Henüz 13 yaşlarındayken müezzinlik yapmaya
başlayan, yaz aylarında Kur’an kurslarına gönderilen Murat ; ezan okurken ve kamet ederken, namaz kılarken okuduklarının anlamlarını bilmiyordu elbette.
Kursta ve sonraları defalarca Kur’an- ı Kerim’i
hatim etmekten de geri kalmadı asla . Ama neydi anlamları? Müslümanlık ve
Allah neydi ?
En çokta Allah’ı merak
etmeye ve aramaya başlamıştı. Annesine sordu Allah’ı çok küçükken merakla. Allah nerede diye sorduğunda gökyüzünü göstermişlerdi. Hep bulutlarda oluşan
şekillerde o mu , bu mu diye bakar olmuştu o yaşlarda. Sonra sağında, solunda,
önünde arkanda denmişti. Her yere baktı ama hiç göremedi. Ve hep aradı durdu.
Hatta ne zaman yaramazlık yapsa “ Allah başına taş atar ! “ diye beni uyarılır
, korkutulurdu. Hatta bir gün ırmakta yüzerken başına taş gelip bayıldığın
da Allah attı sanıp çok korkmuştu.
Allah’ı arayışı bir gün geldi son buldu. Nasıl mı ? Allah'ın kendisinde, yüreğinde ve
beyninde , vicdanında ve ayetinde
belirttiği gibi şah damarından daha yakın olduğunu araştırıp okuyarak
anlamıştı. Ayrıca hep bahsedilen Şeytan ve meleğin ise soyut olanını değil
insanlar arasında olduğunu somut olarak her gün görmekteydi. Hani deriz ya “şeytan
gibi, melek gibi insan !” diye.
Savaşlarda;
sıkıntıya düştüğümüzde, bir şeyler istediğimizde ve yardım istediğimizde hep
Allahı zikrederiz. “Allah Allah !. Yandım Allah ! Allaha ısmarladık, Allaha
emanet ol, Allah işini rast getirsin, Allah razı olsun, Allah muradını versin,
Allah bir yastıkta kocatsın, Allah sabır versin, Allah zihin açıklığı versin,
Allah kısmet ederse, Allah affetsin, Allah ıslah etsin, Allah korusun, Allah
esirgesin, Allah belanı versin, Allah vekilim Ve anlamı Rahman ve rahim olan
Allahın adıyla bismillah diyerek işe başlamak. “ Hep Allah. Her dilekte ,
sığınışta , duada beddua da, fiilde!.
Nereden geldik, nereye
gidiyoruz ? Bunu bilerek ve unutmadan yaşamak, ilahi emirleri kapsayan Kuran-ı
Kerimi anlayarak ,tefsir ve meallerini okumakla çok sorunun cevabına ulaşmak
kolay oldu Murat için. Dönüş bileti baştan cebimize konulmuş ve alnımıza
yazılmıştır. Mimar Allah’tır. Doğum ,ölüm zamanları onun katında bellidir
.Arada olacakları Allah elbette bilmekte ama bilineni bizim irademize bırakmış,
yaşadıklarımızdan sorumlu tutmuştur. Kuralları, şartları her saha için
koymuştur. O halde bizlerde yaşamımızın mühendisleriyiz. Nisa Suresi
13.Ayette “ Biz insanın kaderini kendi
çabasına bağlı kıldık “ diye
zikretmiştir.
Kuranın lafzı baştan öğrenilmeli ve
öğretilmelidir Farzlar Allah’la kul arasında, ama belirtilen beşeri
münasebetler tüm toplumu ilgilendirir.
Ne
diyor kutsal kitabımız bunlarla ilgili
birkaç örnek verelim : Öldürme, çalma, yalan söyleme, iftira atma,dedikodu
yapma, adaletsizlik yapma, rüşvet alma , verme, adam kayırma, kibirlenme, yaptığın iyiliği başa kakma,
gösteriş yapma,kin tutma,yetime, öksüze zulüm etme, kötü söz konuşma, haset
etme, emanete hıyanet etme,cimri ve savurgan olma, bozgunculuk yapma, yalan
şahitlik yapma, ölçüde tartıda hile yapma, zina yapma, içki içme, kumar oynama,
büyü yapma, faiz alma verme , zorla din dayatma ,ana babaya kötü davranma,kul
hakkı yeme,vb.. onlarca ahlaki kural, ve namuslu bir toplum düzeni, hür ve
mutlu bireyler. Neresi kötü şeyler ?
Allaha ulaşmak, onu anmak ve anlamak için ;
etekleri, cüppeleri ,sarıkları öpmeye, icazet almaya, mürit olmaya gerek
yoktur. Allah’la aramıza birilerini koymak abes ve akıl dışıdır.Kuran ve
Peygamberimize ait sahih hadisler rehber edinilmelidir. Başka birini rehber,
önder kabul etmek, yanlışlıkları da
beraberinde getirecektir.
