Allah’ın sevgili kulları olmalarına rağmen Peygamberlerin hayatlarının da çok büyük zorluklarla geçtiği malumdur. Ancak ; bir olay bir adamı çok kızdırır ve o an ona belki cehennem hayatı yaşatırken, aynı olay bir başka adamı o kadar çok etkilemez ve belki de onun için yeni başlangıçlara vesile olabilir. Yine John Milton’un deyimiyle, Kör olmak bir şey değildir. Izdıraplara sebep olan şey, körlüğe dayanamamaktır.”

                 Hemen belirtelim ki; bu görüşleri savunurken vurdumduymaz olmayı değil, olumlu olmayı vurgulamaya çalışıyoruz. Olumlu olmak, bir zihin eğitimi olup, dünyayı ve hatta ötesini insan için güzelleştirir. Çünkü zaten zihin terbiyesi dünyayı güzelleştirme işlemini, dünyanın ötesini plânlayarak  yapmakta yani efal âlemini, mana aleminden düzenlemektedir.

            İşte bu kadar güçlü sonuçlar yaratabilen bir reformun, yani düşünce terbiyesinin temelde dayandığı gerçek aslında maddi değil; bir bilinç evreninde yaşadığımız gerçeğidir. Bu konuda James Lane Allen şunları söylemiştir: Bir insan eşyaya ve başka insanlara karşı duygularını değiştirecek olursa, onlar da ona karşı duydukları ilgiyi değiştirmiş olurlar. Bir kişinin eski düşüncelerini bırakıp yepyeni düşünceler edindiğini kabul edersek, hayatının maddi şartlarının kökünden değişmiş olduğunu görürüz. Kaderimize şekil veren kudret dışta değil, bizim içimizdedir. Bizim benliğimizden ibarettir. İnsanın başarabildiği her şey, onun düşüncelerinin sonucudur. İnsan düşüncelerini yükseltmek suretiyle kendini yükseltir. Bunu yapamayan, düşüncelerini yükseltmekten kaçınan kimse de, sefil, perişan ve zayıf kalır.

            Olumsuz düşünme korkudan filizlenir ve bir şeyden korkmak, aslında ileride o şeyin bize vereceği zarardan korkmaktır. Öyleyse korku bir an sonrası kadar yakın bir zaman süresi için de olsa, geleceğe yönelik bir kaygıdır. Bu nedenle aslında olumsuz işleyen hayal gücüne dayanır. Bu hayal, bir nevi gerçeklik yaratır. Yani korkulanın başa gelmesi, beklenebilir bir durumdur. Elbette ki doğal âlemde korkunun, korunma içgüdüsüyle yakından ilgisi vardır ve türün devamını sağlamaya yöneliktir. Ancak insanlar kendilerini, korkulacak şeyden çok kendi yarattıkları yersiz korkulardan da korumak zorundadırlar. Çünkü çoğu hayal etmeler, sonunda tezahür edebilir.

            Bizler genellikle tehlikenin korkuyu getirdiğini düşünsek de aslında, tehlikeyi davet eden korkunun kendisi olabilir. Yersiz korku, hayal gücümüzün ürettiği en büyük hastalıktır. Birinin korkusuz olmasını sağlayan ise, onun iç gücüdür ve bireysel bilinci aşıp evrensel bilince ulaşanlar korkusuz olanlardır. Çünkü; korkunun temeli ölüm korkusuna dayanır ve her korku küçük bir ölümdür. O nedenle korkaklar bin kez ölür denir.  Evrensel bilince ulaşanlar bilir ki, gerçekte kimse kimseyi öldüremez. Beden er ya da geç bozulacak olsa da, ruh ölümsüzdür. Öyleyse korku da asıl itibariyle temelsiz bir kuruntudan ibarettir. Ölüm korkusu, yok olma korkusundandır. Oysa hiç yok olmayacağımızı, sürekli hal değiştiren bir bilinç olduğumuzu bildiğimizde, korku da kalmayacaktır.

            Kur’an’daki **Gerçek ki , İnsanı en mükemmel bir şekilde yarattık. Sonra da onu aşağıların aşağısına indirdik.(madde kaydına soktuk)” (95/4,5), ** “Hani Rabbin, Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutmuştu;  -Ben, sizin rabbiniz değil miyim (Elestü birabbiküm) diye. -Evet, şahidiz (kâlû belâ) dediler!.. Kıyamet günü, biz bundan habersizdik, demeyesiniz!” (7/172) ayetlerinden ve benzer ayetlerden, insanın başlangıçta dünyada ya da maddi âlemde yaratılmadığı, dünyadaki yaşamın, var oluş biçimindeki bir sayfa olduğu anlaşılır. Ölümün bir son olmadığı da bilindiği gibi dinin temelini oluşturur.

