Öylesi


Uzun mu desem kısa mı desem bilemiyorum ama bir süredir yazmıyordum. Bunun nedenini elbette açıklayabilmem benim açımdan pek mümkün görünmüyor. Fiziksel bir kısıtım yoktu elbette. Ruhsal kısıtlarım yazmama engel olmuştur belki de. Bilemiyorum. Ama bazen böylesi tutulmalar ile karşılaşıyorum. Yani ortada hiçbir sebep yoksa bile yazamıyor insan, çok yazmak istese de yapamıyor bunu. Bir şeyler engel oluyor klavyenin başına oturmasına. Hatta ben her daim yanımda kâğıt ve kalem de bulundururum. Ama bu kez o da işe yaramadı. Aslında yazmak isteyene engel yok. Zira şimdilerle insanlar cep telefonlarını yanlarından ayırmıyorlar. Her cep telefonu aynı zamanda bir bilgisayar, bir yazı makinesi değil mi sanki? Yazmak isteyene elbette kısıt yok, en azından fiziksel bir kısıt yok. Bu konuyla ilgili güzel bir söz vardı, şimdi tamamı aklıma gelmiyor ama şöyle bir şeydi sanırım; “Oynamak istemeyen gelin, yerim dar dermiş.” Benim durumum da biraz böyle desem sanırım yalan söylemiş olmam. Esasında okumak da yazmak da özellikle çağımızda sabra dayanıyor. Maalesef çağımızda insanların okumaya, yazmaya ve hatta dinlemeye sabırları yok. Gelişen teknoloji ile hayatımızı kolaylaştıma amacı güden hız bizi sabırsız varlıklar haline getirdi. Her şey bir an önce olsun istiyoruz. Bir an önce okuyup anlayalım, bir an önce üretip yazalım ve hatta karşımızdaki insanların dinlemeden anlayabilelim. Halbuki teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin böylesi bir şeyin olmasını mümkün değil. Sabır olmadığı sürece insan ne okuyabilir ne anlayabilir ne de yazabilir. Yani bunu özellikle ailemle vakit geçirirken fark ettim. Çocuklarım kitap okuyamıyorlar çünkü sabredemiyorlar. Ailecek bir film izleyelim dedim ancak bunu da başaramadık. Zira çocuklarımın filmin sahnelerini uzun uzun izlemeye tahammülleri yok maalesef. Bir an önce filmin sonunu öğrenmek istiyorlar ya da filmi hızlandırılmış biçimde izlemek istiyorlar. Halbuki her sahnenin kendine özgü bir sanatsal değeri var ve ancak sabırla izleyenler bunun farkına varabilirler. Kitaplar da öyle değil mi? Özellikle romanlarda her bölümün kendine özgü bir sanatsal boyutu yok mu? İnsanlar artık yalnızca fragmanlardan ve özetlerden zevk alıyorlar. Tuhaf bir durum ama maalesef artık durum bundan ibaret.

            Eski sinema filmleri özellikle adını sinema tarihine yazdırmış olan şaheser niteliğinde olanlar iki saat, üç saatlik yapımlardı. Biz izleyiciler de iki saat, üç saat olan bu filmleri sabırla ve keyifle izlerdik. Her sahne yönetmenin zihnine ve hikâyenin kalbine açılan bir kapıydı ve heyecanla bu kapılardan geçerdik. Ama şimdi insanların bu kapılara ve hikayelere pek ihtiyaçları yok. Bunun nedeni sanırım sosyal medyadaki yukarıdan aşağıya kaydırmalı kısa videolar olsa gerek. Kısa olsun, ne anlatmak istiyorsa hemen anlatıversin ve diğer videoya bir an önce geçebileyim. Bu yalnızca yazarken değil maalesef okurken de öyle olsun. Zihnimi ve beynimi fazla kullanmayayım mantığı oluştu insanlarda. Eski adı Twitter yeni adı X olan sosyal medya platformundaki gibi bir an önce iki üç cümle okuyayım ve bitsin. Esasında acıklı bir durum bu. Bir tür negatif evrim olarak da nitelendirilebilir. Gelişen teknoloji ile hayatımıza giren hız ve kolaylık beynimizi daha az kullanmamıza neden oluyor. Uzun uzun düşünemiyor, uzun uzun dinleyemiyor, uzun uzun okuyamıyor, uzun uzun üretemiyor ve uzun uzun konuşamıyoruz artık. Çünkü tüm bunları bizim yerimize yapan teknolojik enstrümanlar var artık.

