HALEB VALİSİ CELALİ HASAN PAŞANIN BAŞKALDIRMASI VE CELALİ İSYANLARININ AHVALİ VE SONU
Abaza Hasan paşa
aslında sipahilerden olub, kötü huylu şaki zulme ve fesada mail olub, para
toplamak için memleket reayasına reva gördüğü eziyet ve zulüm kısaltılarak bile
yazılmak icabetse mufassal bir kitab olurdu.
Padişah Dördüncü Mehmed
daha büluğ çağına varmadan tahta geçmiş olduğundan, saltanata ortak olmak
isteyen haris kimselerin hücumu ve bunların fikirlerinin birbirine uymaması
yüzünden söz, askere düşmüş, böyle olunca da sadrazamlar birbiri ardı sıra az
zamanda değiştiilmekle devlet nizamına bozukluk gelmişti. Osmanlı ülkesinde iş başında
olan zalimler ve hakimler her biri birer türlü ve fesad üzere olup onbin kuruş
mirisi olan hizmetten yirmi bin kuruş almak ve elli bin olandan birkaç mislini
tamamlamak için halka yaptıkları zulmün had ve hesabı yoktu.
Herbirinin yanına
toplanan sarıca ve sekban köy ve kasabaları viran ve yağma edip, memleket
kadıları ve vilayet hakimleri dahi mansıblarını rüşvet ile aldıklarından bir
bakıma kendileri de çöplendiklerinden müsaade ederlerdi. O taraflardan ümidini
kesenler İstanbul’a getirilmesine padişah fermanı çıkınca adı geçen şaki
birinin koltuğuna sığınıp, fukaradan cebren ve kahren aldığı para ve eşyadan
hediyeler gönderir ve icab edenlere verilirdi. Bunun üzerine” yüzünüz ak ve
kılıcınız keskin ve berrak olsun. İşe yarar adam olunca sizin gibi olmak
gerektir.” Deyip bin aferin ile o şakiye sahip çıkarlar ve yerinde
bıraktırırlardı. Bu şekilde yerinde bırakıldığına dair emir ve beratları
gönderilince, bu şakiler tamamen korkuyu terk edip eskisinden kat kat fazla
zulüm yapmaya başlarlardı.
Artık tamamen ümidini
kesen fukara ise varını yoğunu tamamen teslim ettikten sonra çoluk çocuğu ile
yurtlarını terk edip her biri bir tarafa dağılır, mamur köyler ve meşhur
kasabalar harap ve baykuş ve kargalara mekan olurlardı.Bu zalim kişiler kendi
hükmettikleri vilayetlerinde artık halktan alınacak bir şey kalmayınca başk
kasabalarda oturan zengin ve mal sahibi olan birini haber alır almaz, dört
beşyüz kadar kadar sarıca ve sekban ile bir kötü huylu zalimi gönderip bir
olmayacak suç atarak zavallının evini köyünü yağma ettirip, bir müddet de bu
suretle para toplamaya başlamışlardı.
Birbiri ardı sıra
sefere gelmeleri için gelen padişah emirlerinden can kaygısına düşüp, etrafa
olan rezilleri ve eşkıyayı toplayıp İbşir paşa gibi asker taifesini de çağırıp
yanına topladı.
Köprülü Mehmet Paşa,
boğaz seferinden Edirne’ye gelinceye kadar ve Edirne’de seferden sebepsiz yüz
çevirenleri ve zabitlerine itaat etmeyen edepsizleri ve meşhur zorbaları yavaş
yavaş yakalayıp katletmeye başladı. Şöyle ki, Tunca Nehri’nin kenarı insan
gövdesiyle doldu. Bu yüzden halkın içine korku düşüp askerden veya başka
kimselerden kendinden şüphesi ve eski bir suçu olanlar, umumiyetiyle kaçıp
Abaza Hasan paşa yanına toplandılar.
Anadolu’da olan
askerden de o halde olanlar, canlarını kurtarmak için Abaza Hasan’ın
topluluğuna katıldılar. Anadolu hakimlerinden devlet haini olup da kendisine
uyan beyler ve vezirler ile haberleşip İbşir paşanın kötü geleneğini örnek
alarak Konya sahrasında toplanmaya karar vermişti. Şam valisi olan Tayyarzade
vezir Ahmet paşa ve Anadolu beylerbeyi Can Mirza paşa ve bunlardan başka on
beşten fazla tayin olunmuş veya azlolunmuş beylerbeyiler, hizmetlerinde olan
sarıca ve sekbandan başka Anadolu memleketlerinde olan fesatçı aşağılık
kimseleri toplayıp günden düne sayıları artıp, damla iken Nil, ark iken sel
olup otuz binden fazla eşkıya Konya sahrasında toplandılar. Bu aralıkta acele
olarak seferi hümayuna gelip katılmaları hususunda devlet tarafından acele emirler ve sadrazam
Köprülü Mehmet Paşa’dan mektuplar geldikçe, emre uyacaklarına ve itaatına dair
cevapları havi cevaplar gönderip:
-“Sadetlü sultanım,
işte toplanan asker ile bu kulunuz dahi yetişmek üzereyim!”
Diye devleti
kandırırdı. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa gördü ki harman vakti oldu, Abaza
Hasan paşa tarafından gelip giden yok, dimağının fesadda olduğunu anlayıp:
-“Öğünsün düşman
öğünsün, eğer kalursa yanına!”
Deyip Hicri 1068 senesi
ramazan ayında(Miladi 1657 Haziran ayında) mevcut olan askerle Edirne’den
hareket ve Erdel tarafına gitmişti.
Abaza Hasan paşa ve
diğer eşkıya da hepsi gelip erişince birkaç gün Konya’da durup tamamen
geldiklerinde, sefere gitmek hususunu gitmek için toplandılar. Kendileri için
karlı olan şekilde hareket olunmak üzere dedikodulardan sonra şuna karar
verdiler ki:
-“Devleti aliyyede yüksek
makamlara ve ileri rütbelere hangi yoldan ulaşdığımızı anlatmağa lüzum yok.
Devleti aliye tarafından her birimizin hakkından gelinmek düşüncesi mühim
işlerden olub, Girid seferi bunalımı yüzünden ihmal şeklinde geriye bırakılmak
icabetmiştir. Kökümüzün kazınması husussunda padişahın kafasında yer ettiğine
şüphe yoktur. Türlü türlü şekillerle ortadan kaldırılmamamız için askeri
silahlandırmak ve hazine sarfetmek icab etmekle tavşan uykusuna yatırılıp
avlanmamıza fırsat arayıcılardır. Halen sadrazam olan devletlü, padişahın
arzusuna uygun hareket edip, zulüm ve fesad ehlinin def’i adiyle şimdiye kadar
sayısız kimseyi kılıçtan geçirdiği malumdur. Sefer bahanesiyle ele geçirmek
istedikleri bu kadar kimse Rumeli’ne geçip zahmetsizce ellerine geçirince, ayağıyla
gelmiş av olarak birer birer hepimizi intikam kemendine yakalayıp, siyaset
kılıcı ile katl ve idam edeceklerinden şüphe yoktur. Böyle bela denizine
düşenlerin kurtuluş sahiline ulaşmaları nasıl mümkün ve padişahın kılıcından
baş ve can kurtarmak nasıl tasavvur olunabilir? Halen Tayyar oğlu memleket
vezirleri arasında isabetli rey ile tanınmış ve atalarından biri vezir oğlu
vezir ve hanuman sahibidir. Sadrazamlık mührünün Tayyar oğluna verilmesi
hususu, toplanmış bulunan vezirler, beyler,zabitler ve askerin ittifakıyla padişah
katına arz ve mahzar olunsun! Müsaade buyrulup Tayyar oğlunu sadrazamlığa tayin
ederlerse hangi tarafa gitmemizi emrederlerse hepimiz yola düşüp din ve devlet
hizmetinde paçaları sıvayıp, padişahın uğrunda can ve baş feda etmekten kaçmayız.
Ve illa mademki işlerin idaresi halen sadrazamlık mevkiinde oturan Mehmet
Paşa’nın elinde oldukça sefer için o tarafa bir adım bile hareket etmek
imkansızdır.”
Diye dedikodu
ettiklerinden sonuçsuz tedbirleri kendilerince faydalı görülmekle bu hususların
kuvvetlendirilmesi için ahde yeminlerini iman tazeleyerek perçinlenmiş diye
İstanbul’a bildirmeye karar vermişlerdir. O sırada iktidarı yüksek padişah
tarafından hatt-ı hümayun ile boştancılar hasekiler gelip, hatt-ı hümayunun
içinde:
-“Hizmet-i hümayunumuzda
bu derece tembellik ve ihmale sebep nedir? Rehberi zafer olan sefere memur olan
vezirler, beyler ve diğerleri, harb meydanını süsleyen askerler ile iki konağı
bir edip veziri azam ve serdarı ekremimin yanında hazır olasız!”
Diye çıkan ferman ulaşınca
Abaza Hasan paşa ve diğer vezirler padişah fermanına uyacaklarını bildirir
kelimelerle özür dilediler ve:
-“Gecikmenin sebebi,
askerin toplanması içündür. Hepsi gelince yüz sürüyüp seferi hümayuna gideriz!”
deyip itaat eder göründüler. Evvelce yemin eden fesad ehli, bir ağızdan şu
şekilde maksadlarını açıkladılar ki:
-“Halen veziri azam
olan devletlü ile (Köprülü ile) padişaha hizmet içün hareket olunmak
imkansızdır. Köprülü ile birlikte gitmemiz teklifi beyhude bir hayaldir. Veziri
azam olalıdan beri bu kadar bin yeniçeri, sipahi, beyler ve vezirleri günahsız
olarak katlettiği içün her birimiz can korkusuna düşmüşüzdür. Vezirlik mührü
başkasına lütfedilmedikçe ne paşalardan kimsenin gitmesine izin veririz ve ne
de asker taifesinden birimizin o tarafa gitmesi tasavvur olunabilir.”
Diye iddialarını
bildirdiler. Ve müsaade olunmadığı takdirde itaattan ve boyun eğmekten yüz
çevireceklerini söylediler. Ve bu şekilde padişah katına ve devlet erkanı
tarafına mektuplar yazılıp bütün beyler ve asker başbuğları dahi arz ve
mazharlar ile bostancıları gönderdiler. Fesadcı maksadları padişaha ulaşınca
kolaylıkla def’olunmaları için seferi hümayuna gelmelerinden vazgeçilip Bağdat
şehrinin muhafazasına gitmeleri için hatt-ı hümayun çıkıp, dergahı ali kapucu
başılarından Sancaklı oğlu Hasan ağa ile gönderdiler. Asilerin yanına varınca
tamamen isyan ettiklerini bildiren sözlere cür’et edip:
-“Veziri azam
katlolunmadıkça ne sefere ve ne de fermanları olan tarafa gitmek mümkün
değildir. On beş güne değin kesin cevabı bekliyoruz. Müsaade olunursa ne ala,
ve illa biz de bildiğimiz gibi hareket ederiz!”
Diye Hasan ağayı
yollayıp kendileri de güruhlarıyla Bursa üzerine doğru yürümüşlerdi. Toplu
bulunan eşkıya, eski adetleri üzere memleketleri tahrip etmek adetleri ve alemi
tahrip etmek iktizası olmakla etrafı yağma ve zarar vermek için izin
istediklerinde Abaza Hasan paşa ve diğer paşalar İstanbul tarafından tamamen
ümidlerini kesmeyip anlaşmak imkanı düşüncesinde olduklarından açıktan açığa
yağmaya müsaade etmediler. Fakat fukaradan para alabilmek için başka bir hileye
başvurdular:
-“Şeriat gereğince
saltanat tarafını terbiye etmek içün toplanan Müslüman askerlerinin defter
mucibince azıklarını varan mübaşir eliyle tamam olarak gönderesiz!” diye
buyrultular yazdırıp Osmanlı ülkesinden olan meşhur kasabalara gönderdiler. Bu
suretle onar bin, yirmişer bin kuruş tahsil olunup levendlere ve eşkıyaya
taksim olunurdu. Eşkıya güruhunun Bursa dolaylarında indikleri padişah
tarafından duyulunca, padişah katında kaymakam olan vezir Topal Sarı Kenan
paşa, padişahın istediği gibi hizmet edemediği için o makamdan alınmıştı.
Şevval ayının on beşinci günü Bursa muhafazası ile gönderildi. Yerine valide
sultan hazretlerinin kethüdası olan eski defterdar Ali ağa vezirlikle rikabı
mümayun kaymakamı tayin olunarak kürklü hil’at giydirildi.Bu sırada eşkıya
tarafından tekrar fasid sözlerini havl arz ve mazharlar ile Bursa kadısı
Haşim-zade ve Bursa ayanından bazı kimseleri ister istemez tayin edip,
yanlarına söz bilir, kethüda vekillerinden ve asker tarafından bazı ihtiyarlar
koşuşup devlet katına gönderdiler.Kaymakam Ali paşa tarafından padişaha
bildirilince padişah gelen adamları huzuruna getirtip:
-Sizi kim gönderdi?
Diye sorduklarında onlar da:
-Abaza Hasan paşa
kulunuz ile yanında olan kullarınız gönderdi.diye cevap verdiklerinde padişah
adı geçenleri gazapla azarlayıp:
-Haşa!Onlar benim
kullarım değildir!Onlar şeytanın kullarıdır. Leh kralı kafir iken bu büyük
gazaya imdad eyledi.Bunlar iman sahibi ve İslam birliğine inanmış ve padişah
kuluyuz derler. Din ehline ve İslam ehline layık olan bu mudur ki şeytanın
vesvesesi ile başı korkusuna düşüp, bu kadar adamı kendine uydurup nimeti inkar
eyleye…Bundan evvel affedildiğine aman verildiğine dair hat gönderdim. Bu fasid
fikirden vazgeçip bu taraflara gelmekten korkarlarsa Bağdad muhafazasına
varsunlar, yahut topluluklarını dağıtıp herkes memuriyetine gitsin. Sadrazam
azlolunacak zaman değildir dedim. Bundan sonra padişaha itaat etmemek
Müslümanlık mıdır? Allah ile ahdim olsun,bundan sonra katliam ile hepsini
siyaset kılıcından geçirip bir tekini dahi bu dünyada sağ komam! Ve sizleri de
katlederim. Fakat elçiye zeval yoktur. Varın yıkılın gidin!
Diye cevap verildi.Yüksek
rütbeli kadılar Bursa kadısı Haşim-zade iki tarafın arasını düzeltmek niyetiyle
ve Bursa üzerine gelen eşkıyanın ısrarıyla geldiğine dair özrü kabul edilmeyip
padişahın gazabına uğradığından katli ferman buyurulmuştu. Fakat temiz
sülalesine riayet edilerek azledilmesiyle yetinildi.
Hatt-ı hümayunla Abaza
Hasan paşaya varıp anların arz ve mazharlarıyla gelen kapucu başı Hasan ağa ki
eşkıya topluluğunun çokluğunu ve vezirin azli hususunda ittifakla hareketlerini
gördüğü gibi padişaha arzedip”Köprülü arzolunmadıkça bu fitnenin def’edilmesi
imkansızdır.”demişti.
Eşkıya tarafından
tekrar tekrar gelen evzak adı geçen kapucu başı Hasan ağaya verilip:
-“Olup biteni var
sadrazama gördüğün gibi bildir!”
Diyerek ferman olundu
ve bir mühürlü hatt-ı şerifle veziri azam tarafına acele olarak
gönderildi.Veziri azam Köprülü Mehmet Paşa harp yerine yakın bir yerde, hatt-ı
hümayun ile Celalilerin kağıtları kapucu başı, Sancak oğlu Hasan ağa eliyle
ulaşınca ahvalini öğrenip karışıklığa sebeb olur düşüncesiyle durumu askerden
önce gizledi.
Seferde kendi ile
beraber olan yeniçeri ve sipahi zabitlerini ve ihtiyarlarını toplayıp,
eşkıyanın ayaklanmasını ve ne yapılması gerektiğini konuştuktan sonra her
ocaktan birer adam seçip arz ve mazharlar ile padişahın huzuruna ve Abaza paşa
yanında olan asker taifesine yolladılar.Arz ve mazharlarında yazılan bu idi ki:
-“İman ehli ve İslam
iseniz bu tarafa gelesiz! Din uğruna gaza ve cihad edüp kafirlere kılıç
vuralım.Eğer bundan sonra inadınızda ısrar edüb gelmezseniz, inşallah bu
tarafta Cenabı Hak fetih ve futuh nasib ettikte, Allah ile ahdimiz olsun ta
üzerinize varub haklarınızdan gelmedikçe kılıcımızı kınına koymayalım!”
İslam askeri tarafından
gönderilen adamlar padişah huzuruna gelip, asker güruhunun sözlerinin
neticesini ifade ettikten sonra Abaza Hasan topluluğuna gidip, onun yanında
olan kul taifesine arz ve mazharı tebliğ ettiler. Hasan paşa bu meseleden
haberdar olunca İstanbul tarafından ümidini kesip:
-“Mademki sözümüz
geçmedi, bundan sonra bizi dahi Acem şahı gibi kavi düşman bilsünler!Bundan
sonra Rumeli onların, Anadolu bizim olsun!Bildiklerinden kalmasunlar!” diye
küstahça saçmalamaya başladı ve korkusuz olarak Bursa etrafını istila ettiler.
Beyleri seferde bulunan eyalet ve sancakları yanında olan beklere verip,”cihan
padişahını şer ile uyarmak ve vükelasını terbiye için toplanan askere zahire”
diye kol kol buyrultular göndererek para toplamaya ve devlet adamlarına azab
vermeğe cür’ete başladılar.
Kendi topluluklarında
bulunmayıp padişah hizmetinde bulunmak için sefere giden sipahi ve yeniçeilerin
çoluk çocuğundan birer miktar akçe alıp sonra teftiş için gelenleri kabahatli
tutmamak üzerine ellerine mühürlü kağıtlar verdiler.Sözün kısası, eşkıyanın
fesad ateşinin kolaylıkla söndürülemeyeceği iktidar sahibi padişah tarafından
anlaşıldıkça, sözü kılıca bırakmak daha doğru, büyüğü ve küçüğünün belaya
uğratılması tedbirine başlandı.
-“Padişaha tahakküm
etmek istedikleri içün demleri heder(kanlarının akıtılması)ve Müslüman
askerleri, kafirlerle gazaya memur iken fesadı kışkırtarak sefere gidişe mani
olanlar kafirden daha şiddetli kafirdir.”
Diye fetva verildi. Ve
bu fetvanın İstanbul’da olanı değerli bilginler ve muhterem Fadılların, imza
etmeleri için kaymakama gönderildi. İmzadan sonra suretleri çıkarılıp, bütün
halkı ayaklandırma emirleri ile etrafa gönderildi.Bağdat muhafazasına tayin
olunan Diyarbekir valisi vezir Murtaza paşaya seraskerlik fermanı gönderildi.
Bütün Kürdistan beyleri, Diyarbekir ve Erzurum askerleri memur olup,Haleb
eyaleti Edirneli Suhte Mahmud paşaya verilerek içel askeri ile hazır ve adı
geçen serdar ile alelacele kötü hareketli eşkıyanın kökünün kazınması için
gitmeleri tenbih olundu.Osmanlı ülkesinden olan kaleleri ve kasabaları muhafaza
azami gayret sarfetmeleri için birbir üstüne emirler gönderildi.
Velhasıl padişah
sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’yı himaye hususunda o derece sertlik ve metanet
gösterdiler ki, padişah huzurunda sadrazamın sözüne karşı kimsenin bir söz
söylemeye cesareti kalmamış idi. Devlet erkanı ve alt tabaka halkın çoğu
sadrazamın kahr kılıcı ile başlarına bela olmasına korktukları için ortadan
kalkmasını gözlerlerdi. Abaza Hasan cemiyetinin muvaffak olmasını bin can ile
istiyorlardı. Fakat padişahın kılıcından korktuklarından veziri azam Köprülü Mehmet
Paşa aleyhine bir söz söylemeğe muktedir değillerdi.Hatta Bursa muhafazasına
giden Kenan paşa, Köprülü tarafında olmayıp, padişahın gözünden de düştüğü için
ümitsiz olup Bursa’ya varınca eşkıya ile muharebe ve şehri muhafaza için
şehirliden pek çok barut ve kurşun ve levendleri için mal ve zahire ve çok
miktarda harçlık toplayıp, gizlice Hasan paşa ile mektuplaştı. Geceleyin barut,kurşun
ve zahire gönderip eşkıyaya yardım ettiğini Bursa halkı duyup ayaklanacakları
sırada Hasan paşadan davet mektubu geldi.Kenan paşa da eşkıyaya uymayı canına
mihnet bilip kendi adamları ve askeriyle varıp Abaza Hasan cemiyetine katıldı.
Topladığı barut, kurşun ve mühimmatı hediye etti.Kenan paşanın katılması
eşkıyanın kuvvetlenmesine sebeb oldu. Bursa etrafında korkusuzca yerleştiler.O
sırada Çavuşoğlu Mehmed paşa asker toplayıp Gemlik muhafazasına memur olmuştu.
