M. NİHAT
MALKOÇ
Bizler Peygamber Efendimizi dünya gözüyle göremedik. Bu
yüzden, çektikleri bütün sıkıntılara rağmen, sahabeleri çok şanslı insanlar
addediyoruz. Onlar hâl ve hareketleriyle bize örnekti. Peki, Allah dostları
ramazanları acaba nasıl idrak ederdi? Bunu hiç düşündünüz mü?
Her biri birer Allah dostu olan sahabeler, ramazana Recep
ayından itibaren hazırlanırlardı. Gerçi onlar on iki ay boyunca hak ve
hakikatin izinden gitmeye riayet ederdi. Ashab, ramazan ayının girmesiyle birlikte
sevinçten bayram ederdi. Onların çocukları bile ramazan iklimine girer, ona göre
davranırlardı. Çocuklarının çoğu gönüllü ramazan orucu tutardı. Oruç, sahabenin
sadece ramazanda değil; ramazan dışında da yaptığı ibadetlerin başında gelirdi.
Ashabın çoğu ‘Pazartesi’ ve ‘Perşembe’ günleri oruç tutmaya dikkat ederdi.
Sahabeler maddî sıkıntılar içerisinde kıvranmalarına rağmen
iftar sofralarına mutlaka birilerini davet ederlerdi. Onların sofraları herkese
açıktı. Kendileri sofradan gerekirse yarı aç kalkar, fakat yine de bu güzel
hasletlerinden taviz vermezlerdi. Nefislerini semirtmezlerdi.
“Kim, inanarak
ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihya ederse, geçmiş günahları
affolunur.” hadis-i şerifi sahabeleri ramazan aylarında ibadet seferberliğine
yöneltmiştir. Sahabelerin çoğu iftardan başlayarak sahura kadar ibadet ederdi.
“Gecede bir saat vardır ki, Müslüman bir kimsenin Allah’tan, dünya veya ahirete
müteallik bir hayır talebi, o saate rastlarsa, Allah dilediğini ona mutlaka
verir. Bu saat her gecede vardır” hadisi
de sahabeleri geceleri ibadete sevk etmiştir.
Onlar gece boyunca Kur’an-ı Kerim okur, teheccüd namazları kılarlardı.
Dillerinden Hakk’ın mübarek adları düşmezdi. Zikir onların hayatlarında olmazsa
olmaz ibadetlerden biriydi. Malayani konuşmaktan özellikle sakınırlardı.
Bu mübarek ayda ashab diğer zamanlardan daha sık umre
yapardı. Zira Peygamberimizin “Ramazan ayında yapılan umre tam bir hac sayılır; yahut da benimle
birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar” sözü onları heyecanlandırarak
yollara dökerdi.
Sahabelerin maddî güçleri sınırlı olsa da ellerinde ne
varsa sadaka olarak verirlerdi. Çünkü onların tartışmasız tek rehberi olan Hz.
Muhammed(sav) ramazanda verilen sadakanın en makbul sadaka olduğunu söylemişti.
Onlar zekâtlarını da bu mübarek ayda verirlerdi. Fakat verirken gizliliğe
riayet ederlerdi. Günümüzde ne yazık ki buna pek dikkat edilmiyor. Bugünkü zenginlerin
bir kısmı yardım edecekleri gün basın mensuplarını çağırıp hayırlarını reklam
malzemesi yapıyorlar. Böylece elde edecekleri sevap büyük ölçüde zayi oluyor.
Sahabe-i Güzin, fakirleri zenginin sırtında bir yük olarak
değil; kendisine sevap kazandıracak bir velinimet olarak görürlerdi. Fıtır
sadakası özellikle bayramdan evvel verilmeye gayret edilirdi. Böylece
garibanlar bayrama neşe içerisinde girerlerdi. Onların da yüzü gülerdi. Fakirler
eziklik yaşamazdı. Bayram bu haliyle herkes için bayram olurdu.
Bilindiği gibi ramazanın içinde “bin aydan daha hayırlı bir
gece” olan mübarek ve muazzez Kadir gecesi vardır. Bu gece, ramazanın içinde
gizli tutulmuştur. Fakat son on günün gecesinde olma ihtimali daha yüksektir.
Bunu bilen sahabeler ramazanın son on gününde itikâfa girerdi. O gecelerin
hepsini Kadir gecesi bilirlerdi. Resulullah’tan böyle görmüşlerdi.
Bu anlattıklarımızdan şu anlaşılmasın: “Sahabeler ramazanda
dünya işlerini bırakırlardı?” Böyle bir şey söz konusu bile değildir. Onlar
dünya ve ahret hayatında hep dengeyi gözetmişlerdir. Ölçü üzere yaşamışlardır;
ifrat ve tefritten özellikle sakınmışlardır.
Sahabeler ibadetlerini aslında on iki aya yayarlardı.
Ramazanda ibadetleri çok daha yoğunlaşırdı. Fakat günümüzde bazı insanlar sadece
ramazanda ibadete yöneliyor, ramazan çıkınca bırakıyor. Biz buna tabir caizse
“Ramazan Müslümanlığı” diyelim. Yanlıştır bu!..
Bizler asrısaadette yaşa(ya)madık. Bunu belki bir
şanssızlık olarak görüyoruz. Gerçi o devirde ‘Hz. Ebubekir’ olma ihtimalinin
yanında ‘Ebu Cehil’ olma ihtimali de vardı. Bizler el ele gönül gönüle verirsek,
bir ve beraber olup birbirimizi Allah için seversek bu çağı da asrısaadete
çevirebiliriz. Yeter ki inanalım ve inancımızı azim ve gayretimizle besleyelim.