            Bir iş arkadaşıma iş ile ilgili yorum gerektiren bir konu hakkında soru sordum bu yazıyı yazmadan hemen önce. Amacım beraber sesli düşünüp bir çözüm yolu belirlemekti. Ama arkadaşım bu soruyu cevaplamaktan, düşünmekten ve yorumlamaktan kaçındı. Yapay zekaya sorsana dedi, ne diye beni yoruyorsun? Daha sonra da emekli olursam dedi köye yerleşeceğim ve bir daha asla düşünmek zorunda kalmayacağım, basit bir hayatım olacak. Basit bir hayata özlem duymak evet evet artık insanların düşlediği şey bu; basitlik. Şuna eminim ki bu burada kalmayacak ve insanlar her zaman daha basitini düşleyerek tek hücreli bir canlının yaşamına indirgeyecekler yaşantılarını. Yani ben düşünmeyeyim birisi benim yerime düşünsün, ben yorumlamayayım birisi benim yerime yorumlasın, ben beynimi hiç yormayayım birisi benim yerime yorsun. İşte tahammülsüzlük ve sabırsızlık da buradan kaynak alıyor kendine. İşte benim bir süredir yazamamamın nedeni de bu bahsettiğim tembellik rüzgarına kapılmış olamam olabilir. Yazmaya sabrım yoktu ya da tahammülüm yoktu. Düşünmek istemedim, beynimi yormak istemedim. Sosyal medyada kaydırmalı videolar izlemek daha eğlenceliydi. Ama böyle olunca da yalnızca zaman geçiyordu o kadar. Başka hiçbir şey olduğu yoktu. Saatlerce abuk subuk videolar izlemiş oluyordum ve hiçbir şey üretmeyen bir tek hücreli canlıdan hiçbir farkım kalmıyordu. Halbuki insanlık şu anki teknolojik medeniyet ilerlemesine bu şekilde kavuşmadı. Ancak şu an insanlığını ve özgürlüğünü bu şekilde kaybediyor maalesef. Bundan yalnızca elli yıl önce insanın okumasının, yazmasının, üretmesinin ve düşünmesinin gelişmesi için ne kadar da mühim olduğundan bahsediliyordu. Ama şimdi hepsi geride kalmış, bırakılış gibi. Tuhaf bir durum ama günümüzün gerçeği bu maalesef.

            Yazmadığım bu süre boyunca hayatımda ne gibi şeyler oldu? Elbette gündelik yaşantımda böyle ahım şahım olaylar olmadı. Yalnızca sağlık hususunda karşılaştığım bazı problemlerle yüzleştim ve çözüm yolları bulmaya; uygulamaya çalıştım. Hala da çalışmaktayım. Şöyle ki beş yıl önce omurgamdan olduğum ameliyatın bir benzerini daha olma durumum meydana geldi. Bel fıtığı olarak da bilinen rahatsızlığım dolayısıyla omurlarım arasındaki diskler sinir kanalına baskı yaparak beni acılı bir durumun içerisine sokmuş ve aciz bırakmışlardı beş yıl önce. Başarılı bir ameliyatla ve omurlarıma vida takılıp platin ile genişletmek suretiyle bu olumsuzluklardan kurtulmuştum. Ancak bu kez de ameliyat olduğum omurların alt ve üst kısımlarında aynı rahatsızlık durumu oluşmaya başlamış. Tevekkeli değil sık sık bel ağrısı çekiyordum. Beyin Sinir Cerrahisi bölümünde MR çekilmesi ile bu durumu öğrendim. Elbette yine ve yeniden kilo vermem gerekiyordu. Ömrüm boyunca fazla kilolarla başım dertte olmuştu zaten. Ayrıca bu aşamada sigarayı bırakmamın da faydası olacağı düşüncesiyle yirmi beş yıldır bir fiil içtiğim sigarayı bırakma kararı aldım. Yaklaşık on iki gündür de sigara içmiyorum. Kilo vermek, sigarayı bırakmak gibi sıkıntılı süreçler içerisinden geçmekteydim o yüzden de yazmadım ya da yazamadım desem yine yalan söylemiş olmam. Ancak bu zorlu süreçleri yazarak daha kolay hale getirebilirdim elbette bunun da farkındayım. Hayat bana alışkanlıklarımdan vazgeçmemi söylüyor. Alışkanlıklarım beni içinde bulunduğum olumsuz sonuca ulaştırmış bir vaziyette maalesef. Bakalım nasıl olacak durumum. Gelecek günler bana ne getirecek? Başarılı olabilecek miyim? Yoksa alışkanlıklarımdan vazgeçemeyecek miyim? Elbette başarı ben başaracağım diyebilenindir. Ancak ben bu aşamada kesin bir şeyler söyleyemiyorum. Söylemek istemiyorum. Çünkü kendimi tanıyorum. Ben oldum olası çok iradeli bir insan değildim. Çok çabuk bağımlı olabilen yani bağımlılık potansiyeli yüksek bir insan oldum her zaman.

( Öylesi başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 23.10.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu