Düşünüyorum, ruhumun incileri dökülüyor, inciniyorum. Siz okurken sanacaksınız ki yazar kendinden alıntılar eklemiş, kırıntılar serpivermiş kitabına. Oysa ben size hikaye anlatmıyorum yazdıklarımda, ruhumu koyuyorum ortaya ki, ruhsuzlarda yazdıklarımdan anlasınlar. Keza bu yüzden her satır başı kan... Her yeni paragrafımda can veriyor yine bir can. Kalemim ellerimi yaralıyor. Ruhumu darağacına ben çıkarıyorum. Düşündüklerim beni ölüme götürüyor. Kendime kalemle yol çiziyorum. Ölüm bu kadar yakın işte... ölüm yakın, yakın da... Azrail' le aramız açılmış. Bir ara onunda gönlünü almak lazım. Bakalım o bizden ne alacak. Bir ruh alamaz, zira ben o ruhu defnedeli çok oldu. Bir sevgi, bir korku veya herhangi bir duygu alamaz benden, zira duygularımı kaybedeli çok oldu. Beni de alamaz benden, zira ben benden gideli çok oldu. Bu yüzden alacağı hiçbir şey yok bu bedenden, bir şey alamayacağı gibi, bir heves dahi alamayacak o mühim görevinden.
Herkesin bir korkusu var Azrail' den... Bazıları korkuyor tatlı canını vermekten, bazıları da korkuyor Azrail' in ta kendisinden. Hiç incitmiyor değil mi seni, insanların senden kaçması? İncitmiyor tabi... biliyorum. Çünkü bende senle bir nevi aynı durumdayım. Bir görevim var benimde, bende senin gibi zaruri bir görevdeyim. Bu yüzden insanlarla hep iç içeyim. Tek bir farkımız var sadece seninle, sen insanların canını alıyorsun, ben, ben ise insanlara canımı veriyorum. Ta ki o güne kadar bu bu böyle devam edecek. O gün geldiğinde, sende geleceksin, bu kez sen bendeki canı alacaksın benden, bende görevimi son kez ifa ederek canımı vereceğim sana sevinçle... Sevgili Azrail' e sevgilerle...