Dini
çıkarlarına alet ederek, maddi çıkarlarını arttırma çabaları , nam şöhret
peşinde olmak ; bir çatı altında
toplanması gereken ülkemizin ve Müslüman aleminin altını oymaktır. 1400 yıllık
kuran ayetleri belirttiği üzere Allah'ın muhafazası altında kelimesi değişmeden
günümüze kadar gelmiştir. Bir takım mezhepler vardır. Bu bile ayrılıklara sebep
olmuşken, akıl almaz makam hırsları ile tarikatlar yaratan şeyhlerin müritlerinin
oluşu hangi aklın işidir ?
Anlamı, lafzı tekken kuranın ilahiyatçıların
bile hem fikir olamadıkları tefsir ve yorumları; idol olma sevdası , bakın
Müslüman aleminde nelere sebep olmaktadır. Orta doğuda kan gölü gittikçe
büyümekte ve emperyalistlerin cirit attığı sahalar olmaktadır. Müslümanlar olarak birbirimizi asıp keserken
, Siyonistlere sadece beddua edip ağlıyoruz. Bütün bunlar Allah’ın aklımızı
başımıza almamız için başa bela edilmiş olaylardır. Batı sürekli dinimizin aleyhinde söylemlerle
algıları değiştirmekte ve birbirimize düşürmekte. Alevi suni çatışmaları
körüklenmekte, müslümanlığı itibarsızlaştırma imkanı vermektedir.Kaçımız kuranın ne dediğini biliyor ve anlıyoruz.
Dini yaşamak, kendine hayat felsefesi edinmek başka, onu yaşarken entrika ve uydurmacalarla milletin başına bela olmak,
yanıltmak başkadır. Bütün bu karmaşada maalesef gençlerimiz şimdi de Deizm
akımına kurban olmaktadır. Allah vardır ama peygamber ve din yoktur düşüncesi
başımıza bela olacaktır.
Düşünce asıl oldukça , zaman içinde
her konunun lafzını kavramak ve doğruya ulaşmak mümkündür. Amaç, ileri sürülen fikirlerin dini,metafizik,bilimsel ve
felsefik delillerle sunulması ve düşünmeye
sevk edilmesidir.
Bunun için dini literatürler bilimsel
gelişmeleriyle felsefik çıkarımlara başvurulmuştur.Dini metinlerde bozulmamış
hali ile bize iletilen kutsal kitabımıza dayandırılmıştır. Allahın zorunlu
varlığı kabullenildikten sonra Allah’ı anmak, anlamak; yaradılışın südurun
alemlerin, oluşların neden böyle olduğunun sorgulanması ile aydınlanır. Dinin
emirlerinin ardındaki hikmeti anlamakla da taçlanır. Ve tüm bu kavrayış
tekamülümüze katkısı oranında anlam kazanır. Anlaşılanlar Allah’ın anılmasıyla yani Allah’ı anmak ve anlamakla
olur.İnsan zihni muhteşem bir sihirbazdır.İstediğinde hem şeytanı hem de ilahi
bir varlığı kendinde biçimlendirir. Beşer varlığına yerleşen en büyük şeytan
olumsuz bir zihindir. Olumsuzluğun şekil değiştirmesiyle olumlu şekiller
görünür. Cenneti de cehennemi de zihin kendisi yaratır. Olumsuz zihnin dayanağı
şeytandır. O da insanı vesveseye sürükleyen ve zihinde gerçekle gerçek dışını
karıştıran manasal bir güçtür. İnsan boyun eğmedikçe , düşünce formunu
olumsuzlaştırmadıkça insanı etkisi altına alamaz.
Bize düşen ümitsiz
olmamaktır. Bize düşen; takdiri bilemediğimiz için devamlı istemek , çalışmak
ve öğrenmektir. Verilmediğinde ileriki zamanda verileceğini ummak veya
verilmeyişinde rahmetten olduğunu idrak etmektir.Buna en güzel örnek Bakara
Suresidir.
Mana aleminin halleri fiziksel varlığı
oluşturur. Ve bizim algıladığımız da budur. Her şey aslında insanın
düşüncelerinde; nesnelere ve olaylara verdiği anlamların kendisine dönen
duygusal yansımalarında gizlidir. Zira ; aslında nesne ve olaylar esma ve mana
aleminden gelen yansımalardır. Ve insan zihninde tekrar manasal bir tertip
halini alır.Kısacası, önemli olan dışsal etki değil; ona verilen içsel
tepkidir. Hayatta çok büyük zorluklar vardır. Biri çok kızarken, diğeri hiç
etkilenmez. Körken körlüğe dayanamamak
ızdıraptır.
