Ölüm Var

Tüm gündelik dertlerimizi bir kenara
bırakıp sakin bir kafayla düşünürsek insanın yeryüzü macerasının oldukça acıklı
olduğunu anlarız esasında. O meşhur sözde de dediği gibi; insan hiç
ölmeyecekmiş gibi yaşar ve hiç yaşamamış gibi ölür. Bu konuda sevdiğim şair
Orhan Veli’nin şu dizelerine de değinmemek kendi adıma büyük bir ayıp olur
elbette;
“Ölünce kirlerimizden
temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.”
Ölüm konusu
elbette tatsız bir konu, insanın düşünmek istemeyeceği bir konu ancak hayattaki
en kesin şeyin ölüm olduğu hususunda da kimsenin herhangi bir kuşkusunun
bulunduğunu sanmıyorum. Günün birinde herkes ölecek; tanıdık, tanımadık herkes
ölüm denen son ile tanışacak. Yani ister yaşlılıktan olsun, ister hastalıktan
olsun, ister kazadan olsun bir şekilde hayatlarımız son bulacak. Peki, ne
olacak sonra? Elbette her insanın bu konuyla ilgili inançları farklı farklı
zira dünya üzerinde mevcut sekiz milyar insanın inançları farklı farklı. Bu
sebepten öldükten sonra ne olacaktan ziyade ölümle birlikte hayatta ne
değişecek bu konu üzerine yazmak istiyorum.
Nuri Bilge
Ceylan’ın ödüllü filmi “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminde filme ismini veren
sahnede doktor çok çarpıcı bir ifade kullanmıştı; “Bundan yalnızca yüz yıl
sonra şu anda yeryüzünde var olan tüm insanlar ölmüş olacak.” Buradan hareketle
dünya üzerinde yaşayan sekiz milyar insanın hepsinin bundan yalnızca yüz yıl
sonra artık bu dünyada olmayacağı gerçeğine ulaşabiliriz. Ne büyük bir rakam
öyle değil mi? Sekiz milyar ölü beden, sekiz milyar ceset, sekiz milyar beyin,
sekiz milyar hayat, sekiz milyar bakış açısı ve sekiz milyar anı. Bazen internette bundan yüz yıl önceki siyah
beyaz videolara denk geliyorum. 1924 yılının Londra’sını almışlar kayda mesela.
Onlarca insan gündelik yaşamı içinde koşuşturuyor, atlı arabalarla bir yerlere
ulaşmaya çalışıyorlar. Bu insanlar bu videolarda ne kadar da canlı
görünüyorlar. Oysa şimdi hepsi ölmüş. Kimisi savaşlarla, kimisi salgınlarda,
kimisi ecelleriyle ama tek ortak nokta artık hiç birisinin canlı olmaması. Bana
oldukça ilginç geliyor bu fanilik meselesi. Hepimiz faniyiz yani hepimiz gelip
geçiciyiz bu dünyada.
Doksanlı
yıllarda Milli Bayram günlerindeki geçit törenlerinde İstiklal Harbi Gazileri
olurdu. Gururla geçerlerdi insanların önünden. Son İstiklal Harbi Gazisi 2008
yılında vefat etmiş. Bu haberi öğrendiğimde hem çok üzülmüş hem de derin
düşüncelere dalmıştım. Artık Kurtuluş Savaşını bizzat yaşayan kimse kalmadı
yeryüzünde. Bir milletin var olma savaşı yalnızca kitaplarda ve yazılı
metinlerde kaldı. Elbette bu duru kaçınılmazdı. Zira tarih boyunca kimler
kimler ölmediler ki? Herkesin bildiği ve tanıdığı krallar, padişahlar,
sultanlar, komutanlar, liderler, fikir önderleri herkes ölümün pençesinden
nasibini aldı.
Genel olarak
insanlar bu konuyu pek düşünmek istemezler. Çünkü tatsız bir konudur. Ayrıca bu
konu üzerinde çok düşünmek insanın yaşama tutunmasına mani olabilir. Bu konuda
ne zaman biriyle konuşmak istesem hem aynı öğütleri işitirim; “Fazla
düşünmeyeceksin yoksa yaşayamazsın.”, “Fazla takma kafana yoksa kafayı
üşütürsün.”, “Aman boş ver, düşünsen de öleceğiz, düşünmesen de öleceğiz.” Velhasıl-ı
kelam insanlar bu konunun hatırlatılmasına bile tahammül etmek istemezler. Yani
her gün çevremizde birileri ölüyor olsa da bu gerçeği görmezden gelme
eğilimindeyizdir. Ölümü kendimize değil, hep başkalarına yakıştırırız. Kimse
öleceğini tahmin etmek ve dillendirmek istemez. Bu oldukça insani bir durumdur.
Kesinlikle kınadığım için değinmiyorum bu konuya. Zira ölüm konusunu fazla
düşünüp ruhsal problemler yaşan insanların sayısı da azımsanmayacak kadar
çoktur diye düşünüyorum. Velhasıl-ı kelam kaçınılmaz bir gerçek bu ölüm konusu.
Susan Ertz’in
bu konuda şöyle bir sözü var; “Yağmurlu bir Pazar günü öğleden sonra ne
yapacaklarını bilmeyen milyonlar, bir de ölümsüzlük isterler.” İnsan gerçek
mana da ölümsüzlüğe hazır mıdır peki? Hiç sanmıyorum. Zira dünyadaki tüm
mekanizmalarımız ölüm üzerine kurulmuştur. Bu gerçeği her ne kadar görmezden
gelsek de aslında tam manasıyla kör bir bakış açısıyla da yaklaşmayız bu
konuya. Ancak şöyle bir gerçek vardır ki
biz insanlar sonu olan bu evrende sonsuzluğu düşleyen varlıklarızdır.
Uyumsuzluğumuz da buradan kaynaklanıyor sanırım.
Tarih
boyunca özellikle iktidarı ve gücü eline geçirmiş tiranların ölümsüzlük
heveslerini açıklıkla görmekteyiz. Bu bir tür sınırları zorlama, faniliği kabul
etmeme durumu. Yani sahip olduğu güç ile insanüstü bir varlık olduğunu düşündüren
hastalıklı bir bakış açısı. Yani şöyle mi düşünüyorlardı acaba; “yeryüzünde o
kadar insan varken iktidarı, bu kadar gücü ben elime geçirdiğime göre diğer
insanlardan farklı olmalıyım.” Mesela meşhur Cengiz Han böyle düşünmüş müdür?
Ya da Tanrının Kırbacı lakabını almış Attila Han acaba bir kez olsun bunu
aklından geçirmiş midir? Yeryüzünde seçilmiş kişi olduğunu düşünmek böyle bir
şey midir acaba? Zira şuan günümüzde de dünyanın ücra bir yerinde doğmuş ve
ömrü boyunca bir daha hiçbir yere gidemeyip doğduğu yerde ölecek olan birisi
ile bir dünya lideri arasında bir fark var mıdır? Dünya lideri olma durumu
kişinin kendisine doğuştan mı verilmiştir? Yoksa koşulların denk gelmesiyle oluşmuş
tesadüfi bir durum mudur? Yani İngiltere Kraliyet Ailesinin torunu olarak değil
de Orta Anadolu’da sıradan bir Yörük ailesinin torunu olarak dünyaya gelmek
tercih edilebilecek bir şey midir?
Elbette ben bu ayrıma bir saçmalık olarak bakıyorum. Seçemediğiniz
koşullar yüzünden yargılanamazsınız.
İnsan anne
ve babasının hatalarından sorumlu tutulabilir mi?
İyi ki ölüm
var…
(
Ölüm Var başlıklı yazı
MESUT ÇİFTCİ tarafından
1.03.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.