benim doğduğum köyde
elektriksiz karanlık yıllar vardı
is çıkaran idare lambaları
yıldızlardan sonra tek ışığımızdı
akşam ezanı yetişirdi yorgun işlerimize
günün sonuna gelinirdi
ve sofra başına dizilirdik
dedem nenem dayım annem
üç kardeş bir arada
bulgur pilavı ayran kuru soğan
yemek sonu ya kavun ya karpuz olurdu
mayalı ekmek baş köşede
severdim tahta kaşıkla yemek yemeye
idare lambamız ince uzun isini yayardı odaya
beyaz topraklı badanalı duvarlarda gölgelerimiz
alışmıştım korkmuyordum artık
yedi kişiden fazlaydık sanki
oynar dururdu gölgeler gider gelir
sofrada ‘hakko’nun yedi oluklu suyu içilir
yatsı ezanını bekleyen dedem
köstekli saatine sık sık bakardı
kah gözleri kapanır gibi olur birden silkelenirdi
kah tabakasını çıkarır
aheste aheste cigarasını sarardı
çoktan uyumuş olurduk ağustos akşamında
biz çocuklar en huzurlu geceleri geçirirdik
sabah olunca her sabah
davarları sürüye katmak görevimizdi
iki gıdik bir koyun bir inek bir eşek
musalla’da toplanan sürü hazırdı
köyden çıkmaya mezarlıktan yukarı yol alırdı
günlük işler sırayla önce pohlar toplanır
üst üste taşlı bahçe duvarına yapıştırılırdı
altın değerinde tezekler kurumaya bırakılırdı
herkesin yapacağı işler görev taksim edilmiş gibi
her birimiz işlerimize sıkı sıkı bağlıydık
ev içi işler , evin dışındaki işler saat gibi çalışırdı
bağ bahçe tarla işlerine bakılırdı ..
14.12.2020
mustafa kaya