Bir ev burda bir ev karşıda kalmış
Hele sorun bizim komşular n'olmuş
Kırk senelik ağaç kurumuş kalmış
Bizim köye benzemiyor gel hele
Bir sokağa giriyorsunuz sıra sıra kerpiç duvarlı evler. Bir kapıyı çalıyorsunuz kimse yok, diğerini çalıyorsunuz kimse yok. Bir sokakta beş hane varsa ya birisinde ya da ikisinde insan var. Diğerleri boş… İçerde duran ihtiyarlar sevinçle kapıyı açıyorlar. Bekledikleri ya torunları, ya çocukları… Ama karşılarında bir yabancı görünce sevincin yerini hüzünlü bir merak alıyor.
Gurbet asrı işte böyle…
Türkülerin yerini çistakların aldığı, giyim kuşama kadar tüm zevklerin ve renklerin acayipleştiği, hislerin ve duyguların algılanma ve dışa vurumunun farklılaştığı bu asırda, köklerini merak etmeyen bir nesil; ne şehirli, ne de köylü bir halde arasatta kalır gibi ortada kalmış… Hem köyü ve köylüsü tarafından hem de yaşadığı bu koca şehirler tarafından dışlanmanın verdiği haleti ruhiye ile hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bir kimlik bunalımı yaşanıyor, alabildiğine...
Özenti dolu bir tavırla kendileşemeyen bireyler; kendilerine yabancı olan ve yaşanabilmesi için bir bedel isteyen şatafatlı bir hayatı ya hiçbir bedel ödemek istemeden, ya da bu bedeli benliklerinden ödün vererek farklı yollardan ödemek yolunu seçerek, yaşamak histerisine düşüyorlar. Depresyonlar, cinnetler, cinayetler, intiharlar zincirleme bir şekilde birbirini kovalıyor.
Şehirleşememenin dahası eski tabirle medenileşememenin faturasını yine kendi insanımız ödemekte… Sadece kitaplar arasında proje olarak kalan köy kent, tarım kent söylemleri gerçekleşmeyince yaşanılan süreçte karşımıza köyleşmeye yüz tutan şehirleri çıkardı.
80’li yıllara kadar şehirleri kuşatan varoşlar ve gecekondular; bugün şehirleri zapt ederek şehir kültürünü esir etmiş, onu deyimi yerindeyse bir şişeye hapsetmiş durumda. Yeni kültür ne köye ne de şehre benzemekte… Yarı İngilizce, yarı Türkçe isimler tabelaları, yeni tabirle neonları süslüyor… Yarı şarkı, yarı türkü, yarısı pop melez bir gürültü musikimizin yerine geçmiş durumda… Batının sözüm ona özgürlük denilen sorumsuzluğu her türlü adet, töre ve inanç sistemimize var gücüyle saldırmakta, kendi değerlerimiz her gün yavaş yavaş öldürmekte…
Bir dönüş gerek… Aslımıza doğru bir dönüş… Medeniyetin, şehirleşmenin en ücra köyümüze kadar gireceği, insanımızı doğduğu yerde doyuracak bir ekonomik yapıya dönüş gerek. Milli ve manevi değerlerimize sahip çıkarak öncelikle aile içindeki bireylerin, sonra akrabaların ve sonra komşuların ve hâsıl tüm insanımızın birbiriyle kenetlendiği, derdiyle hem dert olduğu, sevinciyle neşelendiği bir dönüş gerek…
Sıladan gurbete doğru akan bu insan selini durduracak, ekonomik sıkıntıların insanlarımızı zorunlu bir tehcir misali göçe zorladığı bu trajedinin, bu göç furyasının yerini üreten ve ürettiği ile geçimini ve geleceğini kazanabilecek, başı dik, alnı ak ve kendine güvenen insanlarımızın yaşayacağı yarınların gelmesi için bir şeyler yapmak gerek…
Asrı gurbet insanlarımızı tüketmemeli artık… Garipliklerin, yabancılıkların, dışlanmaların yerini özgüvenin aldığı günler gelmeli artık…
Gurbetin acıları, sılaya vuslat ile son bulmalı artık…