26 Mart 2011 Cumartesi günü hayatım ve çalışmalarımla ilgili yaptığımız programdan sonra “Kutlu Doğum Haftası” münasebetiyle bu hafta da program yapmaya karar verdik. 9 Nisan 2011 Cumartesi günü saat 18.00 da Eğitimci Şair Yazar Sayın Seyit Burhanettin AKBAŞ Hocamın Erciyes Tv de sunduğu “Kitabistan” programında Peygamber Efendimizi (s.a.v) aciz dilimle anlatmaya çalışacak ve O’na yazılan naatları seslendirmeye çalışacağım. Allah (c.c) nasip ederse aşağıdaki konuları konuşmak istiyorum.  Gül kokusu almak isteyen dostlarımı programı izlemeye davet ediyorum...

O Rahmet Peygamberi… Güllerin Sultanı… Sevgililer Sevgilisiydi… Peygamberimiz Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) “Vemâ erselnâke illâ rahmetellil âlemin” ifadesiyle Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Taifte taşlanıp ayakları kan içindeyken bile kendisini taşlayanlara beddua etmiyordu.

 

O Sevgi Peygamberiydi… “Çocuklarınızı öpünüz. Her öpücüğe karşı öpenlere Cennette bir derece verilecektir” buyuruyordu. Torunları sevip, okşayıp, bağrına basıp öperken; benim şu kadar çocuğum var ama ben hiç birini öpmem diyen kişiye “Allah senin kalbinden merhameti ve sevgiyi almışsa ben ne yapayım” “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyurmuşlardır. Yanlış adet ve geleneklerimizi dinimizden bilip çocuklarımızı sevgi öksüzü ve şefkat yetimi yapmayalım. Bizler için en güzel örnek “Üsve-i Hasene” Peygamberimiz Efendimizdir. (s.a.v) Hz. Aişe annemize sevgisini; “İlk gün ki gibi seviyorum” diyordu. Sevgisini kördüğüme benzetiyor ve ona Ayşecik, Pempecik… diye hitap ediyordu. Hangimiz eşimize böyle söylüyoruz…

 

O Merhamet Peygamberiydi… “Anne ve babalarımıza karşı iyi davranmamızı “Onlara öf bile demeyiniz” emrine uygun olarak davranmamızı istemiştir. Son nefesini veremeyen sahabinin annesine çocuğuna hakkını helal etmezsen evladını Allah Cehennemde yakacak, demesine kadının yaksın cevabı karşısında, o zaman ahiretten önce biz burada ateşe atalım deyince; Ya Rasulallah “evladımın gözümün önünde yanmasına izin vermem. Hakkımı helal ediyorum” demesiyle sahabeye dönerek şöyle buyurmuşlardı. Bu annenin merhameti Cenab-ı Allah’ın merhameti yanında denizde bir damla gibidir” buyurmuşlardır.  O ki Şehitler Efendisi amcası Hz. Hamza’yı (r.a) öldüren Vahşiyi bile affetmişti.

 

O Hoşgörü Peygamberiydi… Yakasından tutup hesap soran kişiye son derece hoşgörülü davranmış sahabenin adamı cezalandırmak istemesine izin vermemişti. O Herkese değer verirdi. Büyük, küçük, fakir, zengin… Kuşu ölen Umeyr’e taziyede bulunan, çocuğu teselli eden bir peygamberdi. Hayvanlara ve bitkilere çok önem verirdi. Devesini aç bırakanı uyaran, kıyamet koparken bile fidan dikiniz buyurarak ağacın önemini işaret ediyordu. Kadınlara ve kız çocuklara çok değer verirdi. Kadınlarınız Allah’ın sizlere emanetidir derdi. Ev işlerine yardım ederdi. Hediyeyi önce kız çocuklarına verirdi. Kızı Fatıma gelince ayağa kalkardı. O bir tebliğci, hüküm veren, iyiliğe teşvik eden, yol gösteren, ara bulan, fikir ve nasihat veren, hakikati öğreten ve kötülükten sakındıran bir peygamberdi…

 

O Sabır Peygamberiydi… Hendek savaşında sahabe açlıktan karınlarına taş bağlarken efendimiz iki taş birden bağlamıştı. O tatlı dili ve güler yüzlüydü. El Emin ifadesiyle güvenilirdi. Alçak gönüllü idi. Onun yolunu takip edenler de onun gibi düşündüler ve onun gibi yaşadılar. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Mus’ab bin Umeyr ve daha niceleri…

 

“Gül ağlama Gül bize / Ele diken Gül bize

Gül olanın yüzünde / Gül açılır Gül bize”

 

Bahardı... Âmine’nin kucağında, Nur ile yıkanmış bir Gül kokusu vardı... Gül’e söz verelim, defterimizdeki karaları aklamak… İçimizdeki kirleri paklamak için... Gül’ü sevdiğimizi söyleyelim, Hakk’ın kuşları rızıklandırdığını hatırlayıp... Aç karınları doyuralım Gül adına… Dostun imdadına koşalım… Gül’ü anarak, gül alalım, gül satalım...

 

Seyrimde bir şehre vardım / Gördüm sarayı güldür gül

Sultanımın tacı tahtı / Bağı duvarı güldür gül

 

Gül alırlar gül satarlar / Gülden terazi tutarlar

Gülü gül ile tartarlar / Çarşı pazarı güldür gül

 

Toprağı güldür, taşı gül / Kurusu güldür, yaşı gül

Has bahçesinin içinde / Servi çınarı güldür gül

 

Gülden değirmeni döner / Anı ile gül öğünür

Akar suyu döner çarkı / Bendi pınarı güldür gül

 

Ak gül ile kırmızı gül / Çift yetişmiş bir bahçede

Bakışlar hâra karşı / Hâr, ezkâr-ı güldür gül

 

Gülden kurulmuş bir çadır / İçinde nimeti hazır

Kapıcısı İlyas Hızır / Nân-ı şarâb-ı güldür gül… (Anonim)

 

Hayırlı işlere önayak olalım Gül çağında… Ta ki ateş vaktinde güller açsın yüzümüz... Bir merhabayı Gül hatırına söyleyelim küstüklerimize, helal lokma yer gibi... Doğrulardan ve iyilerden çoğaltalım dostlarımızı… Gül bahçesinde, sarsıldığımızda arkadaşlardan saysın yıldızlar bizi. Ve ağlayalım hasretiyle Gül’ün ki arıtsın bağrımızın pasını yaşlar...

 

Gülün yaprağına misk kokun sinmiş/Gönüller şâd olur Gül’e baktıkça

Huzur gemisine âşıklar binmiş / Sevenler yâd olur Gül’e baktıkça… (A.Ö)

 

"Bir ismi Mustafa bir ismi Ahmed / Allahüme salli alâ Muhammed

 Rûz-ı mahşerde bize eyle meded / Allahüme salli alâ Muhammed." (İlahi)

 

“Şimdi Seni ananlar / Arıyor ağlar gibi...

Ey yetimler yetimi, / Ey garipler garibi!

Düşkünlerin kanadıydın / Yoksulların sahibi;

Nerde kaldın ey Resûl, / Nerde kaldın ey Nebi?” (A. Nihat ASYA)

 İnsanlar O’nu tanıdıkça daha çok seviyor. Sevdikçe O’na hayran oluyor ve bağlanıyorlar. Çünkü O’nun sevgisini kalplere Allah yerleştiriyor da onun için. O, tabir yerindeyse, açıldıkça kokusu etrafa yayılan bir gül misâli tanındıkça kendisine meftûn olunan bir sevgilidir.

Kim bilir, belki de medeniyetimizde, Gülün Hz Peygamber’in (s.a.v) sembolü olmasının böylesi bir izahı vardır. Kırmızı bir gülden, “Gül-i Muhammedî” diye bahseden, yazdığı övgü dolu naa’tine “Gül-i Ruhsar” adını veren, O’nu bir güle, kendisini de geceler boyunca hasretiyle yanıp tutuşan bir bülbüle benzetir aşk dolu ecdadımız.

Gül Yüzlüden bu karanlık çağa birkaç soluklu gül efiltisi taşıyalım... Keşke, andığımız kadar anlayıp yaşayabilseydik. Allah Rasulü'nü anmalar, eğer anlayıp yaşamaya kapı aralıyorsa anlamlıdır.

Sadi Şirazi, ünlü eseri Bostan ve Gülistan'da anlatır. Bir avuç toprak aldım der, gül kokuyordu. Sordum, senin asli kokun bu değil, sen bu kokuyu nereden aldın? Cevap şöyledir: Ben bir gül ağacının dibinin toprağıydım, O’nun kokusu bana sindi, işte bu nedenle gül kokuyorum... Gülün dibindeki toprak olmak... Sevgiyi kirletip karartanlar, bunu asla anlayamazlar… Rabbim ona layık olmayı, onu sevmeyi, anlamayı ve yaşamayı her kula nasip etsin!                                            

"Eğer Gül'ün özelliklerini durmadan söylesem, yüzlerce kıyamet geçer de o yine bitmez." Mevlana. Lisan ve kalem Gül'ü hakkıyla anlatamaz, bunu herkes bilir. Bilir de Asr-ı Saadet'ten bu yana sayısız kalemler Gül'ü yazar. Ciltler ve kütüphaneler dolusu.

Hesaba gelmez lisanlar Gül'ü söyler manzumeler ve şiirler boyu. Şimdiye kadar neler söylenmedi Gül hakkında, neler yazılmadı. Yazmakla bitirilemedi ve bitirilemeyecek. Adına naat dediler Gül'ü anlattılar; tazarru dediler, Gül'e iltica ettiler. Siyer dediler hayatını söylediler, Şemail dediler vasıflarını sayıp döktüler. Hilye yazdılar yakınlıklarını ifade için, Mi'raciye dizdiler şanını tebcil için. Besteler yaptılar Gül terennümünde ilahiler söylediler Gül deminde.

 Na'tî diye mahlas kullandılar, divanlar doldurdular; Adını anarak başladılar mesnevilere bir bakışına mazhar olmak için. Aherli kâğıtlara döküldü bin bir harf düz ve eğik, Gül'ü yazmak için yarıştı gubari ile şikeste ta'lik. Hamdullah'tan Hâmid'e harf başına şükür diye yazdı divitler; Levnî'den Osman'a tel tel renk verdi çivitler. Ne yana baksa Gül'den bir iz görür gözler, ne yöne dönse Gül'ü özler, geceler ve gündüzler. Eşya ve varlık Gül için vardır ve Gül, eşya ve varlık olur serâpâ. Bir milyon adı varsa aşkın, bir eksiğiyle hep Gül'den alır ilhamını.

Kâğıt, kalem ve kitap... Söz, kelam ve hitap... Her suret ve her şekilde Gül'e mahkûm. Nitekim kimiler Gül dediler, ömür boyu Güldüler; Kimiler Gül dediler, Gül uğruna öldüler. Gül'ü anlatmayan dil ne söyler ki efsaneden başka!.. Gül harflerinden Gül söylemeyen kelimeler, gerçeği olmayan isimlerden öte nedir ki?.. Gül kokusu taşıyan bilgi canda ışık; Gül destesi götürmeyen kervan bedene kuru yüktür.

Duâlarımız odur ki, son nefesinde bir demet gül isteyip, O’nu koklayarak rûhunu teslim eden Hz. Ali (r.a.) gibi, bizim ömrümüzün bidâyeti de, nihâyeti de, ilk faslı da, son faslı da Fasl-ı Gül olsun… Ve gönlümüz dâima “Gül” aşkıyla dolsun... Gül Efendim, gülümse bize… “Gül” yüzünden nur yağsın yüreklerimize… Yalnızız, yılgınız, yorgunuz, âciziz, perişânız, günahkârız. “Gül Mevsimi”nde, Gül Yetimleri’nin “Gül’e sevdâlı yüreklerini Gül Cemresi’nden mahrum bırakma Yâ Rabbi!..

 

“Erir canlar o Gül-bûy-ı revân-bahşın hevâsından,

Güneş titrer, yanar dîdârının bak, ihtirâsından,

Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallah…” (Yaman Dede)

( Gül Mevsiminde Gül Koklamak başlıklı yazı Ali ÖZKANLI tarafından 3.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu