M.NİHAT MALKOÇ
Güzel dünyamızı kan gölüne döndüren savaşların insan
ruhundaki tahribatı sanıldığından çok daha büyüktür. Bu savaşlarda yakınlarını
kaybedenlerin iç dünyalarına ayna tutulabilse o aynada kim bilir ne büyük yanardağlar
görülür. Çünkü nerden bakarsanız bakın savaş maddî ve manevî bir yıkımdır;
ruhların infilâkıdır. Atatürk’ün “Ulusun yaşamı tehlikeyle karşı karşıya
kalmadıkça savaş bir cinayettir”
sözü bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Ortalığın kan gölüne döndüğü Çanakkale, Türk tarihinin
dönüm noktalarından biridir. Türk milleti için adeta ikinci bir Ergenekon’dur.
Bu kanlı coğrafyada emperyalistlere unutamayacakları bir ders verilmiştir.
İngilizler, Yeni Zelandalılar, Avustralyalılar ve onların işbirlikçileri burada
bir milleti boğmak istemiştir; tertemiz bir coğrafyayı kana bulamışlardır.
İslam’ın haremine girmişlerdir. Fakat serdengeçti cengâverlerimizin
kahramanlıklarıyla ve Rabbimizin inayetiyle şer güçler bozguna uğrayarak
ölenler ölmüş, kalanlardan canını kurtarabilenler geri dönmüşlerdir. Hilal
gönderde dalgalanırken, Haç boynunu bükmüştür.
Bir milletin ölüm kalım mücadelesi olan Çanakkale, Türk
edebiyatının şaheserlerine konu olmuştur. Şairler ve yazarlar Çanakkale’den
ilham alarak eserler vücuda getirmişlerdir. Bu hüzün coğrafyasını nice kalem
erbabı eserlerine yansıtmıştır. Kalemlerde mürekkep yerine, adeta gözyaşı
kullanılmıştır. Böylece bizde de bir savaş edebiyatı oluşmuştur.
Acıların, hüzünlerin ve ayrılıkların kol gezdiği savaşlar;
hammaddesi duygu olan edebiyatın vazgeçilmez malzemeleridir. Bu yüzden birçok
milletin savaş edebiyatları mevcuttur. Bu milletlerden biri de Türklerdir.
Bizim de zengin sayılabilecek bir savaş edebiyatımız vardır. Çünkü şanlı
milletimiz tarih boyunca cepheden cepheye koşmuş, emsalsiz zaferler
kazanmıştır. Yaşananların hissiyata yansıyarak kalıcı olması ve gelecek
nesillere aktarılması için bu zaferler ve hezimetler edebî eserlerde sıkça işlenmiştir.
Türk
edebiyatına en çok konu olan tarihî dönemeçlerden biri de yedi düvele karşı
kazandığımız Çanakkale Zaferi’dir. Bu zafer Osmanlı’nın sonsözü olsa da, yeni
Türkiye’nin bir anlamda Önsöz’üdür. Bu eşsiz zafer, edebiyatımızda çok farklı
ve özel bir yer tutar.
Kanla yazılmış bir destandır Çanakkale… O büyük savaştan
sonra gökler barut, toprak kan kokmuştur uzun zaman. Küllerinden doğmuştur
ateşe verilmek istenen vicdanlar… Ecnebiler
ne kadar çırpınsa da şanlı bayrağı gönül gönderinden indirememişlerdir.
Tevhidin emaresi olarak minarelerden okunan ezanı susturamamışlardır. Asım’ın
tertemiz neslini yıldıramamışlardır. Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i bu cephede
omuz omuza vererek tertemiz kanlarıyla şanlı bir destan yazmışlardır. Bu zafer
tarihe sığmayacak kadar büyüktür. Onun içindir ki Çanakkale Zaferi,
şairlerimizin şiirlerinin vazgeçilmez konularından biri olmuştur.
Hakkında
en çok şiir yazılan zaferlerden biridir Çanakkale… Birçok şairimiz bu mühim
zaferi şiirlerinde ebedileştirmiştir. Bu şairlerin başında hiç şüphesiz ki
Mehmet Akif Ersoy gelmektedir. Çanakkale’de ölümüne savaşan askerlerimizin asil
ve dik duruşunu onun kadar güçlü anlatan başka bir şair yoktur. İstiklal
Marşı’nı yazarak milletine hediye eden Millî Şair Mehmet Akif, Hilâl’in Salip’e
karşı kazandığı Çanakkale Zaferini de destanlaştırmayı ihmal etmemiştir. Onun
“Çanakkale Şehitlerine” adlı muhteşem eseri, kelimenin tam anlamıyla bir şiir
anıtıdır. Bu harikulade şiir, o
sıkıntılı günleri bizlere tekrar yaşatır. Bu şiiri okurken tüylerimiz adeta
diken diken olur; kalbimiz göğüs kafesimizden taşmak ister. Sanki kıyama durur
kelimeler… Sözlerin her biri millî bir ruha bürünür. Mehmet Akif, Çanakkale kahramanlarına yazdığı
bu emsalsiz şiirde bu zor savaşı kelimelerle şöyle canlandırmıştır:
“Ölüm
indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene,
parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak
sağnak.”
Çanakkale Savaşı; Türklerin esaret zincirlerini kırarak,
özgürlüğün ufuklarına kanatlandığı, hürriyetin bedelini kanlarıyla ve
canlarıyla ödediği bir savaştır. Çanakkale kıpkızıl akşamların aydınlık
fecirlere döndüğü kutlu bir seherdir. Çanakkale ruhunu en iyi anlatan
şairlerden biri de Necmettin Halil Onan’dır. Onun Gelibolu yamaçlarında
yazdığını söylediği “Bir Yolcuya” adlı şiiri, kısa olmasına rağmen Çanakkale
ruhunu en iyi yansıtan şiirlerden birisidir. Bu derin şiir, günümüzde Çanakkale
sırtlarına yazılmıştır. Çanakkale sıradan bir toprak parçası değildir Onan’ın
gözünde. Zira bu topraklar kanla yoğrulmuştur. Bir milletin nabzı atmaktadır bu
topraklarda. Geçmişin daima hatırlanmasını isteyen şair Necmettin Halil Onan,
bu şiirinde Çanakkale’den gelip geçenleri şöyle uyarmaktadır:
“Dur
yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sâkit yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”
Türk’ün ateşle imtihanıdır Çanakkale… Düşmana mezar
olmuştur bu kutlu topraklar… Burada kara toprak yatak, masmavi gökler yorgan
olmuştur kınalı kuzulara. Seyit Onbaşılar burada Allah’ın sonsuz inayetiyle
imkânsızı mümkün kılmışlardır. Burada bir tümene bedel olan Yahya Çavuşlar,
binlerce askerden oluşan İngiliz birliklerini durdurma cesareti
göstermişlerdir. Çanakkale ile ilgili şiir yazan şairlerden biri olan Behçet
Kemal Çağlar, “Çanakkale Destanı” adlı şiirinde Çanakkale’yi “Mahşerin dünyada
kurulduğu yer” olarak nitelemektedir. Çağlar, şiirinin devamında Çanakkale’yle
ilgili şunları söylemektedir:
“Ejder
ateş salan arslan böğrüne,
Timsah diş saplayan insan bağrına
İstanbul denilen canan uğruna,
Yüz bin canın yere serildiği yer...”
Türk’ün geçit vermez kalelerinden biri olan Çanakkale’yi
şiirlerinde ebedileştiren şairlerden biri de Beş Hececilerden biri olan Faruk
Nafiz Çamlıbel’dir. O, “Çanakkale” adlı şiirinde bu savaştaki güçlerin
orantısızlığına vurgu yapmaktadır. Bizim askerlerimizin mızrakla, okla ve yayla
savaştığını, düşman ordularının güçlü bir kara ve deniz ordusuna sahip olduğunu
dile getirmekte ve “Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla” demektedir.
‘Ölüme davet’ olarak da niteleyebileceğimiz amansız bir
savaştır Çanakkale... Korkusuz Türk askeri, her şeyi göze alarak bu davete
icabet etmiştir. Ölüm, ölümsüzlüğe uzanan bir köprü olmuştur onlar için... Çanakkale
Savaşı’nda bizim toplarımız düşmanların koca donanmasıyla, tüfeklerimiz
düşmanın bataryalarıyla başarılı bir şekilde mücadele etmiştir. Neticede
yüreklerdeki pörsümez iman, çelikten alaylara galebe çalmıştır. Çamlıbel,
Çanakkale’yi ‘silahın inançla sövüştüğü yer’ olarak tanımlamaktadır. Faruk
Nafiz Çamlıbel’in dizelere can kattığı ve kanat taktığı “Çanakkale” adlı bu şiiri şu dörtlükle
başlamaktadır:
“Övün, ey Çanakkale, cihan durdukça övün!
Ömründe göstermedin bin düşmana
bir düğün.
Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün,
Başına yüz milletin birden üştüğü yersin!”
Çanakkale
Zaferi sadece şairleri değil, padişah Sultan Reşad’ı da heyecanlandırmış, onun
bu zaferle ilgili gazel yazmasına sebep olmuştu. Bu gazele zamanında yüzlerce
tahmis yazılmıştır. Yahya Kemal Beyatlı da Sultan Reşad’ın bu gazeline tahmis
yazanlardandır. Beyatlı’nın “Tahmis-i Gazel-i Hümayun” adlı şiirinin ilk
bölümünü paylaşmak istiyorum:
“Cepheden
topları ejder gibi bârû-efgen
Arkasından gemiler bir sürü dîv-i âhen
Gökde tayyârelerinden saçarak nâr-ı
fiten
Savlet etmişdi Çanakkal‘aya bahr ü
berden
Ehl-i İslâmın iki hasm-ı kavîsi birden”
Dağların, taşların tekbir sesleriyle inlediği yerdir
Çanakkale… Tek dişi kalmış bir canavarın kanaryaya alçakça saldırısıdır.
Hepimiz bu savaşın muhatabı ve mağduruyuz. Zira Çanakkale Savaşı’nda hemen her
evden bir veya birkaç kişi şehit olmuştur. O büyük yaralar, aradan bir asra
yakın zaman geçmesine rağmen kabuk bağlamamıştır. Bugünkü neslimiz o tertemiz şehitlerin
soyundandır. Bu sebeple mayası temizdir neslimizin. O nesil tertemiz kanını katmıştır al bayrağa. O
neslin torunları var oldukça bu bayrak hep dalgalanacaktır.
Şairler Çanakkale’deki ulvî hissiyatın tercümanı
olmuşlardır. Bu büyük cephede yaşanan acıları ve zaferden sonraki tarifi
imkânsız mutlulukları şiirleriyle ebedileştirmişlerdir. Çanakkale’yi
şiirlerinde işleyen şairlerden biri de Enis Behiç Koryürek’tir. O, dünyayı
‘alçak’ olarak niteleyerek şehitlere ‘Günahkâr
gözyaşım layık mı size?” diye soruyor. O, “Çanakkale
Şehitliği’nde” adlı şiirinde mübarek kanlarıyla toprağı sulayan yiğitlere şöyle
seslenmektedir:
“Ey şimdi köyünden pek çok uzakta
Ey
şimdi bir yığın kara toprakta
Uyanmaz uykuya dalan yiğitler!
Şehitlik şanını alan yiğitler!..”
Çanakkale, vatan sevgisinin en ileri noktasının somutlaşmış
hâlidir; faniliği aşıp bakiliğe erişmektir. Çanakkale’yi layıkıyla anlamak için
yüreklerin imanla ve ihlâsla çarpması zaruridir. Şehitlik çok büyük bir manevî
makamdır; uhrevî saltanatların en güzelidir. Allah-ü Teâlâ şehitler için “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin.
Onlar diridirler fakat siz farkında değilsiniz” diyor. Bu ne büyük bir mükâfattır şehitler için... Şehitliğin
bu manevî cephesini hakkıyla bilmeyenler, o savaşta ölenlerin yüce gayesini elbette
ki anlayamazlar.
Merhum Mehmet Akif Ersoy’un yakın dostu olan Mithat Cemal
Kuntay’ın da Çanakkale’ye dair şiirleri vardır. O da Çanakkale’yi, yazdığı
şiirlerle ifade etmeye çalışmıştır. O da Necmettin Halil Onan gibi Çanakkale
topraklarına destursuzca girilmemesi gerektiğini, orada ölenlere, o topraklarda
yatanlara saygı, sevgi ve hürmet gösterilmesini ısrarla ister:
“Basma,
sahilleri hep insan eti
İki yüz bin ölünün iskeleti.
Basma, ta Ankara’dan tut da Van’ın
Yıkılan namütenahi yuvanın
Canlı enkazı olan evlâdı
Bu sevâhilde geçen yel kanadı.”
Çanakkale, sadece ‘yedi düvel’ diye tabir edilen düşmanla
değil, yoklukla ve yoksullukla da savaşılan bir yerdir. O zamanlar askerlerimizin
sırtında paltosu, ayağında potini yoktu.
Kışa, soğuğa ve ayaza karşı da bir büyük mücadele verilmiştir Çanakkale’de…
Fakat söz konusu olan vatansa gayrisi onlar için teferruattan ibaretti.
Bunların hepsi aşılırdı, nitekim de aşılmıştır. Onların bu fedakârlıkları
neticesinde Çanakkale Boğazı geçilememiştir.
Çanakkale’de ölümüne savaşarak şahadet şerbetini içenler,
son damla kanları akana kadar savaşanlar, Mehmet Akif’in ifadesiyle ‘Asım’ın
Nesli’ydi. Onlar helal süt emmişlerdi analarından… Yurdu yavuklu bellemişlerdi.
Onlar cefakâr analarının besleyip büyüttüğü, sonra da asker ocağına gönderdiği
kınalı kuzulardı. Onun içindir ki namuslarını çiğnetmediler. Onların torunları
olan bugünkü gençler de o şanlı bayrağı gönderden indirmeyecektir. Bu millet ve
bu gençlik, zor zamanlarda toparlanmasını, bir ve beraber olmasını,
kenetlenmesini çok iyi bilir. Tarihimiz bunun şanlı örnekleriyle doludur. Sözün
bu noktasında Çanakkale’de şehit düşerek ruhlarını ölümsüzleştiren cennet
erlerine Akif’in şu mısralarını sunuyorum: