İPİN ARDINDAKİ HAYAT
Yağmurun bereket olmasının palavraya dönüştüğü hayatın kıyısında yaşamanın verdiği acıyı haftanın yedi günü yaşamanın adı olacak öykümün bedeni.
Karanlık bastığında kendini aynada seyretme cesareti toplayan Hacı artık karanlık aynalarda bile kendini göremiyordu. Yıllarca onu kandıran yalancı ayna artık kandıramaz olmuştu. Aynada dahi kendine bir dost bulamayacak haldeydi.
Ev demeye şahit bulunamayan evin altındaki beş boğazın nadasa bırakılmış hali küfe sahibi Hacı’yı derinden sarsmaya yetiyordu. Modern ve güçlü Türkiye’nin zengin beldesinde nadasa neden acaba ihtiyaç vardı? Hani güya verimli mevsimin kıyısında geçiyorduk. Neden verimli mevsimde boğazlar karasal iklimin ikileminde kalıyor diyordu kendine Hacı Efendi. Ya Hacı’da bir sorun oluyor ya da onun dışında oluyordu. Sorun kimde oluyorsa olsun sonuç değişmeyecektir. Çünkü altı boğaz nadasa bırakılmış bahar mevsiminde.
Günlerdir küfe yas tutmuş sanki. Yerdeki küfeye gözü takılan küfe efendisi Silvan semasına bakarak zıtlıkları içinde barındıran sürrealistleri çıldırtan muhasebesiyle ruhlar âleminin son doruğunda sıtma geçiriyordu. Üç artı bir ile devleti sevindiren Hacı’ya neden devlet sırt çevirmişti acaba? Üçü dörde tamamlayan mühendis Hacı Efendi yapıtlarını koruyamama ezikliğini “üç”ün sevdalılarına sessizce(!) haykırıyordu.
Bu akşam da iftar kuru ekmeğin suya hasretiyle açılmıştı. Anneleriyle zorunlu açlığa tabi olan dört çocuğa Adalet Kapısının Memuru Ömer yetişmiyordu. Ömer’in Dicle nehri kenarında ayağı kırılan kuzuya gözyaşı dökmesini kendine güya şiyar edenler neden Dindaşları Hacı’nın açlıktan kokan nefesinden habersiz kalmışlar. Evdeki kuru ekmeğin varlığı bu iftardan sonra yerini yokluğa bırakacağı sinyalini veriyordu. Bu sinyali derinden derine hissediyordu evin reisi.
Hacı’yla yaşam boyu varlıkta-yoklukta aynı yastık anlaşmasına bağlı kalan evin annesinin gözlerinde ilk defa okunuyordu bu yokluğa isyan. Evin annesinin gözlerinde okunan isyan evin direğine değildi sadece. Nadasa bırakılan boğazların bulunduğu meskenin; Müslüman bir beldede olmasıydı bu isyanın nedeni.
İslam dininin müşerref olunduğu bu ayda, namazın miraçta emredildiği bu ayda, boğazların Allah rızası için nadaslandığı bu ayda güya Allah rızası için ibadete hemhal olan bu beldede zorunlu açlık sınavına girmekti annenin isyanı. “Kendisi tokken komşusu aç olan bizden değil” anlayışının fertlerinden meydana gelen bir toplumda aç kalmayaydı isyanı.
Hacı, bu isyanlı gözleri unutabileceğini sofrada düşündü bir anda. Bir anlık düşüncesinin tam ortasına atom bombası şiddetiyle düşen dört bedendeki gözler Hacı’yı tekrar yıkıma uğrattı. Onu asıl yıkıma uğratan olay; topluma isyan bayrağı açan evin suskun isyankârı olan annenin dilinden dökülen sözlerdi:
Artık dayanamıyorum. İsyanım sana değil, bunu bil. Belki acizlik dersin, belki korkaklık dersin, ne dersen de ben artık dayanamıyorum. Dinimizde günah da olsa benim kurtuluşumun tek çaresi: İntihar. Sen hastasın, sen güçsüzsün, sen işsizsin, sen kimsesizisin; çünkü sen fakirsin. Seni belki bu sıkıntılı yolda yalnız bırakıyorum; ama artık dayanamıyorum.
Büyük bir suskunluktan sonra Hacı’nın kalbinin ortasından üç kan söz aktı: Yapma hayat arkadaşım, yapma çocuklarımın annesi, yapma yaşama arzum; sen gidersen biz öksüz bir başımıza ne yapacağız. Yapma; yıkılan bu kalbi harap etme. Fakirsek de onursuz değiliz. Fakirsek de namussuz değiliz. Ama intihar edecek biri varsa o da benim.
İlk defa Hacı, hayat arkadaşıyla bu kadar samimi ve açık konuşuyordu. Her iki canda gözyaşı seli meydana gelmişti. Özellikle erkeklik onurun yok olmasında doğan manevi havanın ezikliği gökyüzünde meltemli geceye şimşek çaktırmıştı.
Bu konuşmaların sabahında hasta bedenine yüklediği küfe ile yollara düşen Hacı çarşıda pazarda sanki herkes anlaşmışçasına küfesine bakan çıkmıyordu. Bu küfe eve on beş yirmi gün boş gelip gitti.
Konu komşunun getirdikleriyle geçinen boş küfenin sahibi artık iş yapamamanın verdiği yorgunlukla eve geliyordu.
İftara on dakika kalmıştı. Açtı, susuzdu. Bu açlık ve susuzluğa on dakika kalmıştı. Karşısında duran eşine: Yemekte ne var sorusuna…
__ “Yemek yapacak bir şey yoktu, yemek yok.” Cevabıyla beyninde vurulan Hacı birkaç gün önce eşinin yapmak istediği eylem aklına geldi. Bu eylem içinde bulunduğu durum için tek kurtuluş yolu olarak göründü. Aldığı cevapla sessizce yatak odasına çekildi. Sessiz gemiyle liman değiştirmenin zamanı gelmişti. Yolculuğun tüm soğukluğunu vücudunda hissediyordu. Derin ve sessiz son yolculuğuna çıkmadan önce odadan çıkıp sessiz bir sevginin ruh haletiyle çocuklarına baktı. Ve bir daha çıkmamak üzere yatak odasının kapısını kapattı.
İftar zamanını haber veren Ulu Cami imamının o Bilali sesiyle iftarını su ile açan evin annesinin gözü birden Hacı’yı aradı. Ama nafile.
Hacı, Hacı, Hacı…
Hacı’nın ölü bedenin evden çıkmasıyla bütün Türkiye bu utanç tablosunu gördü utanarak.
Ne oldu:
__ Hacı’nın dramının DHA'nın haberiyle gündeme gelmesinin ardından Silvan Belediyesi tarafından aileye şeker, zeytin, makarna, margarin ve un gibi kuru gıda yardımında bulunuldu!
__ Türkiye’nin dört bir yanından arayan yardımseverler de Merhum’un ailesine yardım etmek için girişimde bulundu!
__ Merhum, ailesinin yaşadığı Bağlar Mahallesi sakinleri de aralarında topladıkları 1500 TL’lik yardımı eşine teslim ettiler.
__ Eşinin intiharının ardından aylık 100 TL kira ödedikleri evde çocukları ilköğretim okulu 4’üncü sınıf öğrencisi Sadaka (11), bu yıl okula başlayacak Ayşe (7), Ahmet (5) ve Abdülhamit (1) ile baş başa kalan anne (37), büyük üzüntü yaşıyor.
Anneden son söz: “İftar saatinde eşimi iple tavana asılı halde bulduk. Ben ve 4 çocuğum bunları gördük. Yanımızda kimse yoktu. Şimdi de yanımızda kimse yok ve hem ben hem çocuklarım içeri girmeye korkuyoruz. Çocuklarım içeri girdiklerinde bağırıyorlar. Babalarının ipe asılmış halini gördüklerini söylüyorlar. Ben de aynı şeyleri görüyorum. Kimim kimsem yok. 4 çocuğumla ortada kaldım. Eşimden bana kalan tek hatıra duvardaki fotoğrafı oldu.”