1. BÖLÜM

Bahtiyar bağırıyordu. “Ey Amerika ey Amerika silleyi ilk vuran biz oluruz. Gerisini sen düşün.” Bütün kameralar zum olmuştu ona. Bahtiyar’ın sözleri bir başlangıca aitti, gerilim ve dönülmez adımlara.

Silah sesi duyuldu. Suriye tarafından sıkılan birkaç el silah YPG den kaynaklıydı. Kameralar o yöne döndü. Az sonra Türk tankları birer birer sınırı aştılar. Kalabalık heyecanlıydı , bu müthiş manzara seyredenlerin bir tarihe tanıklığıydı. O ara ne konuşan oldu ne hareket eden.

Tankların motor gürültüsü ve ekzozlarından çıkan mazot kokusu şakanın olmadığı herkese gösteriyor ve ispatlıyordu. Bahtiyar tehlikenin olacağını bildiği halde sınıra doğru hareket etti. Türk ordusunun geçişini izleyen kalabalık tankların geçişini heyecanla izlediler.

Bahtiyar o an henüz sınırı geçmemiş bir Türk tankının üzerine çıktı. “Ya Allah Yan Muhammet Allahu Ekber.” Demeye başladı. Bahtiyar sınırı geçmek üzere olan tankın üzerinden yere atladı. Sonra ayrıldığı kalabalığa geri döndü.

Gece olmuştu. Bahtiyar keyifli bir o kadar da heyecanlı bir masada arkadaşları ile hem çayını yudumluyor hem yerel tv kanalının haberini izliyordu. Bahtiyar “Bakın şimdi ben çıkacağım. Bak bak nasıl da bağırıyorum.”

Bektaş “Hakkaten bu sensin. Biz Suriyelilere iyilik yapıyoruz ama koca Amerika orada neidüğü belirsiz teröristlerle fink atıyor.”

Masada ki Bestami “Amerika’nın planı yine işe yaramayacak. Bir Kürt devleti kurulamaz. Üstelik Kürt dediklerinin tamamı terörist. Allamei cihan olsalar terörist iflah olmaz.”

Konuşmalar böyle sürüp gidiyordu. Gece saatleriydi. Kahvenin kapanması gerekiyordu. İçeride birkaç masa doluydu. Birinde de hala Bahtiyar ve iki arkadaşı oturuyordu.

Bahtiyar kahveci çırağını yanına çağırdı. “Söyle bana bir düşman askeri ile karşılaştın ne yaparsın?”

Çırak “Ben askere gitmedim bilmem.”

Bahtiyar Bir düşman askerine ne yaparsın. Onu esir mi alırsın vurur musun?”

Çırak “Ben askere gitmediğim için bir şey yapmam.”

Bahtiyar yine sordu. “Düşman karşına çıktı sen de askersin.”

Çırak “Savaşta olduğumuz için düşmanın elinde silah varsa vururum. Silahı yoksa esir alırım.”

Bahtiyar “cebinden on lira çıkardı çırağa verdi. “Senin doğru cevaplarının ödülü. Düşmana gelince savaşta silahın oyunu olmaz. Düşmanında silah varsa bu, bir anlık bile hata kabul etmez. Sen benim nerede askerlik yaptığımı biliyor musun?”

Çırak “Evet ustamdan duydum. Ağrı Eleşkirt’te yapmışsın”

Bahtiyar ayağa kalktı. Arkadaşlarına “Bu gece uykumu öyle kaçırdım ki uyursam pişman olacağım. Gelin çıkalım.” Dedi yürüdü, arkadaşları da peşinden. Sonra dışarıda dağıldılar.

Bahtiyar sokakta duyduğu köpek seslerinden zevk ala ala evine vardı. “Bu gece köpekler bile savaşın trafiğini hissediyorlar.” Diye söylendi. Kapı önünde söylenen bu cümle ile eve girdi.

Gözüne uyku girmiyordu. Annesi ve diğerleri gecenin sessizliğine çoktan katılmışlardı. Kendine ait odasına girdi. Televizyonu açtı. Yerel tv canlı yayını kesmişti. Arada bir de olsa canlı yayına geçtiği de oluyordu. Bunu beklemek Bahtiyarı sıktığı için diğer kanallara geçti. Haber kanallarına baktı. Tartışma programları vardı. Televizyonu kapattı.

Aklına birden bir şey geldi. “Neden programa twit atmıyorum. Hem uykum da yok. Eğlenirim yazdıklarımla.” Diye düşündü. Televizyonu tekrar açtı. Bir haber kanalına zapladı. Savaş Mı Barış Mı yazıyordu.

Twitterin hashtagini gördü. Biraz izledi. Tartışmanın gidişatına vakıf olunca hemen bilgisayarını açtı. Tiwittere girdi. Tv programının hashtagine bastı. Uzun uzun düşündü sonra yazmaya başladı.

“Araplar bizlersiz yapamaz. Savaşta bedel trafikte kalana kesilir. Bizler tüm medeniyetin boyunlarında ki ipleri ayağımızın altına almış bir milletiz. Arabın ayın'ı Amerikanın duble you'sundan üstündür.” Yazdı gönder tuşuna bastı.

Az sonra programı yöneten Bahtiyar’ın mesajını okudu. Bir iki dakika sonra bu mesaj üzerine bir gazeteci canlı yayına bağlandı. Tebrik ve saygılamadan sonra konuya girdi. “Bahtiyar isimli seyircimizi tebrik ederim. Arabın ayın’ı Amerika’ın q’sundan üstündür. Savaşı biz başlatmadık ama biz savaşa yatıya gideriz. İnanç ve hakkımızda en sert inadı sergilemekten kaçınmayız.”

Gazeteci yirmi dakika boyunca sıcak olan gündemi konuştu. Az sonra tv programı son dakika haberi ile bölündü. Spiker “Şu anda Amerika askerleri Türk askerine silah doğrulttu. Herhangi bir üzücü şey yaşanmadı. Türk askeri çok sabırlı ki karşılık vermedi.” Dedi.

Bu son gelişme ile Bahtiyar’ın uykusu uçtu gitti. “Demek Türk ordusu ile savaşmada mantığın zerresini bulamayan Amerika yapacağını yapmıştı. Programda bu sefer Suudi petrol tesisini bombalayan faili meçhul güç konuşuluyordu.

Bahtiyar twitine tekrar yazdı. Türkiye ilgi duyan bir ülkedir, ilgi bekleyene değil. İlgi beklemek zaman kaybından başka bir şey değil.” Gönder tuşuna bastı.

Program yöneticisi yine Bahtiyar’ın mesajını okudu. Bahtiyar programı ben mi sunuyorum acaba. Hep benim mesajlarımı okuyorlar.” Diye söylendi.

Az sonra yeni bir heyecan daha yaşadı. Bu sefer Bahtiyar’ın bu mesajı için bağlanan bir profesördü. “Programınızı ilgi duyarak takip ediyorum. Bu gönderme değerli seyircimiz Bahtiyar’adır. Ona teşekkür ediyorum. Ülkeler tek bir kişi ile yönetilmez. Bu mümkün değil. Yöneticiler sadece yönlendirir ve karar verirler. Bahtiyar gibi nice düşünenler ile yönetilir bu ülke. Konuya gelirsek çıkacak bir savaşta bize acımayana bizde acımayız. Amerika’nın atomundan da korkmuyoruz. İstiklal marşımız ne diyor. ‘sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.’”

Bahtiyar zevkten dört köşe oldu. Profesör ve gazeteci gibi Bahtiyar da bekliyordu. Türk askerine doğrultulan silahı sorgulama safhası geçilmişti. Profesör diplomasi kanallarının açık olmasının yaratacağı etkinin beklenmesi gerektiğini söylüyordu. Ekledi profesör.

“Savaşta en büyük strateji iyi niyettir. Alpaslan iyi niyeti uğruna giderken geri döndü koca Anadolu'ya sahip oldu.”

Sabaha doğruydu, Bahtiyar nihayet uykusuzluğuna son verdi. Televizyonu kapattı. Yatağına girip yattığında dua etti. “Ya Rab aklımızı başımıza devşir. Düşmandan önce biz uyanalım.” Gözlerini kapattı. Az sonra kulağına biri fısıldar gibi oldu. “Savaşta trafik olma.” Bu ne demekti şimdi. “Evet savaşı seven değil savaşmayı bilen olacağız. Böyle daha güçlü oluruz.” Diye söylendi.

 

2. BÖLÜM

Bahtiyar sabah huzursuz uyanmıştı. O an içinde düşlediği güçlü ülkesinin üzerine titriyordu. “Ya Amerika gerçek bir savaş pozisyonuna geçerse. İnatlaşma bir çatışmaya dönüşürse. Hem insanlar mağdur olacak hem sıkılan her kurşun ülkeyi hesapsız ekonomik zararlara uğratacaktı istemeden.” Diye düşündü.

Çığırından çıkmıştı trafik. Her an bir çarpışma ile yön değiştirebilirdi. Amerika savaşın macerasını mı yaşamak istiyordu acaba.

Yerinden doğruldu, üzerinin giyindi. İşe gideceğini düşününce huzursuzluğu dağıldı. Alelacele kahvaltı etti. Eşi Büşra ile vedalaştı, evden çıktı.

Hububat tüccarıydı Bahtiyar. Geniş bir hangarı vardı. Müşterilerinden kuru fasulyeyi alır onları, makine eleğinden geçirir, sonra bayan elemanlarıyla fasulye dolu çuvallar bir mekanizma ile ağızları dikilirdi. Sonra perakende satışı yapılırdı.

O gün kırmızı renkli Konya Çumra plakalı bir kamyon yanaştı hangarın önüne. Yükü kuru fasulyeyi  boşaltacaktı. Kamyon hangara geri geri girdi. Damper kalktı, milyonlarca kuru fasulye taneleri kendine has gürültü sesi ile boşaldı. Antep 

Kamyoncu “Antep’e gideceğim. Boş gitmek istemiyorum. Buranın yabancısıyım. Nakliyat firmaları nerede biliyor musunuz?”

Bahtiyar “Biliyorum şehrin merkezinde Dükkanlar yan yana sıralı. Hangisine girersen sana iş çıkar.”

Müşteri irsaliyesini aldı, kamyonu ile çekti gitti. Bahtiyar küçücük bürosunda televizyon seyrediyordu. Haber kanallarına bakıyordu. Yine kaza, yine cinayet. Bulvar haberleri vardı hep. Sıkılmıştı yine. Ustabaşıyı yanına çağırdı.

“Kazım ben birkaç gün burada olmayacağım. Buraya mukayyet ol.” Dedi usta başından cevap alamadan hububat hangarını terk etti.

Bahtiyar arabası ile şehre girdi. Bir gazete bayisi önünde durdu. “Cilvegözü sınır kapısından asker geçişi var mı?” dedi bayiiye.

Bayii “Akın akın asker geliyor buraya. Haliyle Afrin bizim. Fırat Kalkanı devriyeleri köşe kapmaca oldu. İnşallah köşeleri biz kapacağız.”

Bahtiyar “Türk ordusuna ışık bayrağından gelir. Gece de olsa ışır, askerine yolunu gösterir.”

Bayii “Türk askeri talimlidir. İşim zor kısmı harp trafiği. Savaşta trafik olmayacaksın.”

Bahtiyar irkildi. Bu söz gece kulağına fısıldanmıştı. Bayiiye tuhaf bir bakışı oldu. “Tesadüftür.” Dedi içinden. Aklına gelse bir şey demezdi ama fısıltının sesini duymuştu. Bayiiye teşekkür edip gazetelerini aldı oradan uzaklaştı.

Arabasının rotasını İskenderun’a çevirdi. Bu gün güzel başlayacak devamı güzel gelecekti. Suriye de işiyle ilgili bir ofis açacaktı. Tehlikeli bir ortamda olsa bunu başarmaya niyet etmişti. Geceye kalırsa İskenderun da bir gece otelde kalacaktı.

Kısa sürede Osmaniye’ye vardı. Oradan Toprakkale kavşağına geldi. İskenderun’a yöneldiğinde burnuna pis bir leş kokusu geldi. Giderken soluna bakınca yolun dışında at leşi gördü. Arabasını durdurdu. Aşağı indi at leşine yaklaştı. Atın karnında kurtçuklar gördü.

“Büyük İskender bile bu leşten yemeye cesaret edemez.” Diye söylendi. Tekrar arabasına yöneldi. Erzin’e geldiğinde yavaşladı. Tren istasyonu yakınlarında ki otluk alanda durdu. Arabadan indi. Issos harabesini aramaya başladı. Kitaplarda bahsedilen harabeyi bulmak için iyi bir arama yapmak gerekiyordu. Çünkü her tarafı uzun otlar kaplamıştı.

Bahtiyar harabeyi gördü yaklaştı. Harabeye elini tam değdirecekti ki durdu. “Değmek doğru olmaz, lanetlenirim.” Dedi. Bir süre harabeyi inceledi. Sonra oradan uzaklaştı arabasına bindi. Uzun süre hiç durmadı yolda.

Mola vermeye niyetlendiğinde hemen önünde ki petrol istasyonuna doğru yavaşladı. İstasyona girdi. Ama istasyon bomboş  ve harabe görünümündeydi.  Yine de arabasından aşağıya indi. İstasyon binasının kapısına kadar geldi.

Kapıya birkaç kez vurdu. İçeriden bir genç belirdi. Kapı açıldı. Bahtiyar “Buraya ne olmuş böyle. Bu istasyona defalarca geldim böyle değildi.”

Genç “Buranın ilk sahibi iflas etti. Bize de borcu vardı. Biz de burayı borca karşılık aldık.”

Bahtiyar “Demek öyle. Burada yalnızsın, korkmuyor musun?”

Genç “Korksam ne yapabilirim. Ekmek parası. Ekmek aslanın ağzında.”

Bahtiyar “Haydi uğurlar olsun.” Dedi oradan ayrıldı arabasına bindi. Payas’a gelmiş Sarıseki’ye yaklaşıyordu. Demir çelik fabrikasının yaydığı koku genzini yakmaya başladı. Sarıseki’ye girdiğinde hemen sağında ki binanın yanında durdu. Burada ki polisleri iyi tanıyordu. Hamaşullah lakaplı polisle ahbaptı. O da ne bina polis istasyonu değil bir şirketin ismiyle donatılmıştı. Bahtiyar içeriye girdi. Odanın birinde görevliyi gördü.

Görevliye istasyonda ki değişikliği sordu. Binanın sahibi otoriter bir tavırla cevap verdi. “Emniyet Müdürlüğü burayı bize sattı. Bölge Trafik ise Payas’ta dört katlı yeni binalarına taşındı.”

Bahtiyar “Çok sıkıştım wcnizi kullanabilir miyim?”

Görevli “Bu seferlik kullan ama bir daha olmasın.” Dedi.

Bahtiyar istasyondan çıkınca ormanın alabildiğine sardığı dağlara yine hayranlıkla baktı. Tren raylarının içinden geçtiği kayalığı gördü. Buranın Yunus Emre ile bir menkıbesi olduğunu da biliyordu. Denizciler Mahallesi’nin önünde otoyolun kenarına arabasını park etti.

Denize girecekti. Deniz varken girmemek olmazdı. Şortunu aldı, kayalıklara yürüdü. Yoldan geçenlerin görmeyeceği bir kovukta şortunu giydi. Sonra bir kayanın üzerine çıkıp denize atladı.

Kendisi gibi birkaç kişi daha vardı orada. Bahtiyar denizden çıkınca aynı yerde ki kişilerle sohbet etti biraz.

Bahtiyar “Nereden geliyorsunuz. Ben Kilis’ten geliyorum.”

Söz alan kişi “Ben Bektaş tanışalım önce. Ben Samandağ’lıyım. Hatay’ın sınırında yaşıyorum. Bazen Suriye’ye girdiğim de oluyor.  Ben çobanım, haliyle otlağın olduğu bölgeler ararım. Ama bu sıralar Suriye tehlikeli, mecburen kendi otlak alanlarımızı kullanıyorum. Diken üstündeyiz. İdlib’te askerimiz var ama bir füzenin buraya düşmesi an meselesi.”

Bahtiyar  “Ben Suriye’ye gitmek istiyorum ne tavsiye edersin bana?”””

Bektaş “Aklın varsa  geçme Suriye’ye. Gidecek yer mi yok. Antalya’ya git Mersin’e git.”

Bahtiyar “Ben tüccarım. Suriye’de bağlantılarım ve işim var.”

Bektaş “O zaman değişir. Oraya gidince ne yapacaksın?”

Bahtiyar “Savaş malum halk gıda sıkıntısı çekiyor. Yiyecek kara borsaya düştü. Suriye’de bir ofis açacağım. Zararımı ancak böyle  karşılayabilirim.”

 

3. BÖLÜM

Bahtiyar arabası ile tekrar yoldaydı. Akçay Köprüsünü geçerken sağına baktı. Petrol tesisi bütün görkemi ile duruyordu. Öğrenmişti, buraya petrol Azerbaycan’dan geliyordu. Bir yetkiliydi konuştuğu. O gün cesaret edip bu tesise korkusuzca girmiş, kimselerin görünmediği anda, bina içinde düzgün giyimli ama her halinden emir alan bir müdür çıkmış, boş gevezelikleriyle adama sorular sormuştu.

Sağda küçük solda büyük bir askeri tesis vardı. Birinde nöbet bekleniyorlardı. “Karanlık olsa, nöbetçinin yanına gitse, saat sorsa, sorgusuz sualsiz silah doğrulturlardı.” Diye söylendi Bahtiyar. “O kadar güvenle korunuyor tesis.” Diye ekledi.

Şehre giriş yaparken burnuna çürümüş çamurların küf kokusu geldi. Koku rahatsız etmiyordu ama insanı farklı hislere götürüyordu. Palmiye ağaçları yolda sağlı solluydu. Orta şeritte öyle. Bir kebapçı dükkanının önünde durdu. Arabadan indi, kebapçıyya girdi. Üç dürüm istediğini söyledi. Beklemeye koyuldu. 

Kebapçı “Birader nereden gelir nereye gidersin?” dedi.

Bahtiyar “Yolum uzun, Antakya’ya gidiyorum. Tahıl tüccarıyım.”

Kebapçı “Oranın künefesi güzeldir tavsiye ederim. Buraya gelenleri buralı olanları bilirim. Az buçuk kendini belli ederler. İnsanlarla karşılaşmak insan sarrafı yapıyor. Senin buralı olmadığını bildim de ondan sordum.”

Bahtiyar “Sen bildiğim insanlar gibi değilsin. Sende kendini belli ediyorsun. Nereden anladım diyorsan ilim dolu insan muhabbet besler.”

Kebapçı “Halden anlıyorsun.” Dedi, dürümleri bir poşet içinde Bahtiyar’a verdi. Bahtiyar kebapçıdan çıktı arabasına bindi. Şehri dikkat ve ve sakince çıktı.

Yokuş yukarı dağların üzerinden gidiyordu. Trafik seyrekti ama yol dikkat istiyordu. Bahtiyar dürümlerini yemek için az daha beklemesi gerekiyordu. O fırsatı yakaladı. Belen’e girdi. Arabasını park edecek müsait bir yer aradı. En uygun cami önünü gördü. Tarihi bir camiydi burası. Kitabesine baktı, Kanuni Sultan Süleyman yaptırmıştı.

“Ulan insanlar siz ecnebi ülkelerine imrenirsiniz, onlar Türkiye’yi aşkla ziyaret ediyorlar. Siz Türkiye’den çıktığınız an lanetlenirsiniz. Neden mi, pırıl pırıl kalpleriniz var. Bu pırıltı yurt dışında katrana bulanır da ondan.” Bahtiyar bu düşüncelerle dürümüne niyetlendi yemeye başladı. Doyduğunda “Şükür oh be acıkmışım. Ev yemeği de kebap gibidir ama açlık krizi çekerek yersen.” Diye söylendi.

Arabasını çalıştırdı ilerledi. Bir kahvehanenin önünde durdu. Kahvehanede kimse yoktu, birkaç müşteri dışarıda masadaydı. “Usta bir çay.” Diye seslendi Bahtiyar. İçinden “Hey gözünü sevdiğim trafik, bana dokunma Suriye’ye gireyim. Söz sana bir kilo nescafe potlacı yapacağım.” Dedi.

Çayını yudumluyordu. Keyfine diyecek yoktu ama bir sorunu vardı. “İdlib’te bombalar patlıyor ajanı,  tekinsizi cirit atıyor, ya beni kaçırırlarsa, fidye için  beni alı korlarsa.” Diye düşündü. Daeş bitmişti ama kansız teröristlerle bu mümkündü. “Tövbe yarabbi tövbe” diye fısıltı halinde söylendi. Yan masadaki iki kişi Bahtiyar’a baktı. Bahtiyar bu bakışları hissetti, ilgilenmiyormuş gibi yaptı. Öyle yapması gerekiyordu, başını derde sokmak istemiyordu.

Çay parasını çay tabağına koydu, içeriye seslendi. “Usta parayı bıraktım.” Usta el kaldırdı tamam der gibi.

Antakya semaları görünmüştü. Bütün şehir aşağı platodaydı. Bahtiyar ağır ağır zikzaklı yolu inmeye başladı. Aşağıda trafik polisleri uygulama yapıyordu. Bahtiyar o polisleri hiç tanımıyordu. Polisler Bahtiyar’a da durmasını işaret ettiler. Bahtiyar Topboğazı denen bu yerde on bir tane bekleyen araba saydı, az sonra sayı on beşe çıktı.

Bir polis Bahtiyar’a yaklaştı. Bahtiyar’ın verdiği evrakları kontrol etmeye başladı. Polis Bahtiyar’ın pasaportunu görünce “Suriye’ye gireceksen üzerinde fazla para taşımanı tavsiye etmem.” Dedi.

Bahtiyar “Teşekkür ederim memur bey. Allah razı olsun uyarınız için.”

Bahtiyar’ın işlemi bitince polisler onu saldı.

Antakya’ya doğru ilerliyordu. Gökyüzünde ki güneş yakıcıydı. Bahtiyar arabanın camlarını açtı. Müzik dinleyecekti vaz geçti. Uzun süren bir seyirden sonra Antakya şehrine girdi. Habib-i Neccar’dan himmet duası almak istedi. Hazreti İsa’nın bu havarisini gayet iyi biliyordu. Ona İncil’de Yuhanna diyorlardı.

Heyecanlandı biraz. Habib-i Neccar havari de olsa ona hep Kuran’da ululanmış gözüyle bakardı. Caminin önünde heyecanı hat safhadaydı. Camide mahzene inen merdiveninde adımları yavaş ama kararlıydı. Bahtiyar’dan başka cami hazresinde kimse yoktu.

Avucunu sarnıç suyuna daldırdı, üç avuç içti. Olmadı bunu beşe tamamladı. Biraz durdu orada. Binlerce yıl beklemekten zehirlenmiş sudan içmekle akıl rahatsızlığına yakalanacağını biliyordu ama bunun da çaresini bulmuştu. Bunda psikiyatrlara çok güveniyordu, çünkü birkaç kez bu zehirli sudan içmiş şifayı psikiyatrlarda bulmuştu.

Camiden çıktı arabasına bindi. Antakya’yı çıkarken içindeki tüm korkular ve endişeler gitti. Çünkü kendini İsa’nın havarisi olarak görmeye başladı. O zehirli sudan içmişti, bu bile bu tür hayallemeye yeterdi.

Sınıra yaklaşmıştı. Yolda ki levhaya baktı. “Sınır 5 km” yazıyordu. Kısa sürede o yolu da aştı. Sınır kapısında yoğunluk vardı, iltica edenlerle dolup taşmıştı. Bahtiyar’ın işlemleri kısa sürdü. Suriye topraklarına girdi. Yönünü İdlib kentine çevirdi.

Evler harabe, savaşın kalıntısı bezmişlik ve sığınmasızlık her yerde belli oluyor, kendini gösteriyordu. Bahtiyar’a bağırırcasına ‘bizler deli değiliz, bizi bölmeyin ve parçalamayın’ diyorlardı. İnsanlar kendi içlerinde bölündü mü bir deliliğin yalnızlığına sürüklenirlerdi. Bunun şifası birlik ve beraberliğin aklı olan Türkiye’nin imdada yetişmesiydi.

Yolda kontrol vardı. Eli silahlı kişiler Bahtiyar’ın arabasını durdurdular. Evrak istediler. Bahtiyar cüzdanını çıkarır çıkarmaz asker giyimli görevli cüzdanı elinden aldı. Asker cüzdanın içini dışını kontrol etti. “Bize yüz dolar verirsen geçebilirsin. Aksi halde seni istasyonumuzda misafir ederiz.” Dedi.

Görevli türkçe konuşuyordu. Bahtiyar çaresizdi, tüm parasını Antakya’da bir bankaya yatırmıştı. İşler rayında gittiğinde parasını İdlib’deki bir bankadan çekecekti.

Görevlinin biri “Beni takip et. Seni istasyona götürüyoruz.” Dedi. Az sonra Bahtiyar kuzu kuzu görevliyi takibe başladı. Görevlinin onu getirdiği istasyon bir tesisten çok malikaneye benziyordu. Bahtiyar arabasından inip binaya girdiğinde şok oldu. Onu demir parmaklıklı bir odaya hapsettiler. İçeridekilerden biri “Buradan hemen çıkacağım diye sevinme. Biz ne askeriz ne de akıllı uslu bir görevli. Bize federal terörist derler.” Dedi.

Bahtiyar o an, bundan sonra kendini ifşa etmemek için, zarf atanlara hep bilmez modunda cevap vermeye karar verdi. Çünkü zengindi bunun bilinmesi belki sonu olurdu.

 

4. BÖLÜM

Görevli Bahtiyara sordu. “Söyle bakalım, Kuran okumayı biliyor musun?”

Bahtiyar “Eve biliyorum, hatta Osmanlı medreselerinde okutulan emsile, bina, avamil, maksut kitaplarının öğrenimini de aldım.”

Görevli “Demek öyle, yinde de bizden kurtulamazsın.” Dedi ekledi. “Söyle bizimle iş birliği yapacak mısın?”

Bahtiyar “Yapmayacağım. Beni kirli işlerinize bulaştıramayacaksınız. Ve esarete razıyım.”

Görevli “Senden çekeceğimiz var. Al şunları ye de doy.” Bahtiyar’ın önüne domatesli bulgur pilavı, tas içinde ayran ve biraz da dilimlenmiş ekmek koydular. Bahtiyar hemen yemeğine yumuldu.

Görevlilerin sesleri geliyordu diğer odadan.

“Arsuz abi emir gelmeden tutukluyu nakil yapamayız. Şef duyacak olursa yaşatmaz bizi. Hem dur bakalım tutuklunun ailesi fidye vermeye razı olur.”

Arsuz “Benim endişem şu Türk istihbaratçılar. Olaya dahil olmaları an meselesi. Ne kadar kaçırılan olduysa bir şekilde elimizden uçtu gitti, avucumuzu yaladık. Söyle Cemal altımızda araba var. Nakil mesafemiz kırk iki kilo metre. Sorun çıkarsa o mesafeden tutukluyu geri getiremez miyiz?”

Cemal “Sorun mesafe değil. Telefonumuz da çekmiyor. Reşit’e ulaşsaydık çok güzel olurdu.”

Arsuz kızdı. “Sana kaç defa dedim Reşit deme diye. O bizim liderimiz. Ona yakışan bir ünvanla seslen. Kral de, emir de, padişah de.”

Cemal “Doğru söylediklerin. Abi liderimiz Tarkan’ı çok seviyor. Ona benzemeye çalışıyor. Tarkan’ın ‘oynama şıkıdım’ şarkısını çok seviyor. Benim içimden liderimize mega star demek geliyor.”

Arsuz “Yanlış yaparsın derim. Tepkisini öğrenmek için denemek gerekir. Kızarsa bunu söylememek gerekir.”

Binaya hızla biri girdi. “Abi çabuk toplanın gidiyoruz. Kente Özgür Suriye Ordusu girdi.”

Arsuz “Ne dedin sen, bu bizim sonumuz. Hemen dökümanları ve cephaneleri yüklenin, acele edin.”

Binada bir telaştır başladı. Beş kişi binaya girip çıkıyor arabalarına, silah, mermi, doçka, mayın, el bombası taşıyorlardı. Yirmi dakika da işlerini bitirdiler. Bahtiyar’ı zırhlı araca bindirdiler. Beş araçlık konvoy henüz zapt edilmemiş otoyol güzergahında hızla ilerlediler.

Arsuz “Bestami söyle bize, kimden duydun ÖSO’nun şehre girdiğini. Yoksa bu Türk istihbaratçıların bir düzeni olmasın olmasın?”

Bestami “Ben bizzat şahit oldum. ÖSO militanları konvoy halinde şehirde tur atıyorlardı. Beni görecekler diye ödüm koptu.”

Arsuz “Sana niye ilişsinler. Bizler federal bir örgütüz. Bizi bizden başka kimse bilmez. Amacımız servet edinip hegemonya sürmek.”

Bestami “Abi öyle deme, savaş sırasında insanın hep insan sarrafı olacağı tutar. Haklı da olsan şüphelendikleri an insanı bir kaşık suda boğarlar.”

Cemal araya girdi. “Konuşmanız ismime nazire oldu. Allah rahmet etsin Cemal Kaşıkçı’ya. İyi adamdı ama bir trafiğe bilinçli olarak kurban gitti. Evet kurban hem de dünya devletlerinin ortak kararıyla.” Dedi.

Arsuz “İyi şeyler döktürüyorsun. Biraz bahset bundan, yolumuz uzun, konuşarak gideriz.”

Cemal “Şöyle başlayayım. Balzac demiştir ki ‘her büyük servetin ardında büyük bir suç yatar’ Kaşıkçı’nın ölümünün paranormal arka planı şöyle gelişti diyebilirim. Bilgi için delirmenin ötesinde bir bilgi bu. Dünya liderlerinin tüm aklı, tüm ruhu, tüm vücudu, zerrelerine kadar, orta doğuda oynanan oyunun içinde. Bir görünmez dalga oluşuyor bu bölgede. Fırsat o zaman doğuyor. Ve cinayette paranormal şekilde ehil olanların bu gerilimden istifadesi oluyor. Ellerini değdirmeden Cemal Kaşıkçı’nın ölümünü sağlıyorlar. Dedim ya görünmez ve gizli hat çekildi mi en suçsuzu bile seri katile dönüştürür. Bu bir insanın iradesine hükmedebilmedir. Bu kanlı ve canlı yaşayan İblis denen varlığın işiyle sonlanıyor.”

Arsuz “Anlat anlat güzel gidiyorsun. Şu görünmez ve gizli hattı açıklar mısın biraz?”

Cemal “Hat dediysem cep telefonu hattı değil. Gerçi telefon radyo dalgaları ile çalışıyor. Bir elektronik dalga da görünmez ve gizlidir. Size şunu söyleyeyim, düşüncenin oluşturduğu görünmez ve gizli düşünce dalgası doğal bir dalga. Hayat dalgalarının hepsi doğaldır. Bunu geliştirmiş birinin yapamayacağı şey yoktur. Hatta ben Suriye’den Amerika’da falan ünlü birinin düşünce ile cep telefonuna görünmez ve gizli bir manevi hat çekebilirim. Şöyle ünlünün cep telefonundaki ana çipine bozulma nurunun aktığını düşünerek cep telefonunu bozabilirim.”

Arsuz “Biraz saçma geldi bu, ama nur denen şeyi de ciddiye almalıyız.”

Cemal devam etti. “Gelelim mana hu fihimize. Cemal Kaşıkçı Müslümandı. Onu cennete havale ettiler. Onu öldürenlere gelince burada susuyorum.”

Arsuz “Nasıl öldüğünü açıkladın, neden katillerine gelince susuyorsun?”

Cemal “Şu an bir Cemal de ben olmak istemiyorum. Mazallah sözlerim birilerinin kulağına kaçarsa kendimi süfli bir cendereden kurtaramam.”

Arsuz şoföre seslendi. “Kasım çok dikkatli ol., trafik kurallarına uy. Kesinlikle arabanın kornasını kullanma. Bu ‘bak  işte buradayız’ demektir.”

Şoför “Abi gittiğimiz yer liderimizin karargahı. Oraya bizde sığınırsak bayağı kalabalık olacağız.”

Arsuz “Liderimiz bir çaresini bulur. İdlib’in dışında Antakya Samandağı’nda da bir sığınma yerimiz var. Türkiye’ye girmek kolay olur. Kendimizi mülteci kılığına sokar gireriz. Ama bir sorunumuz var. Tutuklumuz bize büyük bir yük oluşturuyor. Şuna karar verdim. Bahtiyar’ı indireceğiz ve yolumuza onsuz devam edeceğiz. Liderimiz sorarsa ben gerekli cevabı veririm.”

Konvoy o an durdu. Bahtiyar’ı araçtan indirdiler. Ardından bir şey demeden hızla uzaklaştılar. Bahtiyar kurtulduğuna mı sevinsin yoksa, gecenin bir yarısında, gök yüzünde yıldızların parlamasının eşlik ettiği bu ıssız yerde yalnızlık mı çeksin bilemedi. Yürüdü ve ümidini korudu. Antakya Samandağı otuz kilo metre ötedeydi. Gelirken yol levhasında görmüştü. İlk defa uzun bir yolu yürümeyi tecrübe edecekti. Belki  bir arabaya tesadüf ederdi.

Kulağına köpek havlamaları geldi. Yakınlarda köy olmalıydı. Ama yürüyerek buralardan kurtulmaya karar verdi.

Aç değildi, yol kenarları hep cennet hurmaları ve pabuç incirleri ile doluydu. Belki bunlardan yemeye de gerek kalmayacaktı. Gideceği mesafe o kadar uzak değildi. Yürürken bir ışık göründü, heyecanlandı. Yaklaştığında dört köşe oldu. Burası sınır kapısı idi. Hem de Antakya Samandağı sınır kapısı.

Tek taraflı nöbet bekleyen Türk askeri dikkatle Bahtiyar’a bakıyordu. Belki kendisini canlı bomba zannetmişlerdi. Bahtiyar kapıya yaklaşınca giysilerini çıkardı, don gömlek kaldı.

Askerlerden biri “Giysilerini niye çıkardın. Güvenli biri olduğun anlaşıldı. Git giysilerini al gel.” Dedi.

Bahtiyar giysilerini aldı, aldığı yerde giyindi, geri geldi. Pasaportunu ve kimliğini nöbetçi askere verdi. Kontrol yapıldı. Sonra geçişine izin verildi.

Bir sorun vardı, böyle ıssız bir yerde Samandağı yerleşim yerine servis olmazdı. Mecbur askerlerin nöbet değişimini bekleyecekti.

 

 

5. BÖLÜM

Sabaha doğru askerler hala nöbetteydi. Bahtiyar askerlerin ikram ettiği kurabiye ve çayını yudumlamış hemen kulübenin yanında oturuyordu. Şimdiye kadar bir tane olsun araba giriş yapmamıştı.

Hava serindi. Bahtiyar bu serinliğe dayanabileceğini düşündü. Asker kulübesi sıcak ve içeride cereyan ocağı yanıyordu. İçeriye giripte o tatlı sıcaktan istifade etmeyi istemesine rağmen kendini zapt etti. Saatine baktı, sabahın beşiydi. Oturduğu banktan kalkıp olduğu yerde volta atmaya başladı.

Nöbetçi asker ona seslendi. “Baksana üşüdüysen içeriye geç. Bir sürü yol tepmişsin, havanın soğuğu dokunabilir.”

Bahtiyar “Teşekkürler asker ağa, biraz ısınsam iyi olacak ama beklediğim nöbet değişim aracı gelmedi. Yanılmıyorum değil mi?”

Asker “Nöbet değişim aracı diye bir şey yok. Hemen ileride gördüğün bina biz askerlerin konakladığı yer. Oraya yürüyerek gideriz.”

Bahtiyar “Keşke daha önce söyleseydiniz. Şimdiye kadar yola çıkar otostop bile yapabilirdim. Neyse ziyanı yok. Haydi bana eyvallah.” Dedi  arkasını dönüp boş otoyolda yürümeye başladı.

Güneş yoktu ama aydınlığı görünüyordu. Bahtiyar işlek bir yola girmişti. İleride ki sapakta arabalar İskenderun istikametine dönüyor yol alıyorlardı. Bahtiyar bir arabaya el etti. Araba durdu. Şoför camı açtı. “İskenderun’a mı gidiyorsun, gel bin.” Dedi.

Bahtiyar arabaya bindi, ilerlediler. Şoför bir sigara yaktı, Bahtiyar’a da verdi. Her şey yolunda gidiyordu ama Bahtiyar önüne bakınca sigaralı eli koltuğa değmiş ve yakmıştı. Utancından mahçub oldu. Şoför görmemişti ama Bahtiyar arabadan indiğinde koltuktaki yanık izi görecekti.

Araba bir petrol istasyonunda durdu. Benzin alıyorlardı. Şoför arabadan indi. Bahtiyar ise içeride kaldı, koltuğa yaptığı izi böylelikle gizlemiş oldu. Şoför az sonra geldi, tekrara yola çıktılar.

Karağaç’a gelmişlerdi. Şoför “Ben Belen’e gidiyorum. Seni Karağaç’ın çıkışında indireyim. Servis geçmezse şehir merkezine yürüyerek gidersin, uzak değil.”

Bahtiyar “Param pulum yok, nasıl ödeşeceğiz bilmiyorum.”

Şoför “Önemli değil, bir iyilik sende yaparsın olur biter. Yalnız benim koltuğu yakmışsın, paran olsaydı bu yüzden para alırdım. Her neyse yolun açık olsun.” Dedi, Bahtiyar’ın cevap vermesine fırsat kalmadan arabasını sürdü.

Bahtiyar mahçubtu ama bu sorunun bitmesine sevindi, şehir merkezine doğru yol aldı. İnönü anıtının oradaydı. Az ileride servis aracı bekleyenleri gördü. O servisi beklemeyecekti. Kendisini Kilis’e götürecek otobüs garajının yerini biliyordu. ‘Hem gezerim, hem spor, hem temiz hava alırım’ diye düşünerek ilerledi.

Otobüs garajının olduğu sokağa döndü. İleride bir polis karakolu olduğunu biliyordu. Hemen yanında da bir bankamatik olmalıydı. İki yeri de yaklaşırken gördü. Bankamatiğin önüne geldi, kısa bir işlemden sonra yetecek kadar para çekti. Geri dönüp garaja girdi.

Karnı çok açtı, etrafına bakındı, garajın dışında seyyar bir dürümcü gördü. O yüne ilerledi. Kebapçıdan iki dürüm yapmasını istedi. Kebapçı hazırlığa koyuldu. Hazır dört şişteki etleri yanan mangala koydu, elindeki karton parçasıyla közleri ateşledi.

Dikkatle izliyordu Bahtiyar, kebapçının bir hareketini bile kaçırmıyordu. Bu merak açlıktandı. Kebapçı iki lavaşa sosunu sürdü, yeşillikler koydu. Pişmiş etleri lavaşın üzerine lavaşı kapayarak çekti, dürümleri hazır hale getirdi. Bahtiyar cebinden on lira çıkarıp verdi. Oturduğu taburede afiyetle dürümünü yemeye başladı.

Bahtiyar’ın otobüsü kalkmak üzereydi. Bahtiyar cebindeki bileti tekrar kontrol etti, biletteki firma ismine baktı. Bineceği otobüste yazan firma ismiyle aynıydı. Koltuk numarasına baktı. Otobüse girip ortalarda bir yerde olan koltuğuna oturdu.

Az sonra otobüsün içi ful dolmuş ve şoför korna çalarak otobüsü hareket ettirdi.

Otobüsün sol tarafı deniz manzaralıydı. Akçay köprüsünü geçmişler, Denizciler mahallesinden Sarıseki’ye oradan da Payas’a varmışlardı. Saat on civarlarında otobüs Kilis’e giriş yaptı. Şoför garaja girince “Cümleten geçmiş olsun.” Nidasıyla yolculara seslendi.

Bahtiyar’ın ilk yaptığı şey dükkanı olan tahıl hangarına gitmek oldu. Onu kapıda ustabaşı karşıladı. Ustabaşı “Bahtiyar bey aileniz sizi merak etmiş, sizin her akşam telefon açacağınızın beklentisi içindeyken telefon edilmeyince telaşlanmışlar.” Dedi.

Bahtiyar “Sorma başıma gelenleri, teröristlerin arasına düştüm. Kritik bir anda ellerinden kurtuldum. Aracım onlarda kaldı. Yolumu yürüyerek arşınladım. Evden önce ilk buraya geldim.”

Ustabaşı “Gerçekten geçmiş olsun. Yapmamı istediğiniz bir şey var mı. Evinize telefon edip haber vermek gibi.”

Bahtiyar “Ben haber veririm şimdi, Ama önce Adana’daki    dayımın oğlu Rıdvan’a telefon açacağım. Yollarda aklıma hep işimi büyütmekle ilgili şeyler geldi. Bursa’da bir yer kiralayıp vinç işine gireceğim. Bu iş ortaksız olmuyor. Biliyorsun dayımın oğlu makine mühendisi ama o da benim gibi tahıl tüccarı.” Dedi ekledi. “Gideyim yazıhaneme telefonumu açayım. Yorgunluğumu ancak böyle atacağım. Ben yokken satış yaptınız mı?”

Ustabaşı “Gerçekten siz gidince iş yerimizden bereket fışkırdı. Depodaki kuru fasulyelerin yarısı satıldı. Ama satın alanlar Katar’lı tüccarlardı. İsmimizi mi duydular  tesadüf mü bizi bulmalarını bilemedim. Çünkü kıtanın öteki ucu Katar”

Bahtiyar yazıhanesine girdi. Dayısının oğlu Rıdvan’a telefon açtı. “Alo Rıdvan ben bir şey düşünüyorum. Sen mühendissin, makinelerden anlarsın. Beraber vinç imalatına girsek, ortak olarak. Bu iş için Bursa’yı düşünüyorum. Sen çizimlerini yapacaksın, gerisi kaynak yapacak işçilere kalacak.”

Rıdvan “Güzel olur, bende böyle çok düşündüm ama cesaretim yoktu. Bu tür işler için ardımızda potansiyelimizi yükseltecek büyük bir cesaretin olması gerekirdi. Bu sen teklifi edince tamamlandı. Zorlu ve güç bir iş vinç imalatı. Bunu herkes başaramaz. Adamın zihni çelik gibi olmalı ki aklını bu işte rahat kullanabilmeli değil mi.”

Bahtiyar “Sermayemiz haylice yeter, dediğin gibi potansiyele gitmek değil potansiyelin bize gelmesi lazım. Bunda karar kıldıysak yarın senin yanına gelir, Adana’dan beraberce Bursa’ya yola çıkarız.” Dedi ekledi. “Bu yeni işimizin müsebbibini anlatsam inanmazsın. Yollarda geldi aklıma bu. Suriye’de ofis açayım dedim. Sınırdan geçer geçmez federal bir örgütün eline düştüm. Elimden yalnızca arabamı aldılar. Suriye’ye girmeden önce polisin biri beni uyarmıştı. Bu uyarıyla tüm paramı Antakya’da bir bankaya yatırdım.”

