EDEBİYATTA NAAT
16 Nisan 2011 Cumartesi günü saat 18.00 da Erciyes Tv de "Kutlu Doğum Haftası" etkinlikleri nedeniyle yapacağım programda "Edebiyatımızda Naat Örnekleri" üzerinde konuşacağız. Allah nasip eder sağlığım yerinde olursa aşagıdaki konulara değinmek istiyorum.
Klasik edebiyatımızdaki binlerce naat arasında doruğa ulaşanlar;
İlk sırayı Fuzulî’nin "Su Kasidesi"ne,
İkinci sırayı Şeyh Galib’in müseddes-i mütekerrir şeklindeki natına,
Ve üçüncü sırayı da Fehîm-i Kadîm’in daha çok edebî muhitlerde ün kazanan;
Yahyâ Nazîm, Vahîd Mahtûmî, Neşâtî, Şeyh Gâlib, Receb Enis Dede ve İzzet Molla gibi şairler tarafından tanzir edilen "rûz u şeb" redifli naatına vermek mümkündür.
Ayrıca Nabî’nin Hac yolculuğunda Medine’ye giderken muhtemelen o anda irticalen söylediği;
NAA'T
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Huda'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafa'dır bu
Felekde mâh-ı nev Bâbu's-selâm'ın sîne-çâkidir
Bunun kandîli cevzâ, matla'-ı nûr-i ziyadır bu.
Habîb-i Kibriya'nın hâb-gâhıdır fazîletde
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriya'dır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı Adem zail
Âmâdan açdı mevcudat dü-çeşmin tûtîyâdır bu.
Mürâât-i edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metaf-ı kudsiyândır cilve-gâh-ı enbiyâdır bu.
Mısralarıyla başlayan gazeli de farklı bir kudsiyet ve şöhrete sahiptir.
Anadolu sahasında 13. yy ilk örnekleri verilmeye başlanan ve klasik şiirimizde gelenek halinde yaygınlığı devam ettirilen naatlar; 19.yy Tanzimat’ın ilanıyla başlayıp günümüze kadar uzanan ve daha çok batı kültürünün tesiriyle gelişen edebiyatımızda da canlılığını korumuştur.
Ziya Paşa, Muallim Naci, Makbule Leman, İsmail Safa, Mahmud Celâleddin Paşa, Recâîzade Mahmud Ekrem, Trabzonlu Muallim Cûdî, Mehmed Akif Ersoy, Ali Ekrem Bolayır, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Yahya Kemal Beyatlı, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Faruk Kadri Timurtaş, Enver Tuncalp, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Feyzi Halıcı, Sezai Karakoç, Ali Ulvi Kurucu, Ahmet Efe, Muhsin İlyas Subaşı, Mustafa Ruhî Şirin ve isimlerini sayamadığımız daha birçok şair naat zincirini devam ettirmiştir.
Hz. Peygamber’e duyulan samimi sevginin göstergesi kabul edilen, başta naatlar olmak üzere O'nunla ilgili türler dolayısıyla, bütün dünya edebiyatlarında istisnasız başka hiçbir şahıs, hiçbir din veya müessese etrafında böyle asırlar boyunca devam eden zengin bir edebiyat teşekkül etmemiştir. Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v) tektir, müstesnadır.
Medineli Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret eden Hz. Peygamberi (s.a.v) karşılarken “Ay Doğdu Üzerimize” diyerek duygularını şöyle dile getirmişlerdi;
Ay doğdu üzerimize (Taleal bedru aleyna)
Veda tepesinden (Min seniyyetil veda)
Şükür gerekti bizlere (Vecebeş şükrü aleyna)
Allah’a davetinden ( Ma lillahi dea)
Sen Güneş’sin sen Ay’sın (Ente şemsun ente bedrun)
Sen nur üstüne Nursun (Ente nurun ala nur)
Sen Süreyya ışığısın (Ente misbahüs süreyya)
Ey sevgili ey Resul (Ey habibi ey rasul)
Yüreği Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) aşkıyla dolu olan şairler sevgilerini satırlara nakşetmişlerdir.
Ka’b B. Züheyr meşhur “Kaside-i Bürde” sinde;
Gitti artık, çok uzakta ben ise izinde
Terk edilmiş bir vefalı köleyim yeryüzünde,
Dediler ki: “Peygamber idam ettirir seni”
Dedim: “Adalet parlar o hakkın yıldızında”
Sana Kuran’ı veren Allah için yarlığa
Ki ne hikmetler çiçek açar O’nun lafzında
Geriye dönmek yoktur, göğüsten vurulurlar
Dalgalardan yılmazlar şu ölüm denizinde…
Sözü, söz ustası Fuzulî'nin çokça tanınan Su Naatından iki beyit,
"Suya versün bağban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzare su
Ârızın yâdıyla nem-nâk olsa müjgânım n'ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su"
Hassan B. Sabit El-Ensârî: "Şâ'iru'n-Nebî" (Hz. Peygamber'in Şairi) unvanıyla meşhur olmuştur. Hz. Peygamber'i methettiği güzel şiirlerinden birkaçı şunlardır:
"Bize şanlı bir peygamber geldi
Umutların olmadığı, peygamber gelmediği
Yeryüzünde putlara tapılan yıllardan sonra
Geldi ve aydınlatan kandil oldu
Doğru yola ileten, pırıl pırıl parlayan
Keskin kılıcın göz kamaştıran parlaması gibi...
Ateşe karşı bizi uyardı,
Ve cennet müjdesi verdi
İslam'ı öğretti bize
O yüzden hamd ediyoruz Allah'a
Ey halkın tek ilahı!
Sensin benim Rabbim ve Yaratanım.
Buna şehadet ederim ben,
İnsanlar arasında yaşadıkça."
Hassan b. Sabit; Hz. Peygamber'i güzellik, şirinlik, incelik, güzel ahlak gibi pek çok niteliklerle övmüştür. Şu iki beyti asırlarca gönüllerde yer etmiş, dillerden düşmemiştir:
"Akla sen gelirsin güzel deyince
Senden daha şirin doğmadı bence
Bütün kusurlardan arıtılmışsın
Sanki yaratıldın kendi gönlünce."
Ayrıca; El’A’şa’l Ekber ve Ebu Talib’te efendimize şiir yazarak üstün özelliklerini dile getirmişlerdir.
Süleyman Çelebi ise “Mevlid” inde;
Merhaba ey sırr-ı Furkan merhaba
Merhaba ey derde derman merhaba,
Ey gönüller derdinin dermanı sen
Ey yaratılmışların sultanı sen
Çünkü nurun Ruşen etti âlemi
Gül cemalin Gülşen etti âlemi
Ya Habiballah bize imdad kıl
Son nefeste lütfun ile şad kıl
Tasavvuf Edebiyatında Yunus Emre Hz. Peygamberin (s.a.v) âşığıdır. O’nun adına bakınız ne güzel naatlar-ilahiler yazmıştır.
Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Gel şefaat eyle kemter kuluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Yunus Emre Hz. Peygamberin hasretini şöyle dile getirmektedir.
Araya araya bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed canım arzular seni
Rahmetli Ali Ulvi Kurucu; “Ruhum Sana Âşık” isimli güzel naat’ıyla bizlere Resullullah sevgisini ne güzel anlatıyor.
”Ruhum sana âşık, sana hayrandır efendim
Bir ben değil âlem sana kurbandır efendim
Doğ kalbime bir lahzacık Ey nûr-i Dilârâ
Nûrun ki, gönül derdime dermandır efendim.”
İsmet ÖZEL
Özel, yazdığı naat ile bir yandan çağımız insanının çıkmazlarına göndermelerde bulunurken diğer yandan da Asr-ı Saadeti bir çıkış yolu olarak okuyucularına hatırlattı.
(Bir Yusuf Masalı'ndan)
Naat
(...)
Kimseden bir işaret gelmeyecek
Bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa
Söylemez kimse size dünyadaki ömrü boyunca
Hiç bir insana yan bakışı olmayan kimdi
Kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
Öğretmek için cephe nedir
Kıyam etti
Torunu kucağında
Dönünce bütün gövdesiyle döndü
Bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda
Bir bilinebilseydi
Nedir veçhe.
Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
Omzunuzdan vaveylâ heybesini atın
Boşa çıksın reislerin, kâhinlerin, şairlerin kuvveti
Güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
Neydi söğüt gölgesinde gülümsemek
Ağız dolusu gülmeden taşlıkta.
Sezai KARAKOÇ
Modern Türk Edebiyatında peygamberlik temasını en çok işleyen şairdir. Genelde peygamberler ve peygamberlik onun satırlarında çokça göze çarpar. Sezai Karakoç’u bu alanda farklı kılan bir özelliği ise, naat başlığını kullanmadan yazmış olduğu naat türü şiirlerin varlığıdır. Bu da naat türünün modern şiire içkin bir kaynak haline gelmesi anlamını kazanır ki, türün tarihsel süreç bağlamında önemli bir dönüm noktasıdır.
Küçük Naa't
Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi?
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri
Aklım yeni bir akıldır çiçeklerden
Mantığım mantığın üstünde yeni
İçimde Nuh'un en yeni tufanı
Dünyaya ayak basıyorum yeniden
Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyor
Ben yeni doğmuş bir çocuk gibi
Herkesin konuştuğu dilden mahrum
Ama yepyeni bir dil konuşmanın sevinci
Bütün deniz kıyılarında seni anmalı
Sen buzulların erimesi eskimoların ısınması
İkinci sokaklarda bandolar mızıkalar
Yaklaşan çok yaklaşan muhteşem bir gün var
Bütün yollarda zafer takı
Eriyen kar derin denizler katafalk.
(...)
Şair Cengiz Numanoğlu da Naat’ında;
Arş'ın kubbelerine, adı nûrla yazılan,
İsmi; semâda ''Ahmed'', yerde ''Muhammed'' olan,
Yedi katlı göklerde, Hâk Cemâli'ni bulan,
Evvel-Âhir yolcusu, Yâ Hazreti Muhammed.
Sağnak nûr yağmurları, inerken yedi kattan,
O gece, Sendin gelen, ezel kadar uzaktan,
Melekler, her zerreye, müjde verirken Hâkk'tan;
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
Şair Nurullah Genç: “Yağmur” isimli muhteşem şiirinde Allah Resulünü ne güzel anlatıyor;
”Var edenin adıyla insanlığa inen nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerden arındırır bir yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır abı-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kâinat
Yağmur, seni bekleyen bir taşta ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuşta ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakışta ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakışta ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaşta ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.”
Yaman Dede “Dahilek Ya Rasulalah” adlı Naat’ında Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) olan aşkını şöyle dile getirmiş;
Gönül hûn oldu şevkinden, boyandım yâ Rasûlallah,
Nasıl bilmem bu nîrâna, dayandım yâ Rasûlallah.
Ezel bezminde bir dinmez figândım, yâ Rasûlallah,
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasûlallah.
Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen,
Muazzam bir sehâsın sen, dilersen rehnümâsın sen,
Habîb-i Kibriyâsın sen, Muhammed Mustafâ’sın sen,
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasûlallah.
Gül açmaz, çağlayan akmaz, ilâhî nûrun olmazsa,
Söner âlem, nefes kalmaz, felek manzûrun olmazsa,
Firâk ağlar, visâl ağlar, ezel mesrûrun olmazsa,
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasûlallah.
Hasan Basri ÇANTAY “Canlara Canan Diye Sevdim” adlı şiirinde;
Sevdim seni Ma’bûduma cânân diye sevdim,
Bir ben değil âlem sana kurbân diye sevdim.
Evlâd-ü ıyalden geçerek ben ravzana geldim,
Ahlâkını medhetmede Kur’ân diye sevdim.
Kurbânın olam Şâh-ı Rusül kovma kapından,
Dîdârına müştâk olan Yezdan diye sevdim.
Mahşerde nebîler bile senden medet ister,
Gül yüzlü melekler sana hayrân diye sevdim.
Arif Nihat Asya “Seccadem Kumlardı…” diye başlayan meşhur Naat’ında,
…Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyada aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi...
Konsun – yine - pervazlara
Güvercinler, “hu hu” lara karışsın Aminler,
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler...
Hayrettin Karaman “Şemail” adlı Naat’ında
Ümmetin üstüne titreyen sensin
Müjdeci, uyaran, gel diyen sensin
Kulunu Allah'a sevdiren sensin
Geceyi gündüze çeviren sensin
Ey Hakk'ın şahidi yüzünü göster
Kul şehâdetinle tanınmak ister
Mustafa İslamoğlu “Takdim” adlı şiirinde;
Özlemekten yorulmuşum, kapında durdur beni,
Ucu sana dek ulaşan, bir zincire vur beni.
Beni çöllerden sorma ki, sonra Mecnun yerinir,
Aşksızlıktan taş kesilmiş, şehirlere sor beni.
Erdem Beyazıt: “Savaş Risalesi” nde, Allah’ın elçisini ne güzel anlatıyor;
“1400’e doğru” Güneşin Mızrakların ucuna takılıp Kaldığı Bir vakitte
Diriliş erlerinin yüreklerinden Yayılan Bir depremle Sarsılıyordu arz
Gerilmişti altımızda atlarımız.”
Âmin âmin. O Âlemlere Rahmet olarak gönderilen kutlu nebinin diriliş ordusunun liderinin ayağının tozu da biz olsaydık...
***