            Zira ** “Her nefs ölümü tadacaktır.” (3/185), ** “Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır.. Sonra, bize döndürüleceksiniz.” (29/57)  ayetlerinden anlaşılacağı üzere nefs ölmeyecek, sadece ölümü tadacaktır. Tatma şuurunun olması için de elbette ölümden sonra varlığının devamı şarttır.

            Ölümden sonra dünyasal anlamda bir hayatımız olmayabilir; ancak bir şekilde var oluş sürecektir. Kur’an’da **“De ki; onları ilk önce kim yarattıysa, O!.. Yaratmanın tüm sistemini O bilir!.” (36/79) denerek, idrak edemeyeceğimiz biçimlerde de olsa var oluşun, Allah tarafından yaratılarak sürdürüleceği vurgulanır.  

            Bagavad Gitta’da bu ölümsüzlük gerçeği şöyle anlatılır:Kişi bilge ise eğer, ne yaşayanlar ne de ölenler için üzülür. Çünkü ne senin, ne benim ne de burada toplanmış olan kişilerin var olmadığı bir zaman hiç olmadı. Bundan sonra da hepimiz sonsuza kadar var olacağız. Zevkler ve acılar, tıpkı sıcak ve soğuk gibi, duyular dünyasına ait, gelip geçici şeylerdir. Aş bunları Arjuna! Bu değişiklerden etkilenmeyen, mutluyken de, acı çekerken de hep aynı olan insan gerçek anlamda bilge sayılır ve ölümsüzlüğe erişir. Beden ölümlüdür. Ama bedenin içindeki Öz ölümsüz ve sınırsızdır. İnsanın içindeki Sonsuz ne ölür, ne de öldürülür. Ne acının, ne zevkin, ne kazancın, ne kaybın, ne yenginin ne de yenilginin ruhunun dinginliğini bozmasına izin verme. Günahtan kurtuluş bu dinginliktedir. Güç ve zevk peşinde koşan insanlar o yüce amaca yönelemezler, Tek olanla birleşemezler. Dünyadaki ikiliklerin ötesindeki öncesiz ve sonsuz olan Gerçekliğe ulaş. İşini Yoga’nın dinginliği içinde yap. Bencil isteklerden kurtulmuş olarak ne başarının ne de başarısızlığın seni etkilemesine izin verme. Yoga tam bir denge, her zaman aynı kalan bir dinginlik halidir.”  

            Ölümden korkmazsak, gerçek ebedi hayatla yüz yüze gelebiliriz. Hayata hiçbir şey olmaz. Hayat ölmez. Çünkü Allah’ın Hayy isminden gelir. Allah, Mubdi (ilkin yaratan) ismiyle hiç yoktan varlığı oluş sahasına sokar. Muhyi (can veren) ismiyle canlandırır. Mumit (öldüren) ismiyle verdiği canı alır. Bais (ölümden sonra dirilten) ve Muhid (tekrar yaratan) ismiyle ölümden sonrada yaratır. Oysaki Allah’ın Hayy ismine zıt olabilecek, ölüm ya da ölmekle ilgili bir ismi yoktur. Hu ismi ise hiçlik boyutunu göstermesine rağmen, mutlak yokluk demek değildir. O nedenle Hayy’dan gelen Hu’ya giderdenir. Ama Hayy’dan gelen asla yok olmaz ya da ölmez. Öyleyse, Hayy ismiyle bağlı olduğumuz hayat sonsuzdur; ancak kullandığı şekil değişebilir. Ölümle ilgili inancımız değişirse, ölüm bir düşman olmaktan çıkar. Ölüm bedene gelir, ruha dokunamaz. Sir Thomas Browne’nin dediği gibi, Dünya, sonsuzlukta küçük bir parantezdir.” Beden de, Hz. Muhammed’in dediği gibi, bu küçük parantezin içindeki varlığımızın bir bineğidir. Zamanı gelince o bineği terk edip bu küçük parantez içinde odakladığımız hayatı aslına, sonsuzluğa çevireceğiz.

            Şimdi, yukarıda bahsi geçen körlük örneğini, olumsuz sonuçlar doğuran bir gerçek olarak da ele alabiliriz.( Allah’a bizi kör ettiği ya da yarattığı için isyan etmek, hayata küsmek, v.b…) Epictetus Mutluluğun en kestirme yolu, değiştirilmeleri gücümüz dışında olan şeyleri düşünerek üzülmemektir.” derken aslında tamda ne yazık ki ideal haliyle sadece insan zihninde olan, doğada aykırı örneklerini çok gördüğümüz adalet kavramına değinmiş olur.
( Mana Aleminin Gücü -2 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 18.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu