KİRPİĞİMDEKİ KÜLLER
“ Roman”
Hemen yanımdaki koltukta oturmakta olan kadının başı, önce yavaş yavaş omzuma değiyor, sonra kendi koltuğuna doğru kalkıyordu. Bu durum, bir kaç kez yinelendikten sonra kadın yolcunun başı artık omzumdaydı. Uykuya teslim oldu ki kadının başı yavaşça omzuma düşüvermişti.
Öylesine dalmıştım ki beni kendine tutsak eden karanlıklara. Ne olduğunu anlayamadan başımı çevirdim bir anda içeriye doğru.
Önce hafiften yana çekilmek istedim, lakin omzumdaki başla birlikte
gövdeye daha çok alan açmış olmuştu bu hareketim. Canım sıkılmıştı:
Camla yandaki yolcu arasında sıkışıp kalmıştım. Ayrıca otobüsün içi çok
sıcaktı. Sıcaktan alnımda bonuk boncuk terler birikmeye başlamıştı.
Gerçekten bunalmıştım. Zaten zor nefes alıyordum. Bir de arkada
çocuklarıyla yolculuk eden, aynı zamanda klimayı açtıran kadınla, onun
isteğini yerine getiren hosta içimden söylendim, durdum. Otobüste
çalışan klima insanın içini bunaltacak derecede fazla çalışmaktaydı.
İçimden kendi kendime söylenmekten vazgeçtim. Zaman geçtikçe derin
uykuya dalmış yolcunun omzumdaki ağırlaşan başından nasıl kurtulacaktım?
Önce hafif hafif başı diklemesine kaldırmayı denedim. Yok olmadı.
Hamlem başarılı olmamıştı. Kadının başı, bu kez daha da yer açmak için
ileri doğru uzanmıştı. Başıyla boynu omzuma doğru daha çok abanmıştı,
uyku sersemi olan kadın. Önce gövdesiyle, sonra boynunu yerleştirdi.
Böylelikle kadın başını daha ağırlıklı sarkıtmıştı göğsüme doğru.
Hoppala, şimdi ne yapmalıydım?
Hosta seslensem olmazdı. Diğer uyumakta olan yolcuları da uyandırmış
olurdum. Sıkıntılı bir şekilde tam tempemdeki "Servis" düğmesine
uzanmaya çalıştı parmaklarım. Yok bu şekilde olmazdı. Kadın horul horul
uyumaktaydı, yahu. İlaç mı almıştı ne!
"Usulca fısıldadım:
"Hanımefendi, hanımefendi!"
Seslendiğim halde uyanmamıştı, beni....
-
Elim bir türlü uzanamıyordu servis düğmesine. Üst bedenim ileriye doğru
gerildikçe gerilmişti. Allah'ım ya, çıldırmamak işten bile değildi!
Omuzumda ve göğsümde yabancı bir ağırlık taşıyordum. Bir de sıcak hava
yok mu...
"Yeterrr artık yeterrr! Bu ne be! Sanki cehennem sıcağı!"
Aa bu ses benden mi çıkmıştı!
Ciğerlerimde tutamadığım hava mıydı, yoksa dışarıya taşan?
Aniden otobüsün iç lambaları da yanmıştı. Yavaş yavaş otobüsteki
yolcular uyanmaya başlamışlardı. Duydukları sesin geldiği yöne başlarını
çevirmeye başlamışlardı bile...
Az sonra bizim uykulu hostumuz
sarsak sarsak yürüyüşü ile yanıma gelmişti. Işıkların aniden açılışıyla
ben dahil tüm yolcuların gözleri kamaşmıştı. Host uykulu uykulu sordu:
"Ne oldu hanımefendi. Neden bağırdınız, öyle? Herkesi de rahatsız ettiniz!"
Hayret göğsüme iyice yaslanmış kadın hala uyanmamıştı. Onu bakışlarımla işaret ederek, öfkeyle konuştum:
"Lütfen hanımefendiyi başka koltuğa taşır mısınız? Klima da çok açık
biraz kısın rica ediyorum. Dayanılır gibi değil. Bunaldım...Nefes
alamıyorum! Hem de bu mevsimde...Olacak iş mi şimdi sizin bu
yaptığınız!"
Host sıkıntımı anlamıştı. Benle tartışamayacak ruh
halindeydi. Kimbilir kaç saat uykusuz yollardaydı. Eğilip kadının omzuna
dokundu. Sesi yorgun çıkmıştı:
"Bayan uyanır mısınız? Hey bayan...Size söylüyorum! Uyanın artık!"
Kadından tık ses yoktu. Onun uyanmaması üzerine hostun dokunuşlarındaki
basınç da artmıştı. Adeta silkeler gibi omzuma yatmış kadını
sarsıyordu:
"Heyy bayan açın gözlerinizi...Bayanı rahatsız ediyorsunuz...Bayannn...Heyyy!"
Kadından yine ses çıkmamıştı. Dünya yıkılsa umurunda değildi. Bu arada
klimanın ısısını kaptan düşürmüş olmalı ki, hafiften havanın ısıssı
değişmişti.
Sonunda hosttan aldığım cesaretle bende daha fazla
dayanamayıp omzumdaki başı elimle yana doğru itekledim. Hayret! O anda
çok tuhaf bir şey olmuştu. Kadın bir kuş gibi uzaklaşmıştı omzumdan. Ama
kendi koltuğuna doğru değildi uzaklaşma. Başı kendi dizlerine doğru,
bedeniyse öne doğru bir pelte gibi yığılmıştı, kadın...
-
Dudaklarımın içindeki çığlığı zor tuttum! Kadın peruk takmıştı. Başı öne
doğru düşerken kafasındaki peruk da koridora fırlamıştı. Host hemen
kadını kucaklayıp geriye yasladı. Peruğunu kucağına bırsktı. 25
yaşlarındaki hostun gözleri irileşmişti. Elleri titriyordu. Belli ki çok
korkmuştu. Kadın kaskatı kasılmış öylece yanımda durmaktaydı. İçim bir
tuhaf oldu.O anda anladık kadının öldüğünü. Gözleri kapalıydı. Yapılacak
bir şey yoktu.
Elim hemen bileğine dokundu. Teni hala sıcaktı.
Demek ki uykusunda ölmüştü. Başını omzuma dayadığında can veriyordu.
Parmaklarım bilek damarının üzerinde bir süre durdu. Nabzı atmıyordu.
Hosta "çabuk soğuk su getir, yüzüne serpelim!" Der demez " tamam" deyip
yanımızdan hızla uzaklaştı. O an nasıl oldu bilmiyorum ama olağanüstü
soğuk-kanlıydım. Ve aklıma geleni uygulayacaktım.
Birkaç filmde
izlemiştim. Bir kimsenin tam ölüp ölmediğini anlamak için ya burnuna
ayna tutarlardı, ya boynundaki arterin atıp atmadığına bakarlardı. Bende
öyle yaptım. Hemen çantamı karıştırıp küçük aynamı kadının burnuna
tuttum. Ayna buğulanmamıştı. Demek ki solunumu durmuştu. Parmak ucuyla
boynundaki damara dokundum atmıyordu. Hostun getirdiği suyu serpeledim
kadının sıfıra kazınmış kafasına ve yüzüne. Çabam nafileydi! 70
yaşlarındaki kadından hiç ses çıkmıyordu. Yaşama dair hiçbir belirti
yoktu!
" Ölmüş bu! Bence en yakın hastaneye götürmek gerekir. Sen kaptana söyle durumu. Hemen 112 acil servisi arasın."
Yan sıra koltukların koridor kısmında oturan bey söze karıştı:
"Acaba suni solunum aleti var mı otobüste?"
Host telaşla öne doğru koşturdu:
" Kaptan kaptan 23 no'lu koltuktaki yolcumuz ölmüş!" Diyerekten...
Adamın dediği mantıklıydı. İlk yardım dersinde hocamızın sözleri aklıma gelmişti:
" Arkadaşlar zaman çok önemli. Ambulans gecikebikir. Ama ölüm gecikmez.
Eğer siz acele ederseniz yaşam kazanır. Trafik kazaları, yangın,
denizde boğulma, kalp krizi, ve benzeri durumlarda hastayı veya
kazazedeyi yere yatırıp suni solunumla kalp masajı yapmanız hayat
kurtarır."
Yerimden o an nasıl fırladım ben bile bugün kendime şaşıyorum.
Solunum cihazı soran beyefendiden yardım istedim:
" Hastaya kalp masajı ve suni solunum yapmamız lazım. Bana yardım edin. Onu yere yatıralım."
Otobüs durmuştu. Kaptan ve host elindeki ilkyardım çantasıyla geldiler.
İçimden dua ettim:" inşallah suni solunum aletin vardır," diye.
Kaptan "Ölmüş mü cidden?"
Onun sorusuna ancak dudak bükmüştüm. Şimdi konuşma zamanı değildi.
Kaptan ve yolcular ayaktaydılar. Bütün dikkatler bizim üzerimizdeydi.
Meraklı bakışlarla aralarında geçen konuşmalar otobüsün içinde uğultu halindeydi.
Çantadan solunum aleti çıkınca çok sevinmiştim. Hemen kadının
dudaklarına maskeyi dayayıp aletin plastik balonunu sıkıp pompaladım.
Bana yardım eden adama aynısını yapmasını söyleyip kalp masajı yapmaya
başladım. Bir yandan sayıyor diğer yandan göğüs kafrsini hissettiğim
kadının sol meme altına avuç içimle bastırıyordum.
" Bir....İki...Üç...Bir...İki...Üç..."
Bu eylemimiz ne kadar sürdü bilmem ama 112 Acil Tıp Ambulansının siren sesini duyar duymaz " Çok şükür" dedim.
Bu arada kaptan tüm yolcuları otobüsün dışına çıkartmıştı. Böylelikle
panik bastırılmıştı. Ambulans doktoru ve hemşiresi yaptığımız ilkyardım
en doğru hareket olduğunu söylerken oksijen bağlayıp yaşlı kadını
sedyeye aldılar. Ambulansa taşıdılar. Tıbbi mücadele başlamıştı. Yaşlı
kadına şok verirlerken bende bir sigara yakmış gecenin koynuna
bırakmıştım gözlerimi.
Hayat ne tuhaftı. İnsan bir vardı, bir yoktu.
Ambulanstaki o yaşlı kadın kimdi? Nereye gidiyordu? Çocukları, kimi
kimsesi var mıydı?
Başını neden kazıtmıştı?
Kanser hastası mıydı?
Ben böyle düşünürken yanıma host yaklaşmıştı.
" Hanımefendi yola devam ediyoruz, ambulans gitti." Ardından karanlığın içinde sağa sola dağılmış diğer yolculara seslendi:
" Hadi herkes araçtaki yerlerini alsın. Kalkıyoruz."
-
Hostun uyarısıyla yarılanmış sigaramdan derin bir nefes ciğerime çekip
izmariti yere atıp ayağımla ezdim. İzmaritin söndüğünden emin olduktan
sonra otobüse doğru ilerlerken 155 trafik ekip aracının yanıp sönen
kırmızı mavi ışıklarına takıldı bakışlarım. O ışıkları, geceyi
heveslendiren ateşböceklerine benzetmiştim. Ambulansa eşlik eden polis
ekip aracındaki memur kaptanla konuşmaktaydı. Belli ki vakayı rapor
etmekti tüm çabaları. Acaba kadın yaşıyor muydu, yoksa ölmüş müydü
gerçekten? Merakımı gidermeliydim. Polis memurlarına doğru adımlarımı
yönelttiğimde otobüs kaptanının konuşması çalındı kulağıma.
" Valla
memur bey, benim bütün dikkatim yoldaydı. Yardımcım yanıma gelip
söyleyene kadar bende olaydan bihaberdim. Ta ki, 24 no'lu yolcumuzun
bizi uyardığında bilgimiz oldu. Bunun dışında size ne söyleyebilirim
ki?"
Kaptan beni görür görmez heyecanla memura işaret etti:
" İşte...Sözünü ettiğim yolcumuz bu bayandı..."
Bende olan biteni anlattıktan sonra memurlar, kimlik bilgilerimi de not
ettiler. İşleri biten memurlar, ekip araçlarına binip olay yerinden
uzaklaştılar.
Kaptana geçmiş olsun diledikten sonra 23 no'lu yolcunun durumunu sordum.
Kaptan dudaklarını belli belirsiz kıvırdı:
" Bunu ancak Allah bilir. Doktorla hemşire yolcumuzu şoklayarak kalbini
çalıştırdılar.Serum bağlayıp sonra da solunum cihazına bağladılar. En
yakın hastaneye götürdüler."
Gözlerim sevinçle ışımıştı.
" Ah kaptan! İşte bu güzel haber! Çok sevindim. Kadın yaşıyor demek!"
Kaptan babacan bir tavırla eliyle omzumu kavradı:
" Evet, şimdilik. Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte! O kadın yaşayacak
olursa bu sizin sayenizde olacak. Doktor ilk yardımın başarısından
bahsetti. İlk beş dakika çok önemliymiş. Bilinçli davranmanız hayat
kurtardı."
Duygulanmıştım. Titreme gelmişti. Kollarımı ovuşturdum.
Acaba yan koltuktaki yolcu, "Solunum cihazını anımsatmasaydı," o
panikle, o anda ilkyardım hocamızın sözleri aklıma gelir miydi?
Ben
bu düşüncelerle otobüsteki yerime geçip oturdum. Oturur oturmaz bütün
vücudumda sanki ateşim çıkacakmış gibi bir titreme hali başlamıştı.
Şimdi hostu çağırsam desem ki, " Şu klimayı biraz açar mısın?"
diye...Kendimle çelişkiye düşerdim. Arkadaki çocuklu kadınla sözcük
dalaşını göze alamaya hiç niyetim yoktu.
Ayağa kalktım.
Port-bagajdan siyah ceketime uzanıp alırken yaşlı kadının çantasını da o
arada kendime doğru çekmiştim. Başımın üzerinden koridora düşen
çantanın içindekiler de yere saçılmışlardı. Otobüsün tavan ışıkları
henüz sönmemişti.
Host yolculara sıcak içecek dağıtmak için küçük tekerlekli servis aracını hazırlamakla meşguldü.
"Hay Allah!" dedim ve apar topar yere saçılanları çantanın içine
tıkıştırmaya başladım. Yan sırada oturan ortayaşlı beyde yardımcı
olmuştu.
" Bu çantanın polislere verilmesi gerekir. Acaba bagajda başka eşyası var mı?"
" Evet haklısınız. Bilmem ki var mı? Hosta soralım. Bu çantayı da
kaptana içindekileri sayarak teslim edelim. Aman neme lazım! Başımıza iş
almayalım sonra.!"
Der demez hosta seslendik birlikte.
"Bakar mısın?"
Genç host sözümüzü yormamıştı. İkiletmeden işini bırakıp yanımıza yaklaştı:
" Buyur; Ne vardı abla?"
Sesine bu kez saygılı bir ifade yerleştirmişti.
" Bu çanta yanımdaki yolcunun. Kaptana teslim etmek istiyoruz."
Host çantayı uzanıp elimden alırken aklıma çantadan başka eşyasının olabileceği gelmişti:
" Durun, yukarıda başka eşyası var mı bakayım!"
Elim daha ileriye uzanamamıştı. Ayak parmak ucunda ne kadar yükseldiysem, köşeye sıkışmış ceketi alamamıştım.
Host " Dur abla ben alırım. Sen yorma kendini..."
Genç hostu dinleyip yerime geçip oturdum. Artık hiçbirşey düşünmek
istemiyordum. Gözlerimi kapayıp kendi karanlığıma sığınmıştım...
Yolculuğum esnasında başıma gelenler, sonrasında yaşanacak olan
gerçekler; kader mi yoksa garip bir tesadüf müdür bilmem ama ileride
yaşayacaklarımdan habersiz gözlerim kirpiklerime, çoktan yenilmişti.
Hostun, portbagajdan aldığı ceket; aynı renkteydi. Üstelik benzer model
olan ceketin yaşlı kadının değil de bana ait olması kaderin bir oyunu
muydu? Gözlerim uykunun kucağında uzandığından bu ilginç benzerliği
farketmem imkansızdı!
***
Dip not:
Okuduğunuz ilk bölümler,
" Kirpiğimdeki Küller" adlı romanımdan Alıntıydı.
İlginize sonsuz minnet ve teşekkürler.