Bir yerde okumuştum. Akşam yemeği masasında annelerinin bir noktayı kaçırmasındaki 'aptallığa' babalarıyla göz göze gelerek gülüşmek bile küçük kızları annelerinin kaderinden kurtaramazmış.
İstanbul'un en eski semtlerinden birinde yürüyorum. Tıpkı tek dostum
Elçin gibi kaldırım taşları yıpranmaktan mahvolmuş, soğuktan kurumuş, buna
rağmen zerafetlerini korumaya çalışıyorlar. Yıkılmak üzere gibi duran evlere ve
tarihi binalara bakarken içlerinde geçen sonu gelmiş onlarca hayatı düşünüyor ve onları tanıyormuş gibi hissetmekten kendimi alamıyorum.
Burada gençlerin eğlencesi okey oynamak, renkli aydınlatmalarla süslenmiş
kafeye geçerken Elçin bakır saçlarına dağınıklığını toparlayabilecekmiş gibi dokunuyor. Çayın tadı yavan, ışıklar gözlerimi ağrıtıyor. Masamızdaki
arkadaşlar kendi aralarında konuşuyor, Elçin’i de katıyorlar ama oralı olmayınca
vazgeçiyorlar. Oysa ben onun sigarasının dumanını, içindeki hüznü uzaklaştırmak
istercesine üflediğini görüyorum. Tahta masanın kirli çatlaklarında kalbinin
kırıklıklarını görüyor gibi bir hali var.
‘Sigara içtiğimi Eren’e söylemeyin’ diyor, nişanlısı Eren. Çok kızarmış. Ezbere okunan sıkıcı kelimeler gibi dökülüyor ağzından bu sözler. Sohbet uzarken Elçin'in saçları kafenin camlarından içeri sızan rüzgarla havalanıyor. Saçlarının hareketlenmesinden cesaret almış gibi kalkıyor masadan. Garipsemek bir yana, onu fark etmiyor bile bayat çaylarını yudumlayan arkadaşları. Kapıdan çıkıp İstanbul'un buz gibi ayazıyla karşılaşıyor, bir an için gelecekten umutlu, bakıyor bu şehre, havasını içine çekerek.
‘Elçin, telefonun çalıyor’ Telefonumu gösteren ele baktım. Uykudan uyanmış gibi gözlerimi açmaya çalışırken telefonu kendimi zorlayarak açtım. Bu kopmalar ne zaman bitecek bilmiyorum. Arayan Erendi. Telefonu kapattıktan sonra yorgun sesimle ‘Ne zaman geleceğimi soruyor’ dedim masadakilere. Akşam yemeği hazırlamam gerektiğini hatırlatıyor, kendisi yapmayacağını söylüyordu. Çıkıp gittiğimi hayal ettiğim kafenin kapısına baktım. Gitsem de istediğim gibi yok olamazdım, bu yüzden gitmediğime ikna ettim kendimi. Ama aslında bende o cesaret yoktu.
Havadan sudan mevzular konuşurken bilincim uçar gibi oluyordu
yine. Benden ayrılmış bir Elçin yeniden saçlarını düzeltti, yeniden Eren’den kısaca bahsetti, yeniden
dinledi arkadaşlarının konuştukları tekrar eden saçmalıkları. Bedenim kadim İstanbul’un bir
yerindeki o masadayken bense mutsuzluğumun uyuşturduğu aklımı düşünüyorum. Çaresizce yitirmek
üzere olduğum aptallaşan beni. O gördüğüm harabe evlerden ve içindeki bomboş
hayatlardan birinin, gelecekte bir gün ben ve Eren olacağını hissediyorum.
Tıpkı annem ve babam gibi. Oysa ben çok farklı olurum sanmıştım.
‘Elçin! Niye bu kadar dalgınsın?’ Masadan kalkıp gidiyorum.