Rıdvan “Geçmiş olsun, benim burada ise dolandırıcılar cirit atıyor. Geçen gün kelli felli, şık giyimli biri geldi. Benden elli ton mısır alacağını söyledi. Ben adet edindim, polise müracaat edip bu kişinin GBT’sini sorgulattım. Ne çıksa iyi, yirmi yedi suçtan sabıkası çıktı. Sonra adamı bir şekilde başımdan savdım.”

Bahtiyar “Herkes senin gibi düşünemiyor. Sıradan bir vatandaşın polisteki GBT’yi kullanması imkansız bir şey. Sen polisle aranı rayına oturtmuşsun. Polis Vazife ve Salahiyet Yönetmeliği’de böyle bir mevzuat var mı bilmiyorum ama bu kanunlaşırsa vatandaş büyük bir sıkıntıdan kurtulur. Çünkü GBT vatandaşın kullanımına açılırsa çok şey değişecek.”

 

 

6. BÖLÜM

Bahtiyar evine neşe içinde ilerliyordu. Kritik anda kurtulduğu aklına geliyor sanki, film seyreder gibi bunu hatırlamaktan haz alıyordu. Birden Cemal’in anlattıkları aklına geldi. “Böyle bir terörist nasıl bilebilir bunları. Söylediği iyi oldu, dünyanın kadim sırlarından birini daha öğrendim.” Diye söylendi.

Kafasında öyle bir trafik vardı ki Türk Ordusunu düşünmeye başladı. Sonra arabanın radyosunu açtı. Yine Tarkan hem de ‘şıkıdım’ şarkısı. Bu şarkıyı iç dünyasından gördüğü Ortadoğu savaşıyla bağdaştıramadı ama yine de dinlemeye devam etti.

Evine yaklaşıyordu. Vila evlerinin olduğu sokağa girdi. Bir köpek yolun ortasında geçişini aksattı. Bahtiyar korna çaldı, köpek kıpırdamıyordu. Arabasında köpeğin hareketini bekledi. Yine korna çalmayı deneyecekti ki”Bu saatte kimseyi uyandıramam.” Dedi.

Neyse ki köpek hareket etti. Bahtiyar yolu geçerken villanın birinin balkonunda genç bir kısın köpeğe seslendiğini duydu. İçinden “Sokak köpeğine bu muhabbeti besleyen biri yolda kalmaz, Allah ona yardım eder, tıpkı bana yardım ettiği gibi.” Dedi.

Evine gelmişti Bahtiyar. Küçük kızı Lara onu pencereden gördü, babasına el salladı, Bahtiyar da korna çaldı. Karısı sesi duyunca pencereye yöneldi. Lara çokta dışarıya çıkmıştı. Küçük kız babasının kollarına uzandı. “Kahvaltı mı ediyordunuz, sofra hazırsa hemen oturacağım.”

Lara “Yok baba anneme ‘sofra hazırlama belki babam gelebilir’ dedim. Hissettiğim doğru çıkmış.”

Bahtiyar içeri girerken baba kızı karşılayan Mehtap Hadi hayırlısıyla geldin. Öpücük ver karına.” Dedi, yanak yanağa öpüştüler. İçeride uzun uzun hasbihal ettiler. Karı kocasına koca karısına bir çok şeyler anlattı.

Bahtiyar “Benim dayı oğlu Rıdvan’la telefonda görüştüm.” Diye yeni bir konuya girdi. “Yeni bir işle işimi büyütmem için Bursa’ya gideceğiz, vinç işini kuracağız.”

Mehtap “Rıdvan’la olursa bunu başarırsınız ama siz vinç ile de kalmaz bir tersane de açarsınız. Koca koca gemilerde vinçler gibi ful kaynak ile hallediliyor.”

Bahtiyar “Doğru öncelikle piyasayı tanıyacağız. Vinç neyse ama bilmem kaç gros tonluk gemi inşa etmek güç ve zahmetli. Bunun tek çıkar yolu Rıdvan’la gizlice tuttuğumuz yol var.”

Mehtap “Siz iş adamlarının gizli yolunu anlıyorum. Geçende kitapta okuduğum Balzac’ın bir sözü aklıma geldi. Diyor ki ‘her büyük servetin ardında büyük bir suç yatar’ bu iş suçsuz olmaz diyorum.”

Bahtiyar “Ne gibi bir suç mesela?”

Mehtap “Suç işte suçun değişiği aynısı olma. Ama dediğin gibi bir gemi inşaatının altına girip onu kaldırmak için büyük bir suç gerekir.”

Bahtiyar “Mesela İbrahim peygamber gibi insan katletmeye yeltenmek mi?”

Mehtap “Onun gibi bir şey. Olaya bu gözle bakarsak ecnebilerin neden zengin olduğu anlaşılır. Ecnebi zenginler harıl harıl Müslüman katlediyor. Tevrat’ta açıkça hissettirilmiş. Onun ardılı Hristiyanlar ‘Tevrat böyle diyorsa bildiği bir şeyler var’ demeyi seçiyorlar. Batılı yazarlardan biri de her savaşın teknolojiyi bir adım öne götürdüğünü açıklıyor.”

Bahtiyar “Ben insan katletmeye arzulu değilim. Şöyle bir şey söylemek daha anlaşılır olur. Bu okült bir şey, reptilyanları bilirsin, timsah görünümlü, yer altında yaşayan, zeka taşıyan yaratıklar. Onlar bir insanın ölümü anında o insanın enerjisini içermiş. Biz bu konuda  Rıdvan’la aklının alamayacağı kadar ileriyiz. Reptilyanların kullandığı tekniğin bir değişiğini kullanıyoruz. Trafik kazasında ölenler, cinayete kurban gidenler, vb. ölen tüm insanların isminin çetelesini tutuyoruz. Ve potansiyelimiz de böylece kendiliğinden geliyor.”

Mehtap “Gerçekten ilginç, o zaman bizim tüm Müslüman iş adamları masum. Çünkü en çok haksız yere öldürülenler Müslümanlar.”

Bahtiyar “Bunu böyle bileydin. Teröristlerle çatışmadan ölen şehitlerimiz için ayrı bir tekniğimiz var. O gün ölen her askere, çoksa beş dakika, az ise yarım saat onlara rabıta yapıyoruz. Allah’ın o an şehitlere kapısı açık olduğu için rabıtamızla bu büyük mertebeden biz de faydalanıyoruz.”

Mehtap “İlginç hem de gayet ilginç. Anlat bakalım rabıtayı nasıl yapıyorsun?

Bahtiyar “Şehit olma anını kaçırmayacaksın, duyduğun an yapacaksın. Şöyle Eren Bülbül var, onun şehadete kavuştuğunu duyduğum an gece loş ışıkta odamda kanepede bağdaş kurup oturdum. Bazı dualarla başladım. Başımı kalbime eğip gözlerimi kapadım. Eren’in elinin öptüğümü düşündüm. Sonra Eren’in kalbinden kendi kalbime çay renginden kırmızı nurun aktığını yarım saat düşündüm. Sonra yine dualar okudum. Ardından Eren’in elini öptüğümü düşündüm, rabıtamı bitirdim.”

Mehtap “Bu rabıtayı yalnızca ölülere mi yapılır. Mesela yaşayanlara yapsak olur mu?”

Bahtiyar “Yaşayanlara yaparsan rotayı şaşırırsın. Şehitlerin rotası kutlu mertebe olduğu için ihya olursun. Mesela Tarkan’ı çok seviyorsun ona rabıta yaptın. Tarkan o gün wiski içti. Emin ol seninde wiski içesin gelir. Rabıta ile kalpten kalbe çektiğin görünmez ve gizli hat neyi istiyorsan sana itaat eder. O yüzden rahmani şeylere heves et.”

Mehtap “Bunu söylediğin iyi oldu. Demek nur kutsal bir şey, onu nereden içtiğimize dikkat etmeliyiz. Laf lafı açıyor rabıtayı kötü amaçlar için kullanan şeytanlaşmaz mı?”

Bahtiyar “Hem de nasıl. Şeytanların karanlık ışığına katran denir. Bir insanın niyeti düzgün olunca tuvalette bile rabıta yapabilir. Tabi ki sadece nur içme kısmı olmalı.”

Mehtap konuyu değiştirdi. “Sen aç gibi değilsin. Kendini muhabbete kaptırdın gittin. Çay hazır mutfağa geçelim haydi.” Dedi, beraberce mutfağa girdiler.

