‘Eski komşumuz Seher Hanım dün akşam vefat etmiş.’

Annem bu cümleyi ‘Akşam yemeği hazırladım’ veya ‘Bugün pazara gideceğim’ der gibi söyledi. Tonlaması o kadar normaldi ki bir an için kurduğu cümlenin manasını kavrayamadım, elimdeki kahve tepsisi hafifçe titrerken içimden tekrar ettim. ‘Seher teyze vefat etmiş, Seher teyze…’ Kahveler bardaktan biraz taşarak altlarındaki küçük tabaklara döküldüler, bakır tepsi olması gerekenden daha yüksek bir sesle orta sehpaya oturdu.

Annem eteğini düzelterek öne eğildi ve kahvesini aldı, ‘Eline sağlık kızım.’

Annemin gamsızca kahvesini yudumlamasını sessiz sedasız izlerken gözümün önünden Seher teyze geçiyordu. Eski apartmanımızdaki yan komşumuz, bakımsız saçlı, kilolu, uzun boylu, dul Seher teyze. Evinden bir markete gitmek için çıkan, gözleri hep uzaklara dalan. Nefesimi tuttuğumu fark ediyorum.

Ben okuldan eve gelirken bazen Seher teyzeyi görürdüm. Bana bakınca ruhsuz gözlerine bir ışık yerleşir, ‘Merhaba kızım Figen!’ derdi. Dokuzuncu katta otururduk ama ben asansöre binmekten çok korktuğum için o dokuz katın tamamını yürüyerek çıkardım. Eğer eve gelirken yolda güzel bir çiçek görürsem de o çiçeği koparıp, dokuz kat yukarı elimde taşıyarak anneme götürürdüm. Ama bir gün Seher teyze bana, ‘Figen kızım, neden bana hiç çiçek getirmiyorsun?’ demişti. O zaman bir ona bir de anneme çiçek götürmeye başladım, çok hoşuna gitti. Seher teyze zaten kendimi bildim bileli bana bir başka bakardı, ilk göz ağrım, bir tanem derdi. Ama benim onda sevmediğim bir şey vardı hep. Sevmemek denemez belki ama, ürkütücü bulduğum bir şey. Ancak kimse bunu ona söylememe izin vermez, mazur gör kızım derlerdi. Ama ona söylemeyi çok istemiştim, benim adım Figen değil!

Hiç unutmam, o gün beden eğitimi dersimiz vardı ve o kadar yorulmuştum ki sanki bacaklarımın içinde ince bir telin titrediğini hissediyordum. Dokuz kat merdiven çıkmayı gözüm kesmemişti, bende derin bir nefes alıp apartmanımızın arada bir kat arasında kalan, gıcırtılar çıkaran, eski asansörüne bindim. Asansör hareket etmeye başladığında dokuzuncu kata kadar sağ salim çıkabilmem için dua ettiğimi hatırlıyorum. Ama korktuğum başıma geldikten sonrası o kadar bulanık ki… Asansör durduğu anda kalbimin sıkıştığını ve küçük vücudumun yay gibi gerildiğini hatırlıyorum. Asansörün tam olarak nerede kaldığını hatırlamıyorum, sanırım kat arasında değildim, ancak kapı açılmıyordu. Telefonum yoktu, ‘Yardım edin!’ diye bağırıp kapıcının gelmesini umarken tek gördüğüm, yarısı buzlu camla kaplı asansör kapısının ardında gördüğüm silüetti. Silüet bile denemez, karartı gibi bir şey.

Büyük bir patlama gibiydi, çok kısa sürdü. Birkaç saniye kadar kısa. Ona rağmen bunca zamandır kırılmış buzlu camın altından fışkıran ince metal telleri ve duyduğum o çığlığı unutamıyorum. ‘Figen! Kızım!’ Kendini yırtarcasına bağırmıştı Seher teyze, oluk oluk kanayan eliyle beni kırılmış buzlu camın arasından kendine çektiğinde kucağına düştüğümü hatırlıyorum. Cama yumruk atarak beni o kabustan kurtardığını ancak birkaç dakika sonra algılayabilmiştim. Seher teyzenin elinden koluna doğru kan akıyordu, konu komşu kim varsa çevremize toplanmış, birileri ambulans çağırıyordu. Yukarı kattan aşağı doğru inip yanımıza gelen bir kadın gördüm, annemdi. Seher teyze eli deli gibi kanamıyormuşçasına sakin görünüyordu, beni kucağına alıp ayağa kalktığında kulağıma fısıldadı, ‘Korkma Figen kızım, ben buradayım…’

Ambulans gelip Seher teyzeyi götürene kadar annem beni kucağına almaya veya benimle konuşmaya bile yeltenmedi. Ancak her şey sakinleşip Seher teyze ambulans görevlileriyle gidince annemle apartmanın önünde konuştuğumuzu hatırlıyorum. Annem her zamanki soğuk ama kararlı ses tonuyla konuşuyordu, ama bu sefer elimi sıkı sıkı tutması onun da tedirgin olduğunu açıklıyordu bana.

‘İki yıl önce, sen çok küçüktün hatırlamazsın, Seher Hanımın kocası bir araba kazası yaptı. Hemen bizim apartmanın önünde. Çok kötü kızım, çok kötü hem de. Seher Hanım ve eşinin bir kızı vardı, seninle yaşıt, adı Figendi. Adama bir şey olmadı da, karanlıktı, görmemiş işte. Figen apartmanın önünde oyun oynuyormuş. Kızı hastaneye götürdüler de, kurtaramamışlar. Kocası gitti, Seher Hanım da bizim Seher Hanım oldu işte.’

Annemle apartmandan içeri girdik, merdivenleri çıkarken hala elimden tutuyordu. ‘Eve gidince sana büyük bir bardak su içireceğim, korkmuşsundur. Ondan sonra da doğru ödevinin başına, anlaştık mı?’ Annem hep böyleydi işte. ‘Hayat devam ediyor’ sözünün, ‘Ölenle ölünmez’ sözünün vücut bulmuş haliydi. Bu yüzden çok severdim onu, böyle güçlü oluşunu.

Annem kahvesinden bir yudum daha alırken bana baktı, ‘İyi misin canım?’

Ama Seher teyzeyi de severdim. O beni nasıl kızı gibi sevmişse, ben de onu annem gibi görmüşüm demek ki. Figen olduğumu zannettiği için korumuştu belki beni ama yine de deli cesareti gerektiren, asla unutamayacağım bir şey yapmıştı benim için. Çocukluk işte, annelik böyle bir şey mi diye düşündürmüştü bana. Elinden gelse buzlu cama yumruk atıp çocuğunu korumak gibi. Kim bilir, belki de öyle bir şeydir annelik.

‘Ruhu şâd olsun, Seher teyzenin yani. Ve Figen'in.’ 

Soğumuş kahvemi elime alıp içmeye başladım.

 

 

 

( Buzlu Cam başlıklı yazı Gamze Bal tarafından 4/27/2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.