Herkes çok okuduğunu sanır. Oysa kim bilir okumanızı bekleyen kaç kitap dergi vs. var elinizde. Alıp alıp rafa koymak değil mesele. Sosyal medyada yanında bir kahve ile paylaşmak hiç değil. Okuduğunu anlayarak, her seferinde size daha çok katkısı olacağını düşündüğünüz yeni bir eserle hemhal olmak. Sadece kişiliğinizi geliştirecek değil, dilinizi hayal gücünüzü de bir üst merdivene taşıyacak olan satırlarla tanışmak. Televizyonda hangi dizinin kaçta başlayacağını, kimlerin rol aldığı yazıları okumaktan, paylaşılmış çerçeveli sözleri, çeşitli gruplarda yapılan günlük yazışmaları ya da fotoğrafınıza yapılan yorumları kastetmediğimi biliyorsunuz. Yazar adayı okuduğu kitabın jeneriğinden tutun da İSBN numarasına kadar incelemeye meraklı olmalıdır.
Sahi ne yazmak istiyorsunuz? Muhakkak ki daha önce yazılmamış olanı. Bir çok insan “Ben de düşünüyorum ama bir türlü başlayamadım,” “Ben başlamıştım da yarım kaldı, sonunu getiremedim,” gibi cümleler sarf eder. Siz onlardan olmamak için kararınızı sağlam verin. Kalemi elinize aldığınızda “Benim hayatımı yazsana,” diyenler de çıkacak. Sakın ha! Tecrübeniz yoksa o işe hiç bulaşmayın, derim. Hatta şundan da eminim bu hususta; insanı kendinden iyi anlatacak kimse yoktur. Aslında ne yazacağınızdan çok nasıl yazdığınız önemli. Konular hep aynıdır, tür farklıdır sadece. Hangi türde hangi konuda yazacağımıza zorlanmadan karar verdiyseniz konuya hâkim olduğunuzdan emin olun. O konuda yazılmış olan birkaç esere muhakkak göz atın, okuyun. Bir yazar izlediği çizgi filmi kâğıda döküp “Çocuk kitabı yazdım” diye ortaya çıkmıştı. Böyle yazacaksanız yazmayın. Hele başkalarının emekleriyle hiç kitap çıkarmayın. Kendinize yakışmayan davranışlardan kaçının. Her kitabınızı kendi çocuklarınız anne babanız yakınlarınızın da okuyacağını aklınızdan çıkarmayın. Yani yazdıklarınız toplumu yanlışa sürüklememeli, doğru davranışlara yelken açmalı. Kalemin kılıçtan keskin olduğu, yazılanın kalıcı olduğu unutulmamalı. Yıllar sonra keşke bunu yazmasaydım demek yerine iyi ki böyle yazmışım diyebilmelisiniz. Siz size ait bir eser için yola çıkın. Besmele çekmeyi unutmayın.
İlk kitabınız çıkınca sokakta yürürken ya da alışverişte iken sizi tanıyacaklarını imza isteyeceklerini sanıyorsanız sadece hayal kırıklığına uğrarsınız. Çoğu yazarın eserleri iyi ise sonradan kıymeti anlaşılmıştır. Ben ilk kitabında Nobel ödülü hayali kuranı da tanıdım, İlk kitabından sonra pes edeni de. Yazarlık para kazanmak için yapılan bir iş değildir. “Şu kadar bastırıp bu kadar satarsam, şöyle kazanırım” gibi beklentilere girmeyin. Dostlarınızın hediye bekleyeceğini, tanımayanlarında zaten almayacağını unutmayın. Bu başlarda aşure yapmak ve dağıtmak gibi hissettirebilir. Rahmetli Cemal Safi üstadın bir sözü geldi aklıma. “Şiirlerin de kaderi vardır, biri iyi bir bestekârın eline geçer tutulur gider, çok daha güzel bir şiir fark edilmeden kaybolur gider,” kitaplar da böyle. Kiminin yazarı şanslıdır içi boş dahi olsa bir şekilde geçici de olsa parlayıverir. Çevre desteği gerçekten önemli. Ne yazık ki işin içine siyasetin girdiği de oluyor. Çok güçlü kalemi olan kimi yazar da bazen arkasında önünde kimsesi olmadığından sesini duyuramaz. En üzücü olanlardan biri de bu olsa gerek.
Kitabı yazmaya başladıktan sonra adım adım ilerleyin. Koştur koştur kitap yazılmaz. Rutin çalışma saatleriniz olmasa dahi gün gün ilgilenin. Düşünmeden oturmayın başına. Bir önceki yazdığınız sayfa ya da sayfalara göz atmadan kaldığınız yerden devam etmeyin. Şiirde nasıl konu bütünlüğü arıyorsak kitaplarda da en önemli husus budur. Daldan dala atlayan, bağlantı kopukluğu olan, okuru yoran, aynı şeyleri tekrar tekrar hatırlatan eser çoğu zaman bitirilmeye değer bulunmaz. Hatta kâğıt israfı dediğimiz bir tabir bile vardır bizim aramızda. Yazdıklarınız okuru değil yazarı yormalı ki sonuç iyi olsun. Bitirmeden hiçbir bölümünü kimseye okumayın. Her kafadan bir öneri sizin bu işten soğumanıza neden olur. Her zaman söylerim yazarlık turşu kurmak gibidir; zamanı gelmeden kapağı açılmaz.