Kahvaltıdan sonra Bahtiyar duşa girdi. Mehtap hemen uyardı. “Bahtiyar henüz güneş enerjisi suyu ısıtmamıştır, hasta olursun.”

Bahtiyar seslendi. “Biliyorsun soğuk suyu severim. Üzerimdeki güzel şeyleri vücuduma ancak böyle yapıştırabilirim.”

Mehtap içinden “Herhalde nurdan bahsediyor.” Diye geçirdi.

Bahtiyar duştan çıkınca hiç üşümüş gibi değildi. Bornozu ile kafasını kurulamaya başladı. Yanına Lara geldi. “Baba sen niye üşümüyorsun, yoksa sen soğuğa dirençli misin?” dedi.

Bahtiyar “Yavrum bunun güçle dirençle alakası yok. Şöyle anlatayım, Ashabı Kiramdan Hazreti Ali yıkanırken hem soğuk hem sıcak su kullanırmış. ‘Bana cehennemi hatırlatsın da günah işlemeyeyim’ dermiş. Ben hem bunun için hem de soğuk suyu sevdiğim için tercih ettim.”

Lara daha çok şey soracaktı ama babasının açıklamaları bütün düşüncelerini unutturdu. Sessiz oturduğu yerde yeni düşüncelere daldı. Az sonra birden “Baba rabıtayı kuşlara yaparsak olur mu. Çünkü onların ne hissettiklerini bilmek istiyorum.”

Bahtiyar “Rabıtanı değiştirmeyip sadece kuşlara yaparsan olur.” Dedi.

 

 

7. BÖLÜM

Bahtiyar coşku doluydu. Evde fazla kalamazdı. Peşine düştüğü yeni işi için kıvranıp duruyordu. Akşama doğruydu. Hazırlandı karısına ve kızına sarılarak vedalaştı. Bahtiyar “Biraz dinlenerek kendimi kolay ödüllendirmek yerine bir iş bitiyor diğerine başlıyorum. O yüzden yanınızda fazla kalmak istemedim. İşimizi düzene korsak burada ki tüccarlığımı bırakacağım, sizleri yanıma alacağım. Ama öncelikle bana söz verin. Belki işimiz bir iki hafta sürer. Bu zaman zarfında telaşlanmak yok. Suriye’deyken irtibatımız kesildi telaşlandınız. Haklısınız ama Türkiye’nin her yeri benim. Kaybolmam kolay kolay.”

Lara “Baba kaybolursan ne olacak o zaman. Türkiye geniş bir yer. İnsanlar yabancı ama tanıdık. Seni onlara sormanın en iyi yolu bize yanında telefonun olması. Biliyorum gittiğinde çok gezeceksin. Kaybolsan bile Türkiye’desin. İnsanın kendi evinde kaybolması eğlencelidir. Bir fikrim var. Bir kağıda ismini ve adresini yaz. Ne olur ne olmaz seni kaçırdıklarında telefonunu alırlar ama not kağıdını almazlar. Başına bir bayılma gibi bir şey geldiğinde o nota bakarlar seni bilirler.”

Bahtiyar “Lara doğru söylüyorsun. Hemen dediğini yapacağım. Ama bir daha endişeniz olmayacak.” Bahtiyar hemen ayakkabılarını çıkartıp içeriye girdi odasına geçti. Bir kağıt parçasına ismini ve adresini yazdı. Boynundaki muskanın içine sıkıştırdı. “Bakın not burada, beni fidye için kaçırsalar bile yerimizi, evimizi tespit edemezler. Çünkü not kağıdına kendi evimizin değil uyduruk bir adres yazdım.”

Mehtap “Sen ne olur ne olmaz cep telefonunu yanında taşıma. Fidyeciler bizim ev adresimizi ve telefonumuzu öğrenirlerse dolandırıcılık ağlarını daha çok örerler.”

Bahtiyar “Sende doğru söylüyorsun. O zaman bana PTT kulübesinden  telefon etmek düşüyor.” Dedi kızına döndü. “Kızım sana dönüşte büyük bir sürprizim var. Annene ve evimize sahip çıkarsan hem ben sevineceğim hem sen.”

Lara ses çıkarmadı. Babasına sarıldı, annesi ile babasını annesi ile arabalarına kadar geçirdi. Bahtiyar korna çalarak hareket etti.

Yol trafiği şehir içinde yoğundu. Bahtiyar birkaç kez trafik lambalarında durdu. Bir kırmızı ışıkta dururken radyoyu açtı. Yine gerilim yine ABD ve Türkiye. Suriye’nin kuzeyinden çekileceğini vadeden ABD sözünü tutmuş. “Heyt be aslanım benim. Buna içerim ama trafikteyim. Alkole hayır kolaya evet. Bir çok uzman kolayı kötülüyor. Tahıma etmedikleri yok. Annem tahıma sözüm yok derdi bir yiyeceği eleştireceğinde. Ben ise tahım yanlısı değilim. Çünkü midem alkolün tadını biliyor. Hangisi güzel, alkolü mü her gün içsem kolayı mı. Alkol her gün içiliyorsa masum kola niye içilmesin. İşte felsefenizi çürüttüm sizi gidi uzmanlar. Heyt be.” Diye söylendi. Sonra bir marketin önünde durdu.

Marketten birer litrelik üç adet kolayla çıktı. Arabasının ön koltuğuna bıraktı. Yeniden hareket etti.

Şehirden çıkmış il sınır tabelasını geçmişti. Yan koltuğa uzanıp kolalardan birini alıp kapağını açtı. Yudumlamaya başladı. Kolaları belirli güzergahlarda içecekti.   Şimdi içtiği Toprakkale’ye olana kadardı. Diğer ikisi Ceyhan'ı geçerken, diğeri Adana’ya yaklaşırken.

“Ölümsüzlerin şehri Adana.” diye söylendi. “İlyas’ın, Hızır’ın bilimum ölümsüzlerin kenti. Yaşar Kemal bile öve öve bitiremedi. Ne yazıktır ki Ermeniler tarafından yapılan katliamları da yaşadı. Ermeniler’in dilinde Adana ismi Kilikya.” Diye düşündü. Aklına Antakya geldi. Orası da Büyük İskender’in komutanlarından Antiakos’un isminden gelmeydi. Osmaniye mi, orası da önemli. Belediyesi her yıl roman yarışması yaptığından dolayı.

İkinci kola vakti geliyordu. Torakkale tepesine bakarken “Burası Yaşar Kemal’in yazdığı Yılanların Öcü romanının filminin çekildiği tepe.” Dedi. “Ey Toprakkale seni düşünmeme sen mi izin veriyorsun yoksa düşünmeye kendim mi izin veriyorum. Evet sen izin verdiğin için seni düşünebiliyorum. Bir insan nedir ki seni düşünebilsin. Sen hem izin veriyorsun hem davet ediyorsun. Ama davet ettiğinde gizliliğini korumak için bazen fark edilmiyorsun.” Diye Kolasının son kalıntısını da yudumladı.

Rıdvan’la Tren istasyonunda randevulaşmışlardı. Çünkü onun evi nerede bilmiyordu. Uzaktan Adana görünür oldu. Kentin yer yer ışıkları uzaktan seçilebiliyordu. Arabasının hızını düşürdü. Kente yoğun bir trafik içinde girdi. Hemen ileride köprüyü geçtikten sonra  terminal göründü. O köşeyi döndü. Ardından tren istasyonu güzergahına girdi.

İstasyona geldiğinde Rıdvan’ın araba farlarını yakıp beklediğini gördü. Bahtiyar arabasını stop ettirdi, aşağıya indi.

Rıdvan “Hele hoş geldin. Sen uzun yoldan geliyorsun. Acıkmışsındır. Benim hanım evde öğlenden beri neler hazırlamadı ki. Hepsi senin için.” Dedi ekledi. “Telefonun hep ulaşılamıyor diyor.  Neden?”

Bahtiyar “Evde bir antlaşma yaptık. Yanımda telefon taşımayacağıma dair. Endişemiz fidye için kaçırılırsak onlara kolaylık  sağlamamak. Biliyorsun ne kadar ifşa o kadar tehlike.”

Rıdvan “Geç bunları, endişelerine saygılıyım ama endişe ile de işlerimiz yürümez. Gerçi bende de endişe var. Eğer yeni işimize adapte olursak eski endişelere sünger çekeceğiz. Bir daha fidye deme moralimi bozma ve beni takip et.”

İkisi de arabasına bindi. Şehir içinde yavaş bir hızla yol aldılar.

 

 

8. BÖLÜM

Arsuz ve ekibi ne yapmış etmiş şef dedikleri Burhan’ın gizli karargahı olan İskenderun’un Soğukoluk mevkisine kadar sorunsuz ulaşmıştı. Şef Burhan “Önce sınırdan nasıl geçtiniz anlatın. Benim bütün bilmek istediğim bu. Bana açık açık izah edin. Edin ki sizi istihbaratçıların buraya kadar takip etmediğini bileyim.”

