12.4-) Soru-Cevap Diyalogları
** Besmeleyle başlamak için, öncelikle Besmele’nin deruni anlamlarını açabilir miyiz?
B-ismi-(l)-Allah-ir-Rahman-ir-Rahim.
B: ‘bilfiil’ gibi, bir şeyle birlikte olarak anlamına kullanılır. ‘Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatlarına özümden bağlı olarak başlıyorum’ anlamı verir. Ancak ‘Allah olarak, Rahman ya da Rahim olarak’ anlamında değildir elbette. O, alemleri içten ve dıştan kuşattığından, ondan gayrı bir varlık olmadığından, ‘O’ndan gelen özümden O’na varıyorum’ demektir. Ama O, alemleri zıtlık üzre yarattığına göre (aksi hal alemlerin Mutlak olmasını gerektirir; zıtlar birbirini tüketsintmelidir ki Alemler Mutlak olmasın --ki zaten olamaz da), Hayrı ve Şerri yarattığına göre, Hem Kahhar hem Rahman olduğuna göre, O’nun hangi sıfatını özümde bulayım?
Besmele diyor ki, O’nun Rahman ve Rahmi’ne sarıl. Rahman, biz istemesekte, şer sansak da Allah’ın kullarını tekamüle yönelttiği rahmetindendir. Rahim ise sırf rahmet, iyiliktir (daha doğrusu kulun bakış açısına göre iyilik). Rahman, kula göre kötülük olsa da, son tahlilde iyiliktir, hayırdır. Örneğin hasta bir çocuk, acı bir ilacı içmek istemez, ama anne ve babası, o istemese de onun iyiliği için ilacı içirtmeye çalışırlar. İlaç çocuğa göre şerdir, ebeveynlerne göre hayır. Burada çocuk ya da kul, anlık duygularıyla iyi- kötü ayrımı yapmakta, ebeveynler daha geniş bir perspektiften bakabilmektedirler.
Bunlar gibi, Cehennem de Rahman’dandır denmiştir. İntikam alan tanrının işkencehanesi değil, Kulu arındırma yöntemidir.
İşte biz, Mümin olarak Allahın Rahman ve Rahim’ine, Rahman ve Rahim sıfatlarını özümüzde bulup biliriz. O sıfatlarla bir olarak, onlara sarılarak her işe başlar, bunun özümden bağlı olduğumuz MUTLAĞIN Esmasından olduğunu bilir ve hatırlarsak, bize ne keder verebilir? Biz şu yalan dünyada başımıza ne gelse Allah’a isyan ederiz? Neler bizi umutsuz, karamsar, olumsuz edebilir? Hiç birşey. İşte Besmele budur.
** ‘Hu’ adının, Allah’ın hiçlik makamını simgelemesi Allah’ın hiçlik olduğunu ya da Allah’ın olmadığını mı gösterir?
‘Hu’ da iken bildiğimiz anlamda bir ‘var’ olmadığı gibi, ‘yok’ ya da ‘hiç’ de yoktur. Kelimeler, anlamlar, düşünceler yoktur. Yalnız ‘O’ vardır. Hiç, yok, v.b. kavramlar, ancak bizim gibi sınırlı, izafi, yaratılmış idraklere göredir. Hu, Mutlak Varlık'tır. Aslolan gerçek tektir. O nedenle hiç ya da yok değildir. Hiç ya da yok hükmünde olan, ama ilmi suretler olmamızdan dolayı kesif yokluk da olmayan bizleriz. Hu ise sırf VARLIKTIR. Değişimden münezzeh olan, yani varlığında yokluk arazı bulunmayan tek varlık ’O’ dur. Bildiğimiz tüm varlıklar izafi var oluşlar olup; değişim üzre yani varlıklarında yokluklarını taşıyan varlıklardır. Biz yok hükmünde olanları var gördüğümüz içindir ki KESİF VARLIĞI hiçlik diye biliyoruz. Yani asla ‘O'nu bilemeyeceğiz. Bu O'nun KEMALATININ en büyük delilidir.
** Öyle ise ‘Hu’ Zat ismidir. Gaybı ifade eder. Hiçlik ile ilgisi yoktur.’ demek doğru mudur?
Mutlak hiçlik ile Allah'ın Zat’ının gerçek adı olan yani isimsizliğini simgeleyen ‘ Hu’ nun ayrımını yapabilmek gerekir. Allah, zati olarak şekilsiz ve isimsizdir. O'na ancak O denebilir. Yani Hu ! İşte bu Hu, O'nun Hiçlik makamıdır. O makam bize göre hiçlik, ama aslında Mutlak varlıktır.