Allah’ı anlamak; var
oluşları ancak sürekli değişim üzere olabilen bildiğimiz tüm olay ve
varlıkların gerisinde, oluşlar âlemini ayakta tutup besleyen, varlığı kendi
değişmez Salt Varlığından olmak durumundadır.Asıl Varlığın mevcudiyetinin
zorunlu olduğunu kavramakla başlar. Aksi durumda varlıklarla dolu âlemlere bir
açıklama getirmek imkânsızdır. Bir takım varlıklar ve oluşlar; neden ve nasıl
kâinatta vardır? Hiçbir şeyin olmaması mümkün değil miydi? Neden tam anlamıyla
kesif bir yokluk yoktur? Ya da böylesine bir yokluk bir zamanlar var mı idi
veya bir zamanlar olabilir mi? Ya hiçbir şeyin hiçbir zaman olamayacağı mutlak
kesif bir hiçliğin olması gerekirdi ya da daim olan Salt Bir Varlığın… Mutlak
mantığın olabilirliğini kabul edebileceği başka bir seçenek yoktur.
Allah’ın zorunlu varlığı
kavrandıktan sonra Allah’ı anlamak; yaradılışın, südurun, âlemlerin, oluşların
neden böyle olduğunu sorgulamakla aydınlanır. Dinin emirlerinin ardındaki
hikmeti anlamakla taçlanır. Ve tüm bu kavrayış, tekâmülümüze katkısı oranında
anlam kazanır. Bu ise ancak, elden geldiğince, anlanılan Allah’ın anılmasıyla
yani Allah’ı an(la)makla mümkündür. Allah; aşkın ve içkin, şeyleri hem içten hem
dıştan kuşatma halinde olan, aslında Mutlak anlamda sadece kendi varlığı olan
Salt varlık’tır. Tüm âlemler bu varlığın izafi yansımalarından oluşmuş,
sünnetullah gereği değişim ve evrim temelinde ifade bulan geçici oluşumlardır.
Evrenin evrimi, Big-bang ile başladığı andan itibaren, maddi manevi, canlı
cansız tüm yaratıklar için her an sürüp gitmektedir. Evrenin ve belki
evrenlerin ve bu evren veya evrenler içre her birimin (âlemlerin) herhangi bir
andaki hali, başka herhangi bir andaki haliyle asla aynı olmamaktadır. Mutlak
varlığın sadece içkinliğine bakmak, Allah’ı algılamada bilincin, panteizm,
materyalizm, ateizm v.b. felsefelere kapılma olasılığını yüksektir. O’nun
sadece aşkınlığına bakmak da, bilinci, âlemlerden ayrı, gökte taht kurmuş veya
mantıksal çıkarımla olması zorunlu olan ilk neden olarak yaradılışı başlatıp
sonra her şeyi kendi haline bırakmış bir tanrı düşüncesiyle blokelendirebilir.
O nedenle, bu iki bakış açısını da barındıran İslam, Tevhid(birlik) dinidir ve bu manada gelmiş geçmiş tüm dinlerin aslı İslam’dır, denir.
Allah’ı tanımak, bizim en
başta gelen görevimizdir. Biz Allah’ı, Kur’an ve sünnette belirtilen
isim, fiil ve sıfatlarıyla
tanıyabiliriz. “Allah’a iman”; Allah’ın varlığını, birliğini,
yaratan, yaşatan, rızık veren ve besleyip büyütenin yalnız Allah olduğunu,
O’ndan başka ibadete lâyık mabut bulunmadığını, ibadetin sadece O’na yapılması
gerektiğini, O’nun ezelî ve ebedî olduğunu, bütün kemal sıfatlarla muttasıf ve
noksan sıfatlardan münezzeh bulunduğunu, Kur’an ve sünnette belirtilen isim,
fiil ve sıfatlarıyla bilip inanmayı gerektirir. O’na iman,
aynı zamanda O’na ibadet ve itaat etmeyi, Kur’an ve sünnette yer alan
emir ve yasaklara, öğüt ve tavsiyelere
uymayı, helâl ve haramlara riayet etmeyi gerekli kılar.
Daha doğuştan borçlu doğar insan ölüme ve bir gün gelip
çalacaktır kapımızı.Bir bakın nasılda gittiler sevdiklerimiz bir bir. Şimdi
neredeler ? Asıl olan Allah tır :yaşanılanlar hep avutmaca. Tek gerçek Allah.
İşte bunu bilerek, bu gerçeklere ve öğretilere sıkı sıkıya bağlanarak rehber
edinmek; iyi ahlakla yaşamayı sağlar. Kimseye bir akıl hocalığı yapma hadsizliği yoktur. Çünkü
dinde dayatma yoktur. İnsanlar diledikleri gibi yaşama hürriyetine daima
sahiptir