Mudanya’ya varıp birkaç Hasan paşalıyı katleyledi.Hasan paşa bu haberi alınca
üzerine çok miktarda levend asker gönderdi.Karşı koymaya imkan olmamakla
Çavuşoğlu kadırgaya binip Mudanya’ya ayrıldı.ve ahvali padişah katına
arzeyledi.Sipahi ağalığından Konakcı Ali paşaya Anadolu eyaleti verilip serdar
Murtaza paşa gelinceye kadar o hududu muhafazaya memur oldu.Edirne
bostancıbaşılığından İstanbul Kaymakamı Kırkayak dedikleri Sinan paşaya Üsküdar
muhafazası ferman buyuruldu. Fermana itaat için çaresiz çalısıp Üsküdar’a
geçti. Metrisler kazdırıp, toplar koyup, İstanbul’da olan oturak ve kurucu ve
kapu ortasında olan vazifelileri metrise soktu.
Sözün kısası, eşkıyanın
cemiyeti günden güne kuvvet bulup şer ve fesadları korkusundan yollar kesilmiş,
Osmanlı memleketleri umumiyetle muhasarada ve kapalı, Bursa’dan beri tarafta
sahilde olan kasaba ve köy ahalisi, Üsküdar’a gelinceye kadar çoğu elbise ve
ağırlıklarını İstanbul’a geçirdi. Eşkıya hücumu korkusundan bağlarını vakitsiz
bozdurup türlü zarara uğrattılar.
Her gün bir haber
gelirdi. Falan gelmişler, falan yeri vurmuşlar diye yalan yanlış çıkararak,
bundan halk huzursuz idi. Gariblik buradadır ki, zabtı rabttan hoşlanmayan
müfsidler, alemin karmakarışık olmasını isteyen yağmacı uygunsuzlar, bu
meselenin çıkışını fırsat bilip eşkıyanın ortadan kaldırılması ve düzeltme
hususunda gayretinden dolayı veziri azamı halkın çoğu Abaza Hasan’ın
kazanmasını isterdi.Hatta bazı vaiz efendiler ve şeyhlerden nice kimseler:
-Hasan paşa sahibi
zuhurdur ve onbirinci asırda din yenilemeğe memur olan budur.Bunun yüzünden
şöyle hizmet ve böyle işler zuhur edecektir.
Diye halkın ağzına söz
verip İstanbul şehrini dedikodu ile doldurdular.Şöyle ki, Abaza Hasan’ın bu
derece taşkınlık edip şiddetlendikten sonra dağılmasının imkansız olduğu
herkesçe anlaşılmıştı.Köprülü Mehmet Paşa’ya kırılmış ve huzursuz olan devlet
adamları ve diğer halk dahi bu dedikodudan gizlice memnun olup Abaza Hasan’ın
üstün gelmesi için dua ederlerdi.
Padişah hazretleri
halkın bu derece celaliler tarafına dönmesini ve sadrazamdan nefretini görüp
veziri azama fazla muhabbetlerinden dolayı bir hatt-ı hümayun yazdılar ve
dediler ki:
-Benim lalam!Abaza
Hasan dedikleri şakinin hakkında bütün halkı askere çağırdım.Fesat cemiyeti
gittikçe artmaktadır.İşlere düzen vermeğe hased edüb senden memnun olmadıkları
içün halkın çoğu eşkıya tarafına meyillidir.Kolaylıkla def’edilemez, ihmal
götürmez iştir.Halen memur olduğun işlerden ve kale fethinden bu belanın def’i
daha ehemmiyetlidir.Sadrazamlık mührüm sana lazım ise geciktirmeyip ve
beklemeyip bir gün evvel gelesin.”
Diye bir mahrem
askeriyle gönderdiler. Padişahın İstanbul’a dönüşü kararlaştırılmış olmakla,
muharrem ayının üçüncü günü ışık saçan tuğ çıkıp, beşinci Perşembe günü otağı
hümayun Solakçeşme yakınına kuruldu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa da padişahın
fermanı gereğince Yanova fethinden son o taraflarda durmayıp, askeri geriden
gelmek üzere kendisi, üstün gelen asker ile süratle rikabı hümayuna dönüp ve
Yanova altından yirminci günde gelip 1658 yılında muharrem ayının on dördüncü
günün Edirne’ye girdi ve padişahın huzuruna çıktı. Samur kürklü hil’at ile
padişah tarafından iltifat edildi. Ertesi gün ki, Pazar günü acaib alaylar
tertip olunup padişah hazretleri muhteşem otağlarına indiler.
Müşavere Divanı:
On yedinci Salı günü
otağı hümayunda, padişahın çadırında ayak divanı oldu. Padişahın huzurunda
büyük vezirler, şeyhülislam efendi, kazasker efendiler, yeniçeri ağası, bölük
ağaları ve bütün asker büyükleri toplandı.Sonra otağ açılıp padişah taht
üzerine haşmet ile oturmuşlar idi. Asker taifelerine hitap edip:
-Kullarım!Abaza Hasan
dedikleri mel’un emrime boyun eğmeyip bu mübarek senede yapılan gazaya engel
olub kafirlere yardım etmekle asi olduğunu meydana vurdu ve bir alay eşkıyayı
başına toplayıp, Anadolu memleketlerini yağma ile fesada verdi. Üzerine seferim
vardır. Gitmenizi arzu ediyorum, gider misiniz?
diye buyurduklarında
hep bir ağızdan:
-Allahu Teala ömrü
saltanatınızı uzun etsün! Uğrunuzda can ve başımız fedadır. Giderüz ve
sözümüzde dururuz. Ta haklarından gelinmedikçe kılıçlarımızı kınına koymayız. Fakat
padişahımızdan rica ederiz ki vehim ve korkularından dolayı Abaza Hasan’ın
topluluğuna katılan yeniçeri ve sipahi kullarınızın suçları afv buyurula!
Üzerlerine varıldığı vakit, itaat edenler affoluna. Ondan sonra inad edüb o
tarafta kalanlar bizden değildir. hepsinin cezaları verilsin!.
dediler, padişah ise
ricalarını kabul edip memnun oldular. Fakat işi sağlama bağlamak için, fetvanın
duyurulmasını temin maksadıyla sadrazam tarafından daha evvelinden öğretilen
Zağarcı başı Süleyman ağa ve bazı ocak ihtiyarları söze gelip:
-Onlar da bizim gibi
Müslüman ve Allah’ın birliğini tasdik eder geçinirler.Ordularında ezan okunup
beş vakit namaz kılınır.Harb sırasında bizden ölen ve öldürülenlerin hali ne
olur?
dedikleri vakit,
şeyhülislam Bolevi Mustafa efendinin Abaza hakkında verdiği fetva, divan
meydanında yüksek sesle okundu. hepsi işittik ve itaat ettik deyip, Abaza Hasan
ve yanında toplanmış olan eşkıyanın haklarından gelinmedikçe İslam askerinin
silahlarından ayrılmamak ve padişah alayından dağılmamak üzere yaptıkları ahid
ve yeminleri yazılıp senede bağlandıktan sonra hepsi dağıldı. Bolevi efendinin
Abaza Hasan hakkında verdiği fetva, huruc-i alessultan(padişah üzerine baş
kaldırmak) ve fesada çalışmak meselesine dayanıyordu. O şekildeki zalim ve
müfsidlerin kanının dökülmesinin mübah olduğuna dair sadrazamın eline verdiği
fetvada, Fetavay-ı Beyaziyyede, siyer kitaplarında ve fukaha sözlerinden:
-“Fetret günlerinde
zalim ve asilerin avanelerinin katli mübahtır, çünkü onlar yeryüzünde fesad
için çalışırlar...”sözünü yazmıştı.
Valide Sultan
hazretleri cumartesi günü Edirne’den arabalarla hareket edip yollarda onların
muhafaza edilmeleri, kethüdaları olan rikabı hümayun kaymakamlığından ayrılan
Ali paşaya ferman olunmuştu.
Yirmikinci Pazar
gününde padişah orduyu hümayun ile Solakçeşmesi’nden hareket ederek İstanbul’a
doğru yola çıktılar.Haleb eyaleti bundan evvel padişah fermanı fermanı ile
Suhte Mahmud paşaya verilip, Abaza Hasan paşanın damadı Hamamcı oğlunu bin
kadar levend ile mütesellim yapmıştı. Mahmut paşanın mütesellimi Haleb’e
varınca Haleb ahalisi vilayeti teslim ettirmediklerinden Hamamcı oğlu geceleyin
Haleb’den çıkıp gitmişti. Haleb fermanını, Suhte Mahmud paşaya götüren
bostancı, bu sıralarda orduyu hümayuna gelip Mahmud paşa tarafından padişaha
gönderilen mektubu darüssaade ağası Mehmet ağaya teslim etti. kendi aklınca
vakıf olduğu haltıyatı, sözle de anlattıktan sonra Köprülü Mehmet Paşa’ya ait
olan mektubu kendisi götürüp teslim eyledi. Veziri azam Köprülü bostancıya
biraz söyletti. O da:
-“Sultanım, Anadolu
elden gitti! Murtaza paşa, Mahmud paşa ve diğer paşalar Hasan paşaya karşı
koyamazlar. Bu bazu kuvvetiyle def’olunacak iş değildir.Buna beri taraftan
başka bir çare bulunmalıdır!.”
diyerek yaygarayı
bastı. Esasen sadrazamla buluşmadan evvel, darüssaade ağası ile görüşüp
padişahın mektubunu ona verdiği için suçu affedilir gibi değil iken bu
söylediği sözün neticesi de “veziri azam sadrazamlık makamından gitmedikçe iş
bitmez” manasına geldiğini fark edemeyip, zavallı ahmak kendi diliyle kendi
kuyusunu kazmış oldu.Veziri azam kimsenin olmadığı yerde bir hoşca söyletip
içinde olan sırrı anladıktan sonra çavuş başıya işaret etti.Bostancıya götürüp
çadırın arka kapısında boğdular.
“Fesad ve ihtilale
sebeb olacak hal ve sözleri görülmekle idam edilmesi icabetmekle cezası
verildi.” diyerek padişaha bildirdi.Edirne’den padişahın hareketinin on birinci
günü ki sefer ayının üçüncü Çarşambadır, orduyu hümayun Davud paşa sahrasına
ulaştı.
İş icabı padişah
hazretleri İstanbul’a girmeyip iki gün sonra otağı hümayun, padişah çadırı
Kağıthane sahrasına taşındı. Tam kar yağmur günleri ve kışın en şiddetli zamanı
idi. Kasım ulufesi dahi iki kıst olmak üzere Kağıthanede çıkarılarak dağıtıldı.
Ulufenin dağıtılmasında sadrazam Köprülü Mehmet Paşa fazla sürat gösterip
sabahtan akşama dek ve gece meşalelerle ta gece yarısına kadar ulufe
dağıtılmasında acele olunup, bütün bölükler beş günde tamamlanıp defterleri
kapandı. Sadrazam Köprülü, hizmetinde olan altı bölük halkından ve divan erbabı
mensuplarından hazır bulunanlar ve o birkaç gün içinde yetişenler ulufelerini
alıp, geride ne kadar varsa esamileri kayıtları toptan silindi. Mevacibin yani maaşların dağıtılmasından sonra sefer
ayının on altıncı günü padişah Üsküdar sahrasına indiler.Şam mansıbı Kadri
paşaya ve Sivas, Kıbleli’ye, Karaman, Çatalbaş paşaya verilip mükemmel maiyet
halkı ile Üsküdar’a geçirildi.
CELALİ
EŞKIYASI AHVALİNİN SONU
Rehberi zafer olan
seferde, Silahdar ağa hizmetinde olan Konakcı Ali ağaya Anadolu eyaleti ve
Neyzen Hasan paşaya Ankara sancağı verilip evvelce gönderilmişlerdir. Yollar
eşkıya tarafından tutulmuş olup, hareket imkanı olmadığından Üsküdar’da serdar
olan Yusuf paşa yanında kalıp birer
mütesellim göndermişlerdi. Anadolu valisi mütesellimi bir yolunu bularak
şehre girip Abaza Hasan’ın haberi olunca Can Mirza paşayı dört bin kadar eşkıya
ile Kütahya üzerine gönderdi. Şehir halkı da sıkı sıkıya hazırlıklarını yapıp
etrafına hendekler kazdılar. Altmış gün kadar ki iki taraftan cenk, kavga ve
harb kesilmeyip her ne kadar imdad için adam gönderdiler ise de kahr ve mağlup
olup, şehre giremediler.
Eşkıyaların yarısı
kadarı öldürülmüş iken yine ümitlerini kesmeyip galip gelmek tamahı ve intikam
arzusu ile şehir dışında beklemişlerdi. O sırada köklerinin kazınması için
serdar tayin olunan Murtaza paşanın pek çok askerle Sivas taraflarına geldiği
haberi duyuldu. Fitnenin kaynağı olan Abaza Hasan, Bursa üzerinden kalkıp
İnegöl sahrasına yerleşmişti. Oradan hareket ile Eskişehir üzerine gitti.
Etrafa dağılmış olan eşkıyanın toplanması için haber gönderdi. Bu yüzden Can
Mirza dahi Kütahya’dan kalkıp, Abaza Hasan’ın yanına gitti. Böylece Kütahya
halkı ve memleket fukarası şerlerinden kurtuldu.
kendisine Ankara
sancağı verilen Hasan paşa da bir yolunu bularak şehre girip mütesellimini
seksen kadar sarıca ve sekbanıyla katletti ve şehrin muhafazasıyla meşgul
oldu.Suhte Mahmud paşanın mütesellimi de Haleb’e varıp fetvayı şerif sureti ve
bütün halkın ayaklanması emri ulaşmakla, Haleb halkı fetvayı şerife itaat
ederek Abaza Hasan’ın damadı ve mütesellimi Hamamcı oğlunu bin kadar levendi
ile şehir dışına kovdular.
Anadolu memleketlerinde
olan kaleler ve müstahkem yerler tamamen kapanıp eşkıya topluluğunda olan
beylerin ve hakimlerin mütesellimlerini, birer yolunu bularak kimini
öldürdüler, kimini şehirden çıkardılar. Eşkıyanın elleri altında sığınacak bir
sağlam kale olmadığından, bulundukları yerde beklemeye karar verdiler. Köprülü
Mehmet Paşa’ın gelişi duyulunca da saltanat tarafından tamamen ümitleri kesildi
ve devletsiz başlarını bu meydanlarda yuvarlamadıkça birbirlerinden
ayrılmamaları için eski ahidlerini yenilediler ve Eskişehir sahrasında cenge
hazır ve şanı yüksek serdar Köprülü’nün gelişini beklediler.
Anadolu valisi olan
Konakçı Ali paşa ise serdar Murtaza paşa gelinceye kadar İznik taraflarını
eşkıyadan muhafaza için bazı beylerle evvelce gönderilmişti. Düşman tarafına
asla ehemmiyet vermeyip şehrin etrafında olan eğlence yerlerinde eğlenmeye
başladı ve av ile meşgul oldu. Halbuki “her an düşman hilelerinden gaflet
olunmayıp ihmal ve gevşeklikten çekinmek lazımdır” diye nasihat oldukça “o
çeşit dağınık asilere ehemmiyet vermek memleketin namusunun kırılmasına sebep
olur”diyerek gaflet ve gururundan yiğitlik tavrı göstermekte idi, meğer o
ihtiyar hilekar kurt Abaza Hasan dedikleri zalim fitneci Ali paşayı intikam
pususuna düşürmek için tüfenkli ve hançerli dörtbin kadar asker seçip
göndermiş. Bir Cuma günü halk namaz kılmakla meşgul iken gafil yatan askerin
üzerine dağların tepesine bela seli gibi inince bir tek kimse dahi harekete
imkan bulamayıp, ancak kaçabilenler canlarını kurtarıp, geride kalanı keskin
kılıca lokma ve orduları yağma oldu.Rüstem’e benzeyen paşa ise yaralı ve müthiş
bir korku içinde adamlarını ve onlara tabi olanları teselli için:
“Ger gitti ise esb-ü
şütürbari ile
Bari’ye şükürler ki
sebükbar olduk...”
Diyerek Bursa tarafına
kaçtı.Bu sırada Murtaza paşanın büyük Konya şehrine yakın olduğu haberi kati
olup Bursa tarafından da fetih ve üstünlük bayrağı, Üsküdar alanına gölge
salmakla, ulufe çıktığını da işitince Abaza paşa, yanında olan arkadaşlarıyla
şöyle tedbir ettiler ki,
Yanında toplu bulunan
beş binden fazla sipahiyi, ulufelerini almak bahanesiyle ağır ağır orduyu
hümayuna gönderdikten sonra, devlet hizmetindeki diğer yoldaşlarını da gizlice
kendilerine uydurup sıkı ahid ve yemin ettirip asıl istekleri olan husus için
yeminlerini kuvvetlendirip, ilk fırsatta birdenbire topluca veziri
azamın(Köprülü’nün) işini bitimek...Böylece maksatlarına ulaşmak için yeniden
hepsi yemin ettiler.Bu karar üzerine Abaza Hasan yanındaki sipahiler bölük
bölük, guya ulufelerini almak için İstanbul tarafına gelmeye başladılar.
Köprülü Mehmet Paşa
ise, sipahi ocağı işbirlikçilerinden Piri Çavuş ve Koca halife dedikleri katipler
her vakit gizlice sadrazamdan bahşiş alıp, casusları idi, ocaklarında olan
sırları ve haberleri en ufak noktasına kadar gizlice sadrazama
yetiştirirlerdi.Şöyle ki bu iki kişinin sadrazamın adamı olduğunu hiç kimse
bilmezdi. Sadrazam aralarında bir mehter vasıtasıyla bütün olup biteni bu iki
kişiden öğrenirdi.Piri Çavuş ile Koca Halife, sipahi zümresinin Hasan paşa ile
bu çeşit anlaşmalarını haber alıp adetleri üzere derhal veziri azama haber
verdiler. Sadrazam derhal bölük katiplerini defterleri ile huzuruna getirtti.
Evvelce gaza vazifesi ile memur edildikleri halde ihmal ve geciktirip Abaza
Hasan cemiyetinde bulunarak İslam padişahına isyan eden sipahilerden yedi bin
neferinin isimlerini kulluk defterinden kazıyıp çıkardı.Evvelce memuriyetler
verilip Murtaza paşanın yanında bulunmaya memur olan paşalara tekrar tekrar
padişah emirleri gönderilip;
-“Hıyanet kasdı ve
fasid fikir ile Abaza Hasan paşanın ordusundan orduyu hümayun tarafına gelen
sipahilerin bu tarafa gelişine mani olasız.Onlar müfsid ve celali zümresinden olduklarından
padişahın defterinden isimleri silinmiştir.Öldürüp cezalarını veresiz!”
Şiddetle tenbih olundu.
Bunun üzerine yollar sıkıca tutuldu. Ansızın geçen sipahileri ulufe bahanesiyle
kan için kılıca lokma ettiler. Geride kalanları haber alıp kaçıncaya kadar birkaç
gün içinde birçok sipahi katlolundu. Birazı da evvelce gelmekle Üsküdar’a ve
İstanbul’a girmiş bulunuyorlardı. Bunların da yakalanmaları için adamlar tayin
olundu. Ele geçirilenlerin, otağı hümayun yani padişah çadırı önünde kanlarını
akıtıp kellelerini yere yuvarlayarak üçyüz kadar sipahi de padişah
hazretlerinin gazabına uğrayıp katledildiler.Beş bin yeniçeri çektirilere konup
kul kethüdası ile İzmit muhafazasına gönderildi.
Mehmet Halife Tarih-i
Gılmani’sinde nakleder ki;
Abaza Hasan paşa
üzerine bizzat padişahın hareketi kararlaştırılmış olduğu için saaadetlü
padişahımız Üsküdar’a nakil buyurmuşlardı. Lakin sadrazam ve devletin iyiliğini
isteyenler padişahın gidişini uygun görmediler. Sadrazamın gitmesi düşünülüp
eski karar değiştirilmişti. Sonra bu sipahi meselesi çıkıp Hasan paşanın
yanında bulunmaları suçuyla yedi bin kişinin kişinin isimleri çalınıp
gelenlerin dahi yolda ve İstanbul’da bin kadarı katlolunmakla askerin kalbine
dehşet ve soğukluk düştü. Ağızlarından bazı akla sığmayan sözler çıkar oldu.
Mesela,
-“Sefer hizmetini
yaptık. Biz bu sene tekrar bu kış içinde sefer zahmeti ne beladır!Gitmeziz!...”
derlerdi ve birçoğu:
-“Biz niçün din
kardeşlerimize ve ocakdaşlarımıza kılıç çekip cenk ederiz?İki adam birbirine
düşmüş onların yüzünden Allah’ın kullarının kanı dökülmek reva mıdır? Veziri
azam(Köprülü) ocağımıza düşmanlık ediyor. Halen bu kadar bin adamın esamilerini
çaldı(isimlerini defterden sildi) ve bu kadarını öldürttü. Gittiğimiz takdirde
cenk değil veziri(Köprülü’yü) tutup Abaza Hasan paşaya teslim ederiz. İş
hallolmuş olur.”
derlerdi. Ordu içinde bu çeşit yalan haberler çoğaldığı için veziri azam dahi gitmekten vazgeçti. Fakat görünüşte sefer hazırlığına ehemmiyet verip hareket eder görünürdü. Fakat bu işi Murtaza paşanın sırtına yükleyip, gitmemeğe içinden kararlı idi.DEVAM EDECEK...
KAYNAKÇA
Tarih-i Naima-Naima
Tarih-i Gılmani-Mehmed Halife
Tarih-i Raşid-Raşid Mehmed Efendi
Fezleke- Katip Çelebi
Mizanül Hak- Katip Çelebi
Evliya Çelebi Seyahatnamesi
Köprülüler-Ahmet Refik Altınay
Büyük Osmanlı Tarihi-Josebp V.Hammer