** ‘Hu’ yerine alemlerin ezeli olması ya da Allah’ın Bilinçsiz bir yaratıcı olması mümkün müdür?
Alemi ezeli kabul etmek Ateizmin veya bir üst idrak seviyesi olan Panteizmin felsefesidir. İslam'ı bilen bunun olamayacağının en temel itikat olduğunu bilir. Ne yazık ki o tür filozoflar büyük ihtimalle kasıtlı olarak bunları ileri sürer. Çünkü en basit felsefi ve mantıki çıkarım, akla alemin ezeli olamayacağını buldurur. Bir filozofun hele ki İslam filozofunun bunda yanılgıya düşmesi imkansızdır. Allah'ın cüzziyatı bilememesi ise, Maddi, enerjisel tüm alemler ötesi Mutlak varlığın bilinçsiz ve İlimsiz bir kudrete sahip olduğunu ileri sürmektir. Daha da önemlisi, Madde ve mana ötesi bu salt varlığa dayanarak maddi ve enerjisel planda oluşta olan varlıklarda görünen bilincin, Asıl Öz’de olmadığını söylemektir ki, sağlıklı bir beyin bunu düşünemez.
** Alemler ezeli olmadığına göre, alemlerin bir unsuru olan ‘zaman’ sürekli akmayacak mı? Alemlerden bir alem olan ‘Ahret Alemi’ sonsuza dek sürmeyecek mi?
Zamanın Mutlaklığı vehmidir. Bunun gibi, edindiğimiz her tür bilgi, izafi alemlerin bilgisidir. Ve küllen vehimdir. İlmin kaynağı olan Allah'ın ilmine asla erişilmez.
Hayatın kaynağı olan Allah'ın Hayy sıfatı asla izafilerde daim olmaz. Aksi hal, Allah'ın vasıflarını kemal haliyle yaratılmışlara vermek demektir. Bu vasıflar yaratıklarda kısmi olarak ve ödünç halde vardırlar. Vasıflar Allah'tandır ama Allah’ta olduğu gibi değildir. Ne enerji ne de başka bir zerresel boyut daim olamaz. Aksini iddia etmek Allah'ı sadece içkin yönüyle bilmektir ki Panteizmdir. Varlığı en deruni içsel tabakasına kadar çözümlerseniz enerjinin de hiçliğe dayandığını görürsünüz. Ki O, Hu' nun mekanıdır, daim olan O'dur; enerji değil. Biz izafiler O'nu kuşatamayacağımız için Salt varlığı bilemez, hiçlik olarak algılar, yani algılayamayız. Bu da her şeyin zanni, vehmi oluşunun nedenidir. Akıl dediğiniz şey, ‘ilaka’ dan ‘bağ kurmak’tan gelir ve zanni bilgilerimize eklenik olarak kurulur. Ahiretin ebediliği de bizim zansal oluşumuza göredir. Mutlak ebediliğini iddia etmek, zansal oluşları Mutlak bilmektir.
** Ahiret için bir son düşünülmesi, kendi kendini yok etmesi manasına gelir mi? Ya da Ahiret sonsuz ise, her şeyin ebediyetinin mümkün olduğu söylenebilir mi?
İlim özüne nüfuz edilmedikçe şaşırtır. Asla Allah'ın ilmine sahip olamayız ama ondan gelen ilmi, zanni itikatsızlıklara sürüklenmemizde kullanma riskimiz her zaman vardır. Zanni bilgi vahim bir vehim olabilir.
Muhal olan enerjinin kendini yok etmesi değil, haşa, Allah'ın kendini yok etmesidir. Enerjinin oluşu Allah'tandır ve Kudret sıfatının yansımasıdır; ancak olan her şey Allah'tan olsa da, ebedi ve ezeliği bu izafi oluşlara atfedemeyiz.
** Haşr (öldükten sonra dirilme) ve Ahiret hayatı, cismani bir oluş mudur?
Haşrın cismani olup olmadığı, her haliyle tartışılabilir. Bunda Kur'an'i bir kesinik yoktur. Ancak teviller ile her iki grup da ayetleri kendi düşüncelerine yorar. Zira şu maddi alem aslı olan manevi okyanusa dayanır ve haşr, maddenin idraklerdeki bu çözülüşünden sonra olacak bir şeydir. Dolayısıyla Allah, o çözülüşü yaşattığı idraklerde tekrar maddeye benzer bir blokaj yaratırabilir ama bu şu bildiğimiz maddi cismani diriliş de olmayabilir.
Allah'ın sıfatlarından Allah'ın kullarını yararlandırması için, kullarını bildiğimiz anlamda cismani olarak yeniden yaratmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın sıfatları aslen Zat'ından yansır. O bilinemeyecek Mutlak HU'nun mekan-zaman ötesi mekansızlığından yani An-ı daimden… Zat'tan yansıma, Esma alemini yaratır ve o aleme de en yakın kullar, Mana alemi varlıkları olan Meleklerdir. Daha sonra bizim katı kaba alemimiz yani Efal alemi gelir. Ama tüm bu alemler Esma aleminin yansımalarından ve son tahlilde Mutlağın izafi yaratımlarından ibarettir.
Hal böyleyken Allah'ın kısım sıfatlarından nasiplenen Melekler, bildiğimiz manada cismani değildir. Zaten akıl bunu görür ki, Allah'ın sıfatları, yansımak ya da yararlandırmak için cismani maddi aleme muhtaç değildir. Tersine maddi bedenler O'na muhtaç olduğundan, Haşr sonrası yaratmanın Allah'ın sonsuz ilim ve kudretinden olabilecek ne tür bir yansıma olduğunu bilemeyiz. Ancak benim inancım şudur ki, Yaratmada tekerrür asla olmamıştır ve Mutlağın Sonsuz sınırsızlığı (daha doğrusu lamekan oluşu) nedeniyle, bir tür izafi yani cismani bir yaradılış olsa da (ki Meleklerde aslında bildiğimiz anlamda olmasa da cismanidir, zira cismanisiz yani şekilsiz tek varlık HU dur.) Cennedi ve Cehennemi hayatın bildiğimiz maddi hayat olmadığıdır. Doğrusunu Allah bilir.
** "Allah sonsuz sınsırsız olmaktanda münezzehtir" ne demektir?
‘Sonsuz, sınırsız’ kavramları, maddi aleme bağdan gelir. Madde ötesi Salt Varlık, İzafi oluşlar ötesi Mutlak Varlık, bu kavramlardan ancak münezzeh olur. Yani bu kavramlar, madde-zaman-izafi oluş olmadığında, muhal haline gelir. Örneğin evren mutlak anlamda sonsuz- sınırsız değildir. Aksi hal, Ezelilik ve Ebedilik vasfını evrene vermek demek olur.
Mesela ‘Akılların almadığı, sonsuz olan bu evren acaba başka bir evrenin kara dediliğimi?’ diye soranlar vardır. Sorun da buradadır. Evren içre evrenler olabilir; tıpkı alemler içre alemler olduğu gibi… Atomaltı boyutlarında sonu gelmiyor ama en son tahlilde hiçliğe varılır. Aynı şekilde, başka evrenin kara deliği olan evrenlerin yuttuğu evrenler sonsuza kadar gidebilir mi? Bu evreni ihata eden başka bir evren mevcuttur denebilir mi? Ya da dense bile son tahlilde nereye ulaşırız? İhate eden evrenlerden de kurtuluş olmaz. Oysa ihata eden, Allah’ın ilmidir. Allah’ın ilmi ile içten ve dıştan ihata edişi ise, Zat’ının bu alemler ve evrenlerden tamamen farklı, Mutlak varlık boyutunda olmasındandır.
Zaten beyine giden veriler gözün görebildiği kadarıyla olduğudan, biz sadece evreni göz bebeğimiz ile sonsuz-sınırsız olarak değerlendirmeye tabi tutuğumuzdan, bu sonsuz-sınırsız kavramının izafi olduğunu, maddi düzlemde en uzağa gitme çabası ve ya en derine inme çabası olduğunu söyleyebilriz. Oysa sorun, maddi düzlemin en uzağı ya da en içi değildir. Cevap, maddi düzlemin tamamen haricinde bir Lamekanlık halinin olduğunu bilmekle bulunabilir. Yani düzlem dışı düşünmeden bu sorulara mutlak cevap verilememiş olur.
Göz değil, Mutlak mantık gerçeği görür; göz yanıltır, izafidir, izafileri görür, düzlem içi çalışır. Düzlem içinde gözün ihata edemediği sonsuzluğa evren etiketini yapıştırıyoruz, o yüzdende işin içinden çıkılamıyoruz. Oysa Gavsiyede “Hiç bir şeyde açığa çıkmadım, insanda açığa çıkışım gibi” denmesi hikmeti üzerine düşünmek lazımdır. Allah'ın
sıfarlarının ve tecellilerinin sonu yoktur ama bu Mutlak sonsuzluğun izafi oluşlar olduğunu göstermez. O nedenle oluşlar aleminde halden hale devinip sonu bulamayız, Mutlağı düşünmek ise sorunu çözer.
