğünde herkes ağlasın, sen bayram et.” (Kızılderili Atasözü)
- “Ey hayat, seni bu kadar kıymetli tutuşum, ölüm sayesindedir.” (Annaeus Seneca)
- “Hayattan önce, ölüme hazırlanmalıyız.” (Annaeus Seneca)
- “Hiç kimse, bu dünyadan canlı çıkmıyor.” (Leo Buscagha)
- “Ölümün bizi nerde beklediği belli değil; iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim.” (Montaigne)
- “Dünyaya geldiğiniz gün, bir yandan yaşamaya, bir yandan da ölmeye başlarsınız.” (Montaigne)
- “Bütün günler ölüme gider, son gün varır.” (Montaigne)
- “Herkes kimsenin sağ kalmadığını bilir de, kendisinin öleceğine inanmak istemez.” (Namık Kemal)
- “Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” (Necip Fazıl Kısakürek)
- “İnsan, meyvenin çekirdeğini taşıması gibi, ölümü kendi içinde taşımaktadır.” (Marie Rilke)
- “Ölüm size ne sağken kötülük eder, ne ölüyken; Sağken etmez, çünkü hayattasınız, ölüyken etmez, çünkü hayatta değilsiniz.” (Titus Lucretius Carus)
- “Ölüm olmasaydı, hayat bütün güzelliğini kaybederdi.” (Vasilyeviç Gogol)
- “Ölmeden önce ölünüz.” (Hz. Muhammed)
Ne mutlu ölmeden ölebilenlere!..
MFK