1
Birey
toplum içinde yaşayan ve yaşadığı toplumun bir parçası olan varlıktır. Bu
çerçeveden bakıldığında birey, kendini ifade etmek, çevresiyle iletişim kurmak
için iletişim aracı olan dili kullanır. Dili sevmek, dile sahip çıkmak, ancak
dili iyi bir şekilde kullanmakla mümkün olur.
Dil
kuşkusuz insanlar arası anlaşma ve uzlaşmayı sağlayan bir şifre ve semboller
manzumesidir.Yazı da öyle . İnsanların
bu somut ya da soyut varlıkları ve her
biri bir objeye has lan bu belirli şifre ve sembolleri oluşturmuştur. Kelimeler
bu belirli eşya ya da fikri beyan ederler.
Yazı ve yazı şekilleri de böylece
anlamlandırılabiliriz.Tüm insanlar aynı amaca yönelik olmasına rağmen özden
detaylara kadar derin ayrılıkları da içermektedir.
Dil,
bizim varlık sebebimizdir. Diğer insanlarla sağlıklı bir iletişim kurmak için
dili, ömür boyu kullanmak zorundayız. Eğer kullandığımız dile hakim olursak
daha sağlıklı bir iletişim kurarız. Bu yüzden dile daha duyarlı olmalıyız. Dili
yanlış ve eksik kullanan bireylerin öncelikle dil bilincini geliştirmeleri
gerekir. Dil bilincinden mahrum olan bireyler dili eksik ve yanlış kullanırlar.
Dili yanlış kullanma dil kirlenmesine sebep olur.
Bununla
birlikte dilin zamanla değişim ve başkalaşımlar
yaşadığı da kuşkusuz. Bu başkalaşım dilin kendine özgü normlarını kendi asli
özelliklerini ana hatlarıyla korumakla beraber daha ziyade kelime ve anlam ve
de ifade ilişkisi üzerinde yoğunlaşmış durumda.Bu yoğunlaşma bir taraftan
ifadelere anlamların yüklenişi diğer taraftan da ifadelerin farklı ve yanlık
anlamlandırılışı nedeniyledir.
Sosyal
bir varlık olan insan, içinde yaşadığı toplumla iletişim kurmak için dili
kullanır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özellik olan dil, aynı
zamanda temel ve en etkili bildirişim aracıdır. Genel olarak bir duygunun, bir
niyetin ilkel bir şekilde veya bir gösterge dizgesinden yararlanılarak bir
zihinden başka bir zihne ya da bir merkezden başka bir merkeze aktarılması
ulaştırılması şeklinde tarif edilebilir.
Acaba
ifadeleri nasıl anlamlandırıyoruz ? Ne
derece gerçek anlamlarında kullanıyoruz ? sonra kullanılan ifadeleri ne derece
aslına uygun anlıyoruz. Gerçi hüküm zahire göredir. Fakat değişik manaları
içeren bir ifadeyi kendi anlamak
istediğimiz şekilde mi yorumluyoruz yoksa kastettiği mana ile birlikte anlıyoruz
?
Gerek
konuşma ve gerekse yazı dilinde ifadeler
çoğu kez alanları ve mana çerçeveleri daraltılarak bir tek
anlama hasredilirler.Anlam itibariyle olağanlaşan ifade kullanılabileceği başka
anlamlar var ise de bunlardan adeta soyutlanır ve zamanla unutulmasına neden olur.Üretken
olmayan ifadenin kullanıldığı tek anlamla ilişkisi de zamanla zayıflar.
Dil
soyut kavramları ve iç dünyamızı en iyi ifade eden bir vasıtadır. Eğer dil
olmasaydı el-kol, işaret ve nesnelerle iletişim kurardık. Bu da çok ilkel bir
iletişim olurdu ve her isteğimizi anlatmaya yeterli olmazdı. Dil, tabiî bir
iletişim aracıdır.
Doğarken
bu iletişim aracını çevremizde hazır buluruz. Doğup büyüyen her insan
çevresindeki dili öğrenir. İnsan, yeteneğine ve eğitim düzeyine göre dili
kullanır.
Dil,
aynı zamanda bir kültür yaratıcısı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Çünkü duygu
ve düşüncenin tam olarak anlatılabilmesi dilin mükemmelliğine ve zenginliğine
bağlıdır. Dilin gelişip güzelleşmesi, üstün bir ifade gücüne kavuşturulması ve
zamanla daha da zenginleşerek yol alabilmesi, elbette bireylerin katkıları,
şairlerin, yazarların, düşünürlerin ve bilim adamlarının onun üzerindeki
geliştirici tasarrufları ile mümkün olabilmektedir.
Bazı
kelime ve tamlamaların aslı lugat anlamı da dahil olmak üzere taşıdığı birden çok anlam içerisinde
seçilerek terim haline alması da böyledir.Kelime gerek kökeni gerekse
kullanıldığı değişik anlamlar itibariyle ıstılah olmadan önce bütün anlamlara
aşağı yukarı aynı derecede işaret eder.Fakat bu kelime bu anlamlardan birisi için bir terim olarak
kullanıldığında kökü ve ıstılah olmadan
önce taşıdığı diğer anlamlar ancak dilbilimciler tarafından bir de kelimenin iştikakını bilen insanlarca
bilinebilecektir.
Kelimenin
ıstılahlaşması bir bakıma bilgi ve
ıstılah çemberimizin genişlemesini sağlarken
diğer taraftan şöhret bulan be
anlam diğerlerini gizleyecek ve belirli bir kelime ya da tamamlamadan zihnimizde çağrışan anlam
ve imajları kısırlaştıracaktır. Bu durumda
bir ifadeden ancak bir tek mefhum anlayacak zihnimizde yalnızca bir anlam oluşacak bu ifade üzerinde başka
anlamların var olup-olmadığını düşünmeye
ihtiyaç hissetmeyeceğiz.
Zamanla
bu da kuru ve kof bir şekle
bürünecektir. Oysa mufhumun seçenekler içerisinden düşünülerek tercih
edilmesi zihnin canlılığını korumasını sağlayacak ve ifadenin
çölleşmesine engel olacaktır.
Zira
dil, bu dünyaya ait bir gereksinim ve insanla var olan; devam eden insanın bir
etkinliğidir. Dil işlevsel olarak iki temel değer üzerine kurulur. Bunlardan
birincisi insanı ve insana ait değerleri yakalayan, saklayan ve gizleyen, örten
ve kapatan tarafıdır. Bir diğer tarafı insana ait duygu ve düşüncelerin, sevinç
ve kederlerin velhasıl insan dünyasını ilgilendiren bütün sorunların,
değerlerin açıklanması, ortaya konulması, ifade edilmesidir. Dil, insanlar için
niyetle ilgili hem bir saklanma ve örtünme, hem de bir ortaya çıkma ve açımlama
yansıma aracıdır.
Bir
milletin bütün tarihi boyunca edindiği kültürü, değer yargılarını ve hayat
tecrübelerini sinesinde toplayan, onu koruyan ve yaşatan "kutsal bir
hazine" olan dil, sadece iletişim aracı olarak düşünülmemelidir. İletişim
aracı olma niteliği yanında dilin hem birey ve hem de millet için daha önemli
olan yönü kültürel kimliği belirleyici ve koruyucu olan yönüdür. Milletin iç
dünyasını, ruhunu yansıtan dil, kişilerin mensubiyetlerinin, milletlerine olan
bağlılıklarının da belirleyicisidir.
Bilgi,
insanın en temel ihtiyaçlardan biridir. Bilgisiz insanın diğer insanlarla
paylaşacak pek bir şeyi olmaz. İletişim, hem bilgilenme hem de bilgi aktarma
anlamına geldiğinden hayatın devamı için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır .
Birey
olarak bütün kültür unsurlarımızın farkında olmak zorundayız. Millet olarak
kendi kültür değerlerimizi ihmal ediyoruz. Fakat yabancı kültürlere fazla
hayranlık duyuyoruz. Öncelikle kendi değerlerimize sahip çıkmalıyız. Her
milletin yetiştirmiş olduğu bir insan tipi vardır. Ancak köklü medeniyetlere
sahip olan milletler; çok değerli bilim adamları, eşsiz sanatkârlar, emsalsiz
edebiyatçılar istisna gönül adamları ve çok değerli dava adamları
yetiştirmişlerdir.
Türk
kültürünün de yetiştirmiş olduğu bir insan tipi vardır. Ahmet Yesevi, Mevlana,
Yunus Emre gibi gönül insanlarımız, Mimar Sinan, Evliya Çelebi, Nasrettin Hoca
ve daha birçok insan tipi Türk kültürünün içinden çıkmıştır. Kültür tarihimiz
birçok örnek insanla doludur. Bu örnek insanları iyi tanımalıyız, iyi
okumalıyız. Her şeyden önce okuyan ve okuduğunu anlamaya çalışan bireyler
olmaya gayret etmeliyiz. Aksi takdirde dil refleksimizi kaybederiz.
Okumak
için mutlaka zaman ayırmalıyız. Kelime dağarcığımızı ve bilgimizi arttırmak
için sürekli okuma çabası içinde olmalıyız.
Dil
nesiller arasında bağ kuran bir araçtır. Geçmişle bağımızı koparmamak için,
geçmişe ait eserleri okuyup anlamak gerekir.
Toplum
olarak az okuyoruz. Okumayı sevmiyoruz. Okumaya zaman ayırmıyoruz. Türk
edebiyatının köşe taşlarını çok iyi okumak gerekir. Orhun Abidelerini, Kutadgu
Biligi, Dede Korkut Hikayelerini, Mesneviyi okuyan; bununla birlikte kültür
mirasımız olan atasözleri, deyimleri, ninnileri, masalları, mitolojiyi,
destanları, okuyan anlayan bireyler olmalıyız.
Türk
edebiyatının belli başlı yazılı ürünlerinin mutlaka okunması ve bilinmesi
gerekir. Oysa cehaleti yok etmenin yolu okumaktır Bireyselleşmiş, kendini aşmış
bir kişi bulunduğu ortamda yıldız gibi parlar çevresini aydınlatır
“Men
arefe nefseh fakat arefe Rabbeh” Nefsini
bilen Rabbini bilir hadisinde bir dost doğrudan
varlık felsefesiyle ilgili olduğunu ve başka bazı kişisel bilgilerin hadisteki nefsini –kendini bilmek ifade ve ibaresinin anlamı içerisine
girmediğini düşündüğünü söylemişti.
Anlamın
bu kadar daraltılmaması gerektiğinin kanaatindeyim.İnsan varlığının anlam ve
gayesini belirlemek Allah’ın buyurduğu
gibi sadece ve sadece O‘na ibadet etmesi
gerektiğini bilmek ve kulluğunu yerine
getirmek konumundadır.
Kuşkusuz kişinin aynada gördüğü kendine ait saç ve göz
rengi boyu-postu ağırlığı vb. bir takım şekil bilgileri “kendini-nefsini bilmek”ifade
ve ibaresinin işaret ettiği bilgiden sayamayız. Mesela insanın ruhu –kalbi ya da aklı
bir takım gözle görülmeyen ancak
bazı tecellilerin müşahade edildiği kişisel hususiyetlerini bilmesi bunları değerlendirmesi İslami birer kimlik ve muhteva kazandırma
gayreti içerisinde olması bu anlam
içerisinde mutlaka bulunmalıdır.
Dili
suçlamak yerine kendi eksikliklerimizin farkına varıp bu eksikliklerimizi
gidermek için gayret etmeliyiz. Bu bağlamda dil bilincine sahip olmak için
bireyler, daha çok nelere dikkat etmeleri gerekir. İyi bir dil bilincine sahip
olmak için bireyler sürekli okumak ve eksikliklerini giderme çabası içinde
olmalıdır. Dilin kurallarını, inceliklerini anlamak kavramak bireysel bir
edinimdir. Bireyselleşmek biraz da bunu gerektirmektedir. Dil bilinci gelişmiş
toplumların milli birlik ve beraberliğini daha çok korudukları bir gerçektir.
Bunun için dil bilincini önce bireylerde geliştirmek gerekir.
Türkçe
hepimizin en kutsal varlığıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir. Şairin dediği gibi
Türkçe, ses bayrağımızdır. Bayrağımızı koruduğumuz gibi dilimizi de
korumalıyız. Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek
kuşaklardan da ödünç aldık . Her birey bu bilinçte olmalıdır.
Dile
hâkim olmak, dili iyi kullanmak için sürekli bir gayret içinde olmalıyız.
Bilmediklerimizi öğrenmeli bildiklerimizi öğretmeliyiz. Bütün bireylere
milletimizin sahip olduğu ve yaşattığı dili, bütün güzellikleri, yücelikleri ve
güzel sesleriyle öğretmek gerekir. Ancak o zaman “dilde, fikirde, işte birlik”
sağlanmış olur.
Dil
bilinci bireysel bir eylemdir. Toplum içinde yaşayan bireyler konuştukları
dilin kurallarını inceliklerini öğrenmek, bilmek zorundadırlar. Bireyler güzel
etkili ve güçlü bir Türkçe kullanmak için yaşamları boyunca bir çalışma bir
gayret içinde olmak zorundadır.
Her
bireyde dil bilinci aynı düzeyde olmaz. Bireyler ancak özel gayretlerle dil
bilincine sahip olabilirler. Bütün yaşamımız boyunca kullandığımız bu dili
neden en etkili bir iletişim aracı olarak kullanmayalım.
Dil,
insana bir şahsiyet bir kimlik kazandırır. Bireyin kendisiyle beraber taşıdığı
ve benliğine mal ettiği tarih ne kadar genişse, onun şahsiyeti de o kadar
büyüktür ve o nispette kuvvetlidir. Geçmişin en önemli araçlarından belki de
ilki dildir.
Dil
olmadan bilinç olmaz. Dil, bireysel anlamda insanın ve milli kültürün içinde
biriktirdikleri için bir araç değil, insana ait özün ve kültürün kendisidir. Bu
bağlamda dilin kaderi aslında milletin kaderiyle ilişkilidir. Milletler
ilerledikçe dil de ilerler ve gelişir; milletin sefaleti, dilde de gerilemeyi,
bozulmayı beraberinde getirir
Kelime
dağarcığımız, söz varlığımız ne kadar zengin olursa evreni kâinatı anlamamız ve
yorumlamamız o kadar zengin olur.
İnsan
günlük yaşantısında çevresiyle ne kadar olumlu ilişkiler kurabilirse, o kadar
başarılı olur; bulunduğu toplulukta sevilir, sayılır, sözü geçen, etkili bir
kişi olur; dost edinir; liderlik kertesine ulaşır. İş hayatında ve diğer
alanlarda başarı sağlar istediğini elde eder.
Albert
Einstein, “dilin sınırı beynin sınırıdır” der.
İlyas Kaplan-redfer