** Allah kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi?’ antinomisinin cevabı yoktur. Evet deseniz Allah Kâdir-i mutlak olmaktan çıkar, hayır derseniz de Allah’ın en azından bir şeyi yapamayacağı kabul edilir ki, gene Kâdir-i mutlak olmaktan çıkar. Bunun cevabı yoktur. Benzer şekilde ‘Allah, başka bir Allah yaratabilir mi?’ antinomisinin de cevabı verilemez. Bu konularda neler düşünmektesiniz?
Bu konuları kitabımızda açıkladık; ancak şöylece özetleyebiliriz: Allah'ın -ebilememesini kabul, ancak vehmi olarak düşündüğümüz bu türden muhalliklerin Allah tarafından -ebilebilir olabileceğini kabul ettiğimizde Allah'ın vasıflarında bir eksiklik oluşturuyorsa makuldür. Örneğin ‘Allah rüya göremez’ diyebiliriz çünkü zannımızca rüya görülmesi için uyumak gerekir ve bu ‘O'nu uyku tutmaz’ vasfına zarar verir. Buradan bağlantı kurularak denebilir ki, Allah kendini yok edemez. Bu Allah'ın -ebilememesini kabul, O'nun daim olan Mutlak varlığına zarar gelemeyeceği içindir. Benzer şekilde Allah başka bir Allah da yaratamaz. Zira tek olma vasfına zarar gelir. Mutlak varlık tek olmak zorundadır. Bu zorunluluk da Allah'ın kudretini sınırlamak değil, vasfını tanımlamaktan gelir. O, madde, zaman, değişim ötesi Mutlak varlık olduğu için ve bizler izafi bilinçler olmaktan kurtulamayacağımız için muhal olan bu paradoksları O'nun üzerinde düşünürüz. Cevapları da bu şekilde vermek en mantıklı olanıdır. Yani zannımca bu sorularınızın cevapları vardır ve dediğim gibidir.
**Bu kitapta açıklanan kavramlar, “O’nun izni olmadan yaprak düşmez, O’nun izni olmadan hiç bir şey olmaz, O her an yeni bir iş ve oluştadır, O dilemedikçe siz dileyemezsiniz, Benden istediğiniz her şeyi verdim, Herkes yaratılışı üzere yaşar” vb mealdeki ayetlerle ters düşmekte midir?
Her şey Allah’ tandır ama Allah’ın parçası ya da unsuru değildir. Rüyasında bir adam gören uyuyan adamla- rüya adam ilişkisinde olduğu gibi. (“O her an yeni bir iş ve oluştadır, O dilemedikçe siz dileyemezsiniz”) Rüyamızda olan ve her an yeni şanda bulunan biz değil miyiz? Rüyamızda, kabus da olsa isteyen kim? Bilinç altından biz.
Ancak Allah zorlayıcı olarak insan iradesini yönetmez. İnsan her türlü yapıp etmelerinde ve seçimlerinde özgürdür. Zira Allah cüzzi iradelere serbestlik tanımıştır, izin vermiştir. (“Onun izni olmadan yaprak düşmez, Onun izni olmadan hiç bir şey olmaz, Benden istediğiniz her şeyi verdim”) Bu izin nedeniyle şeytanlar insanların dostu olabilmektedir. Ve yine bu nedenle insanlar kendi yaptıklarının hesabını kendileri verecektir. Aslında bu durum, tekamül, olgunlaşma ve evrimidir ancak, biz ‘suç-ceza, günah- sevap, hesaba çekilme ve imtihan dünyası’ diye de biliriz.
Burada en kritik ayetler “Herkes yaratılışı üzere yaşar” tarzındaki ayetlerdir. Zira aslıma rücu etmek üzere yaratılmışsam ve tüm yapıp etmelerim hamurumun gizli mayasından kaynaklanıyorsa, suç benim midir, beni böyle yaratanın mıdır? Elbette yaradılış üzre yaşamak, mayasal günahlarımızı görmeye ve akıl, mantık ve ilimle Mutlağa yönelmeye engel değildir. Kötülüğe eğilimli bir yaratığın, tabiatına rağmen kötülükten çok az el ayak çekmesi, iyiliğe eğilimli bir yaratığın, tabiatına rağmen, kötülüğe yönelmesinden yeğdir. Yani geniş açıdan düşünülürse haksızlık zannı ancak alt idraklerde kalır