5. Bittiğinden emin olun.
Diyelim ki geceler boyu düşünüp aylarca, yıllarca uğraşıp sona ulaştınız. Bitti mi gerçekten? Kalın kitap yazmak değil anlatmak istediğim. Basıldıktan sonra “Ah şuraya şu cümleyi de yazsaydım ya da şu paragrafı çıkarsaydım, keşke kapağı böyle yapılmasaydı” demeyecek şekilde bitirmiş olmanızdan bahsediyorum. Bir de uzattıkça uzatıp altı yüz yedi yüz sayfalık yazıp konuyu toparlanamayan hatta okur sıkılır diye iki cilt halinde çıkaranlar var. Ne diyelim, kelimeler onların, istedikleri gibi kullanma hakları var. O tarla onun, istediğini eker.
Var mı bu konuda güveneceğiniz insanlar? Okumuş gibi yapmayacak, “güzel” deyip başından atmayacak, edebiyatla iç içe olan, kitap okumaktan mutlu olan birileri olmalı. Yakın bir akrabanıza “Haydi bir oku, nasıl olmuş?” türünde bir yalvarış değil bahsettiğim. Hata bulmak, basımdan önce öneri sunacak tarafsız biri. Varsa şanslısınız. Ha, bu konuda yakın dostlarınıza güvenmeyin. Bizim insanımız kalp kırmayı, gücendirmeyi istemez. Doğru üslupla sizi doğru yöne sevk edecek biri olmalı. Bir harf düzeltilmesi bin kitapta bin hatanın düzelmesi demektir.
Bir kaç kişinin fikrini alabildiyseniz ve varsa tavsiyeleri mantıklı bulup uygulamaya koyduysanız artık ilk aşama olan demlenmeye bırakabilirsiniz. Demlenme süresi öyle bir iki gün değil, siz biraz daha siz olduktan sonraki zamandır. Okuyacağınız yeni kitaplar, tanışacağınız yeni insanlardan sonra eserinizi başkasının gözüyle tekrar okumanız çok fayda sağlayacaktır. Bu işin geri dönüşü yok, düzeltmeler ancak 2. baskıda olabilir. Beğenmediğiniz yer varsa işte orada durun. Düzeltin ve devam edin.
Diyelim ki “Bu, eser oldu,” fikrindesiniz. Artık iyi bir editöre ihtiyaç hâsıl olacak. Her “editörüm” diyene eserinizi alıp koşmayın. Benim bir kitabımı bir gecede, okumadan otomatik düzeltme ile güya gözden geçirip, hak etmediği parayı alan editörüm diyerek hayatıma giren insanlar da oldu. Tecrübe, zamanla kafana vura vura öğreniyor. Editör bir kitabı vezir de eder rezil de, derken şaka yapmıyorum. Editör TDK’nın tüm kurallarını bilen, mümkünse bu işe yıllarını vermiş, araştırmayı seven, adının geçeceği kitaba özveriyle hâkim olacak biri olmalı. Bu arada “Bazı yayınevleri bizim editörümüz var, basmadan bakar, yollayın dosyanızı,” diyebilir ama bu her zaman gerçek olmayabilir. İşinizi sağlam tutun derim. Başı birinci tekil ile başlayıp ortasında üçüncü tekil şahısla devam eden, şimdiki zamandan geçmiş zamana geçmiş art arda cümlelerin bulunduğu kitaplar okur açısından nasıl bir eziyettir düşünebiliyor musunuz?
Editörden gelen kitabınızı muhakkak yeniden okuyun. Bazen editörün not aldığı yazılar da yanlışlıkla basılabiliyor. Kısacası ne kadar heyecanlansanız da aceleye getirmeyin. Ardından sizin istediğiniz şartlara uygun yayınevi arayışına girebilirsiniz. Bir yazar yayınevinden ne bekler ya da sizin beklentiniz nedir? Telifli mi bastırmak istiyorsunuz kendi imkânınızla mı? Bu arada yayınevi çok güvenmediği kitabı telifli basmayacağı gibi her yazar da kitabının telifini yayınevine vermek istemeyebilir. Sözleşme maddelerini anlayarak okuyun. Anlamadıklarınızı sorun. İki tarafın da rızası olmayan işlerden hayır gelmez unutmayın. Sizin için reklam mı, fuarlar mı, tanıtım mı önemli yoksa kitaptan gelecek kazanç mı? Yayıneviniz ile her şeyi açık konuşun. Sonradan iki tarafında başı ağrımasın. Bütün detayları da tarihi ile not alın. Ne demişler söz uçar yazı kalır. İşte o yüzden yazıyoruz.
Bu işler tek taraflı olmaz. Hatta kitabınızın İSBN ve bandrol işlerini kendiniz halledip bu konuda yetkili bir firma ya matbaada çıkarmış olabilirsiniz, her halükarda tanıtım şarttır. Bunu sosyal medya ile televizyon ve radyo kanallarına konuk olarak, imza günlerinizde ya da benzeri etkinliklerde yapabilirsiniz, en iyi reklam okurun beğenmesi elbette. Kitap okuma gruplarında genellikle kitapları övseler de genellikle yaptıkları kitap ismine, yazarına aşinalık oluşturmaktır. Kimse "reklamını gördüm," diye bir kitabı almaz. Ancak gerçekten ilgilendiği bir konu ise kitaba ulaşır. Takdir edersiniz ki günümüzde artık kitaba, yazara, yayınevine ulaşmak çok kolay. Siz yeter ki sabırla yazın. Başladığınız işi yarım bırakmayın.