TASAAVUF ILAÇLARI (2) RECA
Ikinci ilac recà peki reca ne demek
ummak, ümit etmek, arzu etmek, iyi bir beklenti içinde olmak" anlamına gelen recâ, din ıstılahında, insanın, dünya ve âhirette Allah'ın rıza, rahmet, nimet ve sevabını umması; azap, gazap, lanet ve cezasından uzak olmayı, af ve mağfiretine mazhar olmayı arzu etmesi demektir.
İnsanın ümitvar olabilmesi için kendisine düşen bütün görevleri yapması gerekir. Allah'ın rızası, cennet ve nimetlerini umabilmesi için îmân edip sâlih ameller işlemesi, haramlardan, kötü olan söz, fiil ve davranışlardan uzak durması; günahlarının af ve bağışlanabilmesi için tevbe edip halini ıslah etmesi ve Allah'a yönelmesi gerekir. Çorak, verimsiz, susuz, bakımsız ve işlenmemiş araziden ürün beklemek beyhude olduğu gibi, îmân edip sâlih ameller işlemeden Allah'ın rızası ve cennetini, Allah'a yönelip tevbe etmeden af ve mağfiretini beklemek de beyhudedir. Çünkü Allah, Kur'ân'da îmân edip sâlih amel işleyenlere mükâfat, inkâr edip isyan edenlere ise ceza olduğunu bildirmiştir .bunu bu şiirimle birda anlatayım
HUDEY HUDEY
Gel gönül aşkını inkar eyleme,
Ateş söndü, yanan kor, hudey hudey.
Mahşer meydanında ferman söyleme,
Evlad-ı mürsele zor, hudey hudey.
Bülbülüm avazın kalmış arada,
Bir bir toplanmışlar herkes orada,
Gidenler gitti de kim var sırada,
Uyan gafletinden gör, hudey hudey.
Muhabbet istersen otur ardına,
Belki derman olur gelir derdine,
Bağla ellerinden götür yurduna,
Bizden isteyene ver, hudey hudey.
Sadığın derdine arifte çare,
Selamı ulaştır gittiğin yere,
Hak deyince olur sır pare pare,
Aşkı görmeyenler kör, hudey hudey.
Söylesem kimseler bilmez halımı,
Haramiler kesti hoyrat yolumu,
Götürdüler harda pişen gülümü,
Halınca dolaşır yar, hudey hudey.
İkrarı bilmeyen inkarı süzer,
Terk eylesem canı canandan bezer,
Haruni kalemin çalabı yazar,
Yazılacak çok şey var, hudey hudey.
Yazımızın bu bölümünü guzel bir kissa ile tamamlayalım
Bir gün öğle nemâzından sonra, Cebrâîl aleyhisselâm yetmişbin melek ile gelerek, En’âm sûresini getirdi. Resûlullah hazretleri o gece bütün Eshâb-ı kirâmı Âişe r.a hazretlerinin evinde topladı. Kandil yakıp, Sûre-i En’âmı okudular. Kandil ışıksız oldu.
Resûlullah hazretleri Ebû Bekr hazretlerine buyurdular ki,
– Yâ Ebâ Bekr, kandili ışıklandır.
Bir sâat sonra yine karardı.
Hazret-i Resûl-i ekrem yine buyurdu.
– Yâ Ebâ Bekr, kandilin ışığını çoğalt..
Hazret-i Ebû Bekr, kandili ışığını çoğaltmak için kalkdı. Bakdı ki kandilin yağı tükenmiş.
Dedi ki,
– Yâ Resûlallah! Kandilde yağ kalmamış. Bu gece yağ almak imkânımız da yokdur. Kandil bize lâzımdır, kelâm-ı Rabbilâlemîni okuyalım.
Hazret-i Resûlullah buyurdular ki,
– Bir mikdâr kendi ağzının tükrüğünden kandile damlat.
Âişe-i Sıddika hazretleri buyurur ki,
– Babam bir mikdâr ağzının suyunu, Resûlullah hazretlerinin emr-i şerîfi ile kandile damlatdı. Kandilin ışığı çoğaldı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emr ve fermânı ile şiddetli bir ışık oldu ki, Eshâb-ı kirâmın gözlerini kamaşdırdı.
Server-i âlem ‘sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem’ hazretleri buyurdu ki:
– Bu kandili söndürmeyiniz!
Kırk gün kırk gece o kandil, Âişe-i Sıddîka hazretlerinin evinde yandı.
Bir münâfık hazret-i Âişenin evine geldi. O kandili gördü.
– Ne acâib kandil, kırkgün kırk gecedir sönmez, dedi.
O sâatde o kandil söndü. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi:
– Yâ Muhammed! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurur:
“Ben çeşm-i bed (fenâ bakışlı) kullar da yaratdım. Eğer o münâfıkın gözü olmasaydı, kıyâmete kadar o kandil; Ebû Bekrin ‘radıyallahü teâlâ anh’ ağzının suyunun bereketi ile sönmez idi.
HARUNYILDIRIM