Hiç soruyor musun kendine?"Ben kimim,ne için yaşıyorum,neye hizmet ediyorum?"diye.
Hayat koşuşturmacası ve bu uğurdaki mücadele,zaman zaman kişiyi ideallerinden uzaklaştırabiliyor.İnsan ideallerinden,gerçekleştirmeyi hedeflediği hayallerden uzaklaştıkça kendinden de uzaklaşmaya başlıyor.Peki insanın,bu hayata başlarken ilke edindiği yaşam felsefesi ile hayatın devamındaki kimliği ve düşünce yapısı ne kadar örtüşüyor?
Öyle zamanlar var ki insanı değişime mecbur hale getirip yapmam dediği davranışları yaptırabiliyor.Değişim ve farklı bir kimliğe bürünme,hayatın sağlıklı ve faydalı ilerlemesinin ön koşulu olmaya başladı.Böyle olunca dürüstlük arka plana itildi.Bireyler mantık çerçevesinde hayatını idame ettiren makineleşmiş kişilikler haline geldi.Bireyler,dostum-kardeşim dediği insanlarla ilişkilerinde dahi mantık ve gerçekçiliği,vicdan ile duyguların önüne koymaya başladı.
Kendisi olan ve ilkelerine sıkı sıkı
bağlı kalan bireyler,çevre açısından dar bir yelpazeye sahip
olabilmekteler.Çünkü kalabalıklar,görüş ve kişilik olarak belli kalıplara sahip
bireylerden oluşur.Topluluklar içinde bulunanlar,kendi fikirlerinden
önce,başkalarının fikrini ve faydasını düşünür.Bu düşünce yapısı özgün
fikirlerin önüne geçmekle beraber,gerçek kişilik ve duyguları yansıtmaz.
Benzer ve aynı yapıdan kişiliklerden
oluşan bir grup ilerlemede sorun yaşar.Ancak farklı kişilikler her zaman hızlı
ilerleme ve gelişim sağlar.Farklılıklar,hoşgörü ile sağlam bir yapıyı
oluşturur.İnsan ise özünü korudukça çevresine katkıda bulunur ve huzurlu olur.
Peki biz ne zaman biz oluruz.Bizler,kendi
kimliğini koruyan ve farklı kimlik ve kişiliklere hoşgörüyle yaklaştığımızda
biz oluruz.Bizler kalıp yargılardan uzak durdukça,geçmişine ve bugününe sahip
çıktıkça biz oluruz.
Biz,bir binayı oluşturan tuğlalar,bir
köprüyü ayakta tutan demir ayaklar gibiyiz.Sence biz kimiz?