Arsuz “Şefim biz sadık elemanlarınız gelirken bütün şüphelerden arındık. Hatta Cilvegözü’nde iki gün geçirdik. Bu üzerimizde ki heyecanı atmak içindi. Biliyorsun savaş trafiği bütün hızıyla devam ediyor. İstihbaratçılar cirit atıyor. Kontrollerden sorunsuz geçmemiz için bu iki günlük beklememiz şarttı. Antakya Valisinin kesin emrini işittik. Sınırdan geçen şüpheli biri ikinci bir emre kadar salınmıyormuş. Biz bu emirden çok korktuk ve parasız pulsuz sınırdan giriş yaptık. Allah’tan benzinimiz yeterliydi de buraya kadar gelebildik. Değilse aracımız lök gibi yol kenarında duracak ipin ucunu bulmaları an meselesi olacaktı.”

Burhan “Tamam tamam anladık. Bir de ben size yeni yerim için izah vereyim. Soğukoluk damgalı bir yer. Burayı meşhur eden Uğur Dündar ne iyi etmişte meşhur etmiş. Siz bilmezsiniz, burası yetmişlerde, gizli bir kovukta üniversiteli pazarlandığı bir yerdi. Yetişkin kızlar utanmaz arsız erkeklere pazarlanıyordu. Buradan bir sinek uçtu ve Uğur Dündar’ın burnuna kondu. İşte her şey o zaman değişti. Ve gelelim tercihimi neden buraya yaptığıma. Hiç kimse zihinlerde harabe olmuş bir haberi kale almaz ve bu meşhur yer geçmişteki enerjisiyle bize harika bir paralellik yapar. Yani bizde suçluyuz burası da vukuatlı bir yer, eksi eksiyi iteklediği gibi bizim durumumuzdakiler için vazgeçilmez.”

Arsuz “Şefim çok güzel bir yere değindin. Biz genellikle suçu suç olsun diye işlemeyiz. Gerçi bununda bir getirisi var. Tabi ki yakalanmazsan. Bu amatörlerin işi. Bizler profesyonelleriz. Demem o ki ikinci bir Soğuoluk’u başlatmamıza bize ne engel?”

Burhan “Böyle şeylere kapalıyız. Bizim işleyeceğimiz suçlar belli. Yüz kızartıcı şeylere bulaşmak amatörce. Seks ticareti yapmak kolay ama kazanmak konusunda yetersiz. Ek işlere ihtiyaç duydurur. Bu da bizim konsantrasyonumuzu bozar. Henüz Türkiye de yeniyiz. Bu millete kendimizi sevdirmeli, yüzümüz kızarmamalı. Ve bir daha bundan bahsetme.”

Arsuz sus pus oldu. Adeta bu söz üzerine eridi. Sanki kendisini yüz kızartıcı suç işlemiş kadar etkiledi. Bunu üzerinden atmak için hiçbir şey yapamadı.

Burhan “Ne o, düşünüyorsun. Yüz kızartıcı şeylerden  bahsetmek bile hatta düşünmek bile hatalı. Sanma ki dünyamızda bütün insanlar temiz. Yetmişinden yirmisine kadar hiçbir insan masum değil. Bu çitayı biraz değiştirelim. Yetmişinden otuzuna hatta kırkına yapalım. Ne de olsa insan milleti zaaflarıyla ancak bu yaşta olgunlaşıyor. Yani adamın işi gücü var, gençliğinden çıkamamış. Ve bu kategoride ki genç denilen kesim kendi halinde yüz kızartıcı bir suç işliyorsa yani, kendi büyük düşündüğü uygun olmayansa, bunlar, yüzlerinden tanınır ama bunlar bu işi alışkanlık hale getirmedilerse, bu yüz kısa zamanda eski haline döner. Peki ne yapalım, kırk yaşındasın, yaşıtın insanlar evli, yirmili yaşlarındakiler de uygun değil. Sana derim ki yap ta kurtul, biz de kurtulalım. Shakespearevari dersem öl de kurtul derim.”

Arsuz “Gerçekten mahçub ettin beni. Bir daha mı ağzımı açmam bu konuda. Ben bekarım ve olgun evlenmemiş kızları düşünürüm. O da daldan dala konmak şeklinde değil. Gençliğimden beri düşündüğüm bir kız var. Onu düşünüyorum.”

Burhan “Bu düşünceden vazgeç. Çünkü o kız evlenmiş olabilir. Kendine yeni bir eş seç.”

Arsuz “Haklısın, bu aklıma hiç gelmedi. Belki bu Türkiye’den biri olabilir. Ama diyalog kurabileceğim bir kızı zor bulurum. Yaşım otuz, yaşıtlarım evli ve bir genç kız için fazla büyüğüm.”

Burhan “Tamam anlaşıldı. Sözlerim bir kulağından girmiş öbür taraftan çıkmış. Bu durumda karşı cinsle temasın tamamen arızalı. Seni en yakın çöpçatana göndereceğim. Seni umumi bir yere daldırıp çıkaracağım. Çünkü benim gibi ölmeyi bilmiyorsun. Bak bana hiç dertleniyor muyum. Yalnızca vicdanımın izin verdiği şeyleri yapıyorum. Diğerleri beni ilgilendirmez. Onlar yaptıysa düşünce aleminde ki insanlardan utansınlar vesselam.” Dedi ekledi. “Telefonda bana Kilis’li birini fidye için kaçırdığını söylemiştin, ne yaptın?”

Arsuz “Adamın adı Bahtiyar, yurdunu biliyoruz. Emir verirsen ailesinden birini kaçırabiliriz.”

Burhan “Kaçırması kolay, yalnız düşündüğüm daha güzel bir şey var. Burada bu işi de bırakıyoruz.. Yeni bir iş kuracağız. Suçtan damgalı bizler tuğla fabrikası satın alacağız. Ben satış ilanını gördüğüm an işte bu dedim. Görüşmemizi tamamladık. Yarın para ve devir işlerini tamamlayacağız. Fabrika Karaağaç İskenderun’da. Ve sıkı dur  suçsuz yapamayacağımız için orayı mülteci işçilerle dolduracağım. Tabi ki suç bunun neresinde diyeceksin. Düşün, suçdozer biri işçinin yiyeceğinden, mesaisinden kısarsa ne olur. Ben onları öyle bir çalıştıracağım ki Türkiye’yi vatanları gibi sevmeyecekler.”

Arsuz “Şefim sen öyle bir adamsın ki yüreğime su serptin. Ben senden daha ağırını beklemem zaten.” Dedi ekledi. “Peki biz elemanların ne iş yapacak?”

Burhan “Fabrika benim olduğu için sizi kayıracağımı zannetmeyin. Harçlıklarınızı muntazam yine alacaksınız. Suç işlemeden duramayan bizler için planlı ve programlı suçlar gerekir. Bu da bizim buralarda köklerimizi paraya doğru uzatmamız demek. Öncelikle tuğla fabrikamızda bir müddet işçi gibi çalışın. Piyasaya tam vakıf olduğumuzda bir soygun ayarlayacağım. Bunu siz yapmayacaksınız. Yeni devşireceğim elemanlara yaptıracağım. Siz sadece oturup izleyeceksiniz.”

Arsuz “Gerçekten damlası kesilmeyen bir pınarız. Zannedersem anlıyorum seni. Türkiye’ye alışmak için dayak yiyen değil dayak atan olacağız. Ya Türk polisine yakalanırsak?”

Burhan “Çok profesyonel yapacağız. Soygunu zevk için yapacağımız için geride hiç iz bırakmamamız olası.”

Arsuz “Bu ne demek oluyor anlamadım. Yani tonton bir soyguncu mu olacağız. Kimliğimizi korumak bu kadar zor mu?”

Burhan “Yabancı bir yerde yaşıyorsan her şey güllük gülistanlıktır. Ve suç işlediğinde bunun farkına bile varmazsın. Soygundan kastım böyle bir şey. Yani yavaş yavaş normale döneceğiz. Tıpkı diğer Suriyeliler gibi.”

Arsuz “Tuğla fabrikası işçileri kafama takıldı. Suriyeli işçiler dikkat çekmeyecek mi. Kendileri ile konuşanlara rızkımızdan kesti demeyecekler mi?”

Burhan “Fabrikanın patronu onların kulağını hemen çeker. ‘Ya çalışırsın ya senin yerine birini bulurum’ derim. Anlayacağın defteri açmakta kapatmakta benim elimde.”

SON

Tuna M. Yaşar

( Savaş Trafiği 8 Bölüm başlıklı yazı Tuna M.Yaşar tarafından 1.01.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.