YALNIZ ADAMIN HİKÂYESİ
NİHAT ÖNER
Kasıp kavuran bir rüzgarın uğultuları arasında yapayalnız kalmış gözü yaşlı bir adamın hikayesi... Dudaklarında papatya gibi açan tebessümler bir buket olmuş. Gam ve keder yüklü yüreğime armağan olarak sunulmuş bir buket.
Gökyüzünün başı yücelerde, etekleri yere daha yakın. Başı ve etekleri arasında bulutlanmış çehresinden kara topraklara yağmur suyu serpen elleri... Şefkat ve merhamet yüklü elleri... Eteklerden olmasa yere inen yağmurlar yedi kat yerin dibine göçecek belki. Serpile serpile inen yağmurları süzmeyi bekleyen göğün eteklerindeki nezaket, göz ve gönül kamaştırır boyutta.
Rüzgarların ortasında çaresiz kalmış gözü yaşlı adamın yanaklarından süzülen yağmur mu, kendi gözyaşları mı? Yanaklarına derin hatlar çizen sular geçtiği yollarda izler bırakmış. Belki adamın yazısı. Rabbim eylemlerini bilmiş de yazmış.
Gururlu başıyla gök şaklayıp gürlerken, yaratıcısına karşı son derece itaatkar, son derece edepli! Gökyüzü aynı zamanda alabildiğince cömert. Onda çocuklar uçurtmalarını uçurur, büyükler oyuncak uçakları ve helikopterleriyle gezintilere çıkarlar. Ağaçlar göğü kıble edinir. Yürürken başlarımız göğe bakar. Şehadet kelimesi getirdiğimizde parmaklarımız göğe dikilir. Yerden göğe, gökten yere sürekli bir akım oluşur.
Yapayalnız kalmış adamın dua için açtığı avuçlarına gökten bereket ve kabul dolar. Gök derin bir boşluk. Gök direksiz bir yükselti. Yoğun bir atmosfer. Göğün ve yerin sahibi gökten melekler indirir yeryüzüne. Kullarını rızıklandırır yere düşen yağmurların eliyle.
Yapayalnız kalmış adam neden güleç bir yüz taşır. Ağlayan gözlerle gülen tebessümler dağıtan dudaklar örtüşür mü? Somurtması gerekmez mi? Surat asma hakkına sahip değil mi? O halde neden tebessüm?
Rüzgar uğultularıyla yürek hoplatır, kasıp kavururken papatyalar ne arasın gam ve keder yüklü yüreğin yüzeyinde. Önüne katıp dağıtmaz mı, sürükleyip kökünden sökmez mi rüzgar?
Hangi güçtür yalnız adamı bu güzelliğe zorlayan. Onu güzel hasletlere büründüren moralin kaynağı nedir? Yalnız adamın başı üstünde yükselen gök gürleyip şakladığı zaman, kıyametler koparırcasına renkli gürültüler yaydığı zaman, yüreği kime sığınır? Küçücük yüreği büyük bedenine sığmaz olduğunda bedeni nereye sığar?
Kestane rengi gözleri baktığı yeri yakar, yalnız adamın. Herkes onu yalnız bilir. Yaşadığı her yerde yalnız kalmaya mahkum olmuştur. Öyle ileriyi gören gözleri var ki, onun gördüğünü göremeyenler onu görmez sanır. Onun bildiğini bilmeyenler, onu geri ve cahil sanır. Onun görüp bildiğini, gamı ve kederi zevk ü sefaya satan insanlar görüp bilemez. Onlar yalnız da görünmezler. Kalabalık ve gürültülüdürler. Gölgelerinden bile sesler gelir. Boşturlar... Yürekleri daracık ve küçücük olduğu için akıl edemezler. Yüreklerini genişletmeyi de düşünmezler. Yüreklerini genişletmeyi düşündüklerinde, onlar da yalnızlığa itilir, toplumdan tecrit edilirler. Etiketlenip kasıp kavuran rüzgarların dişlileri arasında gam ve kedere kurban edilirler. Zevk ve sefa hayatı onlardan boşanarak yeni gönüllülerin peşine takılır.
Yalnız adam, yalnız değildir. Onun gibi yalnızlığa mahkum edilmiş yalnızların sayısı az değildir. Yalnız rüzgar değildir, kasıp kavuran ortamlarda, tek başına kalmışları süründüren. Gözü yaşlı adamın gülen yüreğine gözünü dikmiş yüreksiz bedenler de bu işe ortak. Yaşlı gözlerine gözünü dikmiş, görmeyen gözlerle hayata bakan gözsüz beden sahipleri de...
"Bunlar sağırdırlar, kördürler ve dilsizdirler. Artık girdikleri yoldan geriye dönmezler." (Bakara, 2/18)
Buruk kalbiyle hüznü içinde taşır. O asla mahzun olmayacaktır. Dünü, bugünü ve yarını kucaklayan adam, boş bir gaye uğruna nefes tüketmez. Yaşadığı her saniyenin hakkını verir. Bakıp görmesi, işitmesi, konuşması, düşünmesi, yemesi ve içmesi onu kutsal cennetlere itip taşıyan ulvi gayelere matuftur.
Dikenli tellerle çevrilmiş her türden, her renkten çiçeğin bulunduğu, güllerin kokularını takınıp alımlı alımlı çalım attığı yeşiller dolusu bir bahçe... Zerafet alabildiğince. Bahçeye yanaşıldıkça insanı büyüleyen gizemine alan kokular, yeryüzünün bütün çirkinliklerini örtecek boyutta. Bahçeye yanaşıldıkça hissedilen güzel kokuların yanında, feryadı göğü yeri inleten bahçıvanın çırpınışları da hissediliyor. Bahçıvan mahkum edilmiş. Bugüne kadar çiçek yetiştiren, gül yetiştiren adam bir ağaca sıkıca bağlanmış, esir edilmiş. Yetiştirdiği eserler, gözlerinin önünde bir bir yok olacak. Ve sen bunu seyredeceksin der gibi, birilerince bağlanmış bahçıvan. Feryat eder bahçıvan. Bahçıvan yaralı. Bahçıvan gözü yaşlı ve yapayalnız.
Yalnız bahçıvan değil, gözü yaşlı olan. Bütün çiçekler, güller, sümbüller gözü yaşlı. Hepsi yek-ahenk ızdırap içinde ağlıyor. "Bundan böyle çiçekleri kim sulayacak? Kim bakacak bu harikalara? Hepsi gözlerimin önünde bir bir kuruyup yok olacak" diye düşünen bahçıvan, korkunç bir işkence çeker.
Çiçekler teselli verir gibi bahçıvana selam verir.
Yeryüzü bahçesinin bahçıvanları yalnız... Bağlı... Çocuklar, kadınlar, gençlerden oluşan dünya çiçekleri yeryüzünü süsleyen güzel varlıklar. Onları büyütüp bakımlarını yapacak bahçıvanlar yalnızlığa mahkum edilmiş. Boyunları bükük, garip ve gözü yaşlı. Gül yetiştiren adam gönülsüzlerin okuna hedef... Namlusuna... Gül yetiştiren adam; gençlerin, gözleri önünde bir bir solmalarına tahammül edemez. Gençlerin soysuzlaşmalarına, edepten bigane, dinden beri, hayadan öte olmalarına yüreği dayanmaz.
Bahçıvan boynu bükük hüzün içinde kıvranırken, bileklerini mosmor kılan iplerin arasından başını çıkaran sarmaşıklar bağlı bilekleri çözerek özgürlüğüne kavuşturur sahibini. Bahçede ne varsa sürüne sürüne, toprağı yararak bahçıvanın dört bir tarafına toplanmış ve ona yaslanmışlardı. Tohumlarının, sularının vs.'nin parasını patron ödemiş olsa bile, bahçıvan kadar değeri yoktur onların nezdinde. Şefkat ve merhamet okyanusudur bahçıvan. Onu ağaca bağlayıp, işkenceyi reva gören kimdir? Bahçıvan gül koparmadı diye, onları sonsuz bir sevgiye boğup kendisine bağladı diye böyle mi yapılmalı?
Hayatları bir sineğin hayatına eş kılınan, kanları ve canları ucuz kılınıp basit sebeplerden dolayı yaşamlarından koparılan insanoğlu, bahçıvansız. Bahçıvan bağlı... Feryad u figan eder lakin işitilmez. Bahçıvan kayıp. Bahçıvan ağaca değil, dünyanın künhüne bağlı.
Yeryüzünde bir eser bırakmak için bahçıvan olabilmek gerek. Bahçıvan gözü pek, mert, pek yürek olmalı. Duygusuz, gönülsüz ve ürkek olmamalı. Kan ağlayan, acılar içinde kıvrım kıvrım kıvranan yeryüzüne yeniden hayat verecek bahçıvanlar gerek. Toprak kurudu, çiçekler soldu. Nerede bahçıvan?
Gül yetiştiren adam olmak... Yalnız da olsa, gözleri yaşlı... Yağmurlarla taransa saçları... Yüreği geniş adam, nefesi geniş adam olmak... Erdem bu.
Bakılmayan bahçenin hali ne olur? Yabani otlar, dikenler bürümez mi? En evcil otlar bile yabanileşmez mi? Bahçemiz bahçıvansız kalalı nesil her türlü yanlışın kucağına oturdu. Maddi ve manevi hastalıklar isim isim... Benliklerinden sıyrılıp yeni kimlikler edinen evlatlar türedi. Ve bahçıvan ne işle meşgul... Elinde aynası ve tarağı, yumuşacık koltuğu, sallanan sandalyesi, çekleri, senetleri, ortaklık hisseleri... Bahçıvan, nene gerek bu geçici hevesler! Sen bahçeni terk edeli, adsız nice dikenler doldu al, pembe, beyaz güllerin toprağına. Gül, kanadı. Çiçeklerin gözyaşlarına boğuldu.
Kolun bağlıyken bir şey yapamazdın, bu normal. Lakin şimdi elini kolunu sallaya sallaya geziniyorsun. Rüzgarları bahane etme! Gözyaşların bile katılaşmış yüreğinden fışkıracak yer bulamaz oldu. Ve sen dön işinin başına.
Yalnız adam güleç bir yüz taşır... Ağlayan gözlerle gülen... Ve tebessümler dağıtan dudaklar. Zevk ü sefa zamanı olmadığını bildi yalnız adam... Gül yetiştiren, bahçıvan... Bileklerine bakıp onu ağaca bağlayan ipleri görmeyince, rüya gördüğünü anladı. Düşündü... Gerçek de olabilirdi. Ama her şeye rağmen özgürdü.
Bir gül kadar temiz, pak ve nurlu gençlik ve yeryüzünün süsü, örtüsü, efendisi olmaya namzet nesil.
Yeni bir gün ve yükselen güneş... Bahçıvanlar, gül yetiştirmeye!

( Yalnız Adamın Hikâyesi başlıklı yazı Nihat Öner tarafından 17.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu