Şiir Şair Ve Edepsiz Edebiyat

Şiir edebiyatta bir ayrıntıdır. Aslolan edebiyattır. Edebiyat bizim kültürümüzde edepten kök salmıştır ve edepte imanın ve kültürün yaldızıdır. Edebini kaybedenin imanının ve kültürünün yaldızından sıyrılmıştır.
Görüyorum ki ülkemizde bu konuda saygısız bir şiir dili almış başını gidiyor ve bu yaşantıyla da adeta ruhlara hançer olup saplanıyor. Başkalarına saygı gösterince küçüleceğini zannedenler tatminsiz ve hastalıklı tiplerdir. Öz güveni olan şahsiyetli insan, beşeri münasebetlerinde saygıyı ve sevgiyi esas alır. Akıllı insan bilir ki, başkalarına saygısı olmayanın kendisine karşı da saygısı yoktur. Ve yine sayanın sayılacağını aklından çıkarmaz.
Şair denince ben Mevlana Karacaoğlan Yunus emre Ve bu yolda yürüyen şahısları örnek alırım. Çünkü eylemler yasak-serbest, haram-he-lal, meşru-gayr-ı meşru sınırlarını şiirde işlemiş, güzel-çirkin, iyi-kötü, makbul-merdut sınırlarında adeta beynimize kazımışlar. Edep ve saygı bir öğretim değil bir eğitim, yani terbiye işidir. Genellikle yalnızca öğretilip eğitilmeyenler, talimden geçirilip terbiyeden geçirilmeyenler arasından çıkar edep ve saygı özürlü kişiler. Bu gibilerden alınacak dersler de vardır kuşkusuz. Zata sormuşlar: 'edebi kimden öğrendin' diye. Cevap vermiş: 'Edepsizlerden.'

Şimdi şiir nedir bu işin üstatlarıyla paylaşalım:
Şiir kelimesi Arapçada ŞE-RE harflerinden oluşan bir kökten türemiş olup, bu fiil kökü yalın haliyle 'hissetmek, bilmek' manasına tekabül etmektedir. (Bkz. Kamus-u Arabî-Türkî el-Mevarid., Nevi Od Sarı, Bahar Yayınları.) Aynı kökten müştak olan 'şiir' kelimesine Türkçe sözlükler birinci mana olarak 'bilme, tanıma, kavrama, anlama ve idrak' karşılıklarını vermişlerdir. (Bkz. Büyük Türkçe Sözlük, 1) . Mehmet Doğan, şiirle iştikakı olan 'şuur' kelimesine aynı sözlüklerde birinci mana olarak 'bir şeyi anlama, tanıma ve kavrama gücü, anlayış, akıl' gibi anlamlar verilmiştir. Her iki kelimeyi Arapça kökeninden de yola çıkarak birlikte anlamlandırmaya çalışacak olursak, 'hissederek bilmek veya bildiğini hissetmek, ya da bildiğini niçin ve nasıl bildiğinin farkında olmak, kısaca bilme hissi' şeklinde anlamlandırabiliriz.

Görüldüğü gibi şiir ve şuur kelimeleri kökteş ve ikiz kardeş birer kelimedirler. Şiiri şuur ile şuuru da şiir ile tanımlasak yanlış bir tanım yapmış olmayız. Konumuza esas olan kelime 'şiir' olduğuna göre şiiri şuur ile tanımlamaya çalışmak daha münasip olacaktır. O halde şuur kelimesini biraz açmamız lazımdır.

Şuurun yukarıda, sözlüklerdeki karşılığı olarak verilmiş olan mana, kelimeye daha ziyade 'insan' merkezli ve zihinsel açıdan yüklenilen manadır. Biz bunu daha da genelleştirip 'evrensel' bir mana yükleyebiliriz. Bu durumda 'evrensel şuur' ile karşı karşıyayız demektir. Evrensel şuur, evrendeki her şeyin bir bilinç kapsamında, bir biriyle mütenasip, mutlak ve sınırsız bir ahenk içerisinde bulunduğu fikrinin ifadesidir. Gerçekten de gerek rasyonel ve bilimsel veriler, gerekse bütün kutsal referanslar, bu fikri daima destekler mahiyettedirler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de bu evrensel tenasüp gerçeği çokça işlenir. Pek çok ayetten sadece bir tanesini:

'O yedi göğü, birbiri üzerine tabaka, tabaka yarattı. Rahman’ın yaratmasında bir aykırılık, bir uyumsuzluk göremezsin, gözünü döndür de bir bak, bir düzensizlik görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevirt de yine baki Göz (aradığı bozukluğu görmekten) aciz, hor, hakir ve bitkin bir vaziyette sana dönecektir.'(Mülk:67,3-4)

Sağlıklı bir bakışla bakılıp değerlendirildiğinde, her şeyin bir hikmete bina edildiği ve yine eşyanın ve hadiselere vakıf olunduğunda her şeyin muazzam ve mükemmel bir intizama tabi bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu intizamın bir şuura tabi olduğu, bu şuurun da tek merkezli olması gerektiği aklın zorunlu bir çıkarımıdır. Bu şuur evrensel bir şuurdur ve insan da bu evrensel şuurun bir parçası olarak kısmi özerkliğe sahip bir varlıktır. Evrensel şuurun ona bahşetmiş olduğu bir takım yetenekler ve bu yeteneklerini tezahür ettirebilmesi için kendisine tanınmış kısmi serbestlik (cüzi irade) , bir bakıma onun evrensel şuur ile olan uyumunu test etmeyi amaçlar. Yani, 'şuur' kavramı 'insan' için düşünüldüğünde sadece evren ve evrensel gerçek ile olan uyumunun ifadesidir. Bu durumda insan, evrensel şuur ile uyumu oranında 'şuurî' bir varlıktır.

Şuurî varlık olmak demek, ait olduğu evrensel şuura nüfuz edebilmenin yanında, bir o kadar da evrensel şuuru kendi varlığına nüfuz ettirebilmek demektir. 'Bireysel şuur'un 'evrensel şuur' ile olan bu nüfuz ilişkisi, onun aynı zamanda 'şiirî' yani şiirsellik yönünü de ele verir. Bu demek oluyor ki, evrendeki her şey bir şiirdir, insan, bu ahengi yakalayabildiği ölçüde şairdir.

Asıl itibarıyla şiir yazılan bir şey olmadığı gibi, ahenkli söz söylemek de değildir. O, evrensel ahengin kendisidir. Bu manasıyla şiir, ancak okunan bir şeydir. Yüce Allah'ın 'oku! ' dediği de işte bu şiirdir. Bu manada şair ise, aklı ve kalbi ile evrendeki ahengi okuyandır. Her türlü sanat eseri de, bu okumaların beşeri alana yansımalarından ibarettir. Yani bunlar asla şiirin kendisi değildir. Sadece sanatçının okuduklarını insanlarla paylaşma arzusunun birer tezahürüdür. İnsanların galat olarak şiir dedikleri de, şair dediklerinin evrenden okuduklarını kelimeler ve ahenkli sözlerle resmetmeye çalıştığı dizelerden ibarettir. Şair denilenler okuduklarını dizelerle resmetmeye çalışırken, bir ressam renklerle, bir müzisyen seslerle, bir mimar taş ve diğer yapı malzemelerine verdiği düzenle, bir çömlekçi toprağa şekil vererek, bir bakırcı ustası çekiciyle vururken çıkardığı sesin ritmiyle, bir halı desencisi çizdiği desendeki simetriyle, bir genç kız çeyizini işlerken danteline yansıttığı geometriyle hep bu evrensel ahengi resmetmeye çalışır. Bir bilim adamının yapmaya çalıştığı da bunlardan farklı değildir. Neticede her biri kendi ilgi ve istidadınca, kâinat şiirinden okuyabildiği kadar bir şeyler resmetmeye çalışmaktadır. Her biri şuurunca, kendi okuduğu şiirin şairidir. Eğer şair, 'kendimle muradım kendimdir' tavrıyla hareket ediyor, kendisini evrensel şairden müstakil addediyorsa, bu gerçek şaire bir başkaldırıdır. Sözde şair, bu mağrur tavrıyla şairliğin özünden kopmakta, deyimin tam manasıyla 'özde şair' olmak yerine 'sözde şair”e dönüşmektedir. Artık şiir sadece bir 'söz”den ibarettir. Tabii ki bu şiirin şairi de 'sözde şair”dir. Bu şair kendi 'bireysel şuur”u ile 'evrensel, şuur' arasındaki karşılıklı nüfuz ilişkisini ortadan kaldırmıştır. Bu ise şairin 'şuurî' varlık olmasına bağlıdır. Şairin 'evrensel şuur”a ait olması onu 'evrensel şiir”e sahip kılar ki 'hakiki şair' işte odur; gerisi 'mütedair”dir. Kuran’daki Şuara(şairler) Suresi’ne atıfta bulunan söz konusu sureye de adını veren 'Şuara Ayeti 'ni öncesi ve sonrasına bakalım:

'Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, her günahkâr yalancıya inerler. O yalancılar (şeytanlara) kulak verip (biraz da kendileri katarak) çoğu(nlukla) yalan söylerler.

Şairler(e gelince) , onlara da hep azgınlar uyarlar. Görmez misin onları ki serserice her vadide gezerler. Ve onlar yapmadıkları şeyleri söylerler. Ancak iman edip salih amel işleyenler, Allah'ı çok zikredip (sözünde-şiirinde doğrudan ayrılmayanlar) ve uğradıkları zulme mukabil (sözleri ve şiirleri ile) galip gelmeye çalışanlar müstesnadır. (Onlara) zulmedenlere gelince, onlar da yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir.' (Şuara:26/221-227)
Ayette şairlerin şeytanlar ve yalancılarla birlikte peş peşe zikredilmesi ilginçtir. Şüphesiz ki burada kastedilenler bizim açıklamaya gayret ettiğimiz 'hakiki şairler” değildir. Aksine burada kastedilenler 'müteşairler' yani şairlik taslayanlardır. Onlar ki şuurdan mahrum, evrensel ahengi yakalayamamış, sadece ahenkli ve cazibeli sözler dizerek şair olduklarını zannederler. İstikametlerini ait olmaları gereken evrensel şuurun belirlemediği, önce kelimeleri ahenk oluşturacak şekilde mısralara dizip, sonra da ortaya çıkan dizelerde istikamet belirleyen, bu sebeple de kelimelerin ve mısraların esiri olan, esiri oldukları mısralarca şuursuz bir biçimde her vadiye sürüklenebilen, kendilerine uyan şuursuz kalabalıkları da beraberlerinde sürükleyen 'laf ebesi' kişilerdir onlar. Yine onlar, şiirlerini insanlar için evrensel şuura tercüman kılacakları yerde, yalancılıklarını, riyakârlıklarını ve kibirlerini gizleyen bir maske yaparlar. Kısaca onlar göründüklerinin aksine genellikle toplumla uyumsuz(bohem) , kendileriyle uyumsuz (melankolik) ya da kendi merkezli, kendini çok şey, hatta bazan her şey sanan (paranoyak) , her vadide dolaşan hayalperestlerdir.

İstisna tutulan şairlere gelince; onlar, iman, salih amel ve Allah'ı çok zikretmekle mücehhezdirler. Söyledikleri, dış cazibesinin dışında boş olan sözler değil, pratikte karşılığı olan şeylerdir. Onlar, önce söyleyip sonra da söylediklerini yapıyor ve yaşıyor hissi vermek yerine, önce yaşarlar sonra yaşadıklarını başkalarına örnek olmak için söylerler. Onlar laf olsun diye şiir söylemezler. Hayalî ve afakî sözlere itibar etmezler. Şiiri zihinsel bir tatmin aracı olarak görmezler. Şiir onları asla içe dönük bir hayalperestliğe yöneltmez. Bilakis onların şiirleri dışa dönük, hayatın gerçekleriyle paralel, pratik ihtiyaçların bir ürünüdür. Onların şiiri nefislerinin bir oyuncağı değil 'Hakkın keskin bir kılıcıdır. İşte, onların asıl şiirleri nüshaların çok ötesinde Hakk' ı hissedişleri, Hakk'ın şuurunda oluşlarıdır.

Edebiyat;
Anlam ve tanımından da anlaşılacağı gibi EDEP, aslen amele taalluk eden bir kavramdır. Kelime ve kavramların asaleti ait oldukları kökleri ve bu kökler ile olan anlam bağları ile ölçülür tezimizden yola çıkarsak, edebiyat kavramını da ciddi bir eleştiriye tabi tutmamız icap eder. Edebiyatı kök anlamından tamamen koparıp mücerret olarak 'güzel ve etkili yazı yazmak, yaldızlı sözler söylemek, mana ve kelimeleri uyumlu satırlar ve metinler döşemek, gerçeğe uygun ya da abartılı çeşitli anlatımlarda bulunmak' şeklinde düşünmek onu köksüz ve soysuz, asıl anlamından ve ruhundan uzaklaşmış bir laf yığınına dönüştürmek olur. Hâlbuki edebiyat, geldiği 'EDEP' kökü itibarıyla tamamen 'amelî' ve 'fiilî' anlamlarla yüklüdür. Edebiyatı, kökünden kopuk, düşünürsek, söyleyene ya da yazana bakmaksızın, söylenen ya da yazılan her sözü 'edebî', sahibini de 'edip' kabul etmiş oluruz. Hal bu ki ameli bozuk, ahlakı düşük, EDEB ve HAYÂDAN mahrum, nezaket ve zarafetten uzak nice kimseler vardır ki söyledikleri rağbet görmekte, yazdıkları yok satabilmektedir. 'Marifetin iltifata tabi olması' ahlaksızlığı ve edep-sizliği marifet kılıyorsa eğer, vasıflarını saydığımız kimseler toplumun en 'edip' kimseleri kabul edilmek lazım gelir.

Ayinesi laftır kişinin işe bakılmaz,
Bilinir rütbe-i edebi kişinin sözünden!

Ne kadar güzel ifade etmiş şair… Size ve tüm edepli şairlere saygılar sunuyor şiirlerimle bitiriyorum…
 

Hecenin Çığlığı

Şiirde aslolan ifade gücü,
Mihrabı belirsiz savruk his değil.
Manasız her hece tek tip görgücü,
Şiir idrak etmek ihtiras değil.

Hedefsiz tek şiir şiire zarar,
Kendince kendini şiirde arar,
Haberi yok amma ayarsızlık var,
Şiir münacaat, örf miras değil.

Uyak ahenk seyir, maksadı seçin,
Nerede ne zaman ne için niçin,
Şiir baş kaldıra belki aşk için,
Badeyi içiren maşuk, tas değil.

Şiir mavi yeşil belki renksiz mor,
Şiir benden beter ben şiirden zor,
Kaçtıkça arkamdan tam gün koşuyor,
Üç mısra eklemek şi’r tahmis değil.

Nazım yok ölçü yok, yok adet oldu,
Kametsiz sözcükler ibadet oldu,
Niyet ve fikirler istimdat oldu,
Lütufla gelir bu, ihtisas değil.

Suskun saat gibi zamana esir,
Hep beni kahretti gayretsiz nesir,
Azıcık kurcala kimler müessir,
Bir sürü cümleler müesses değil.

Şiir ses, aşk sesi gözyaşı erir,
Hep ahenk hep ahenk, renge renk verir,
Dirilir duygular tekrar yeşerir,
Dört mevsim oynanır, son piyes değil.

Sükût ve temaşa, tarifsiz henüz,
Çağıl çağıl, renk renk masmavi eşsiz
Şiire gözyaşı eklense sessiz,
Leyla’nın gözyaşı şiir ses değil.

Bakış duyuş ilham ve edebiyat,
Şiir akşamları kime emanet?
Tıpkı iklim gibi pek çok ihanet,
Hecenin çığlığı bana has değil.

10.09.09 Bursa
 

Ömer Ekinci Micingirt



Şair Dost

Şiirin bestesi güftesi nedir?
Gel hele kurbanım kızma gel hele.
Mısrada üslup sen yordam sendedir,
Duygusuz kaygısız yazma gel hele!

Her mısra her kelam edebe tabi,
Çark edip kin gütme bir dinle abi,
Ruhun tarumardır nefsin asabi,
Dur! Kendi kuyunu kazma gel hele!

Her işin gösteriş her halin tören,
Bilmem ki yok mudur nefsini gören,
Tükenir kepeğin kesmez testeren,
İlahi kuralı bozma gel hele!

Yeşert çorakları yeşert dünyayı,
Nakış nakış nakşet seyret semayı,
Sinelere dercet kutlu manayı,
Maniyi manasız yazma gel hele!

Sitemim sanadır sana Ekinci,
Şairler sarraftır şiirler inci,
En büyük şairlik kulluk bilinci,
Azap pek şedittir azma gel hele!

23.05.2005 Bursa Ö.E.Micingirt

http://www.micingirt.com/

 

Ömer Ekinci Micingirt

( Şiir Şair Ve Edepsiz Edebiyat başlıklı yazı ÖE.Micingirt tarafından 14.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu