- Tuncay Bilen ' e -


/ Önce yükseldi, sonra kısıldı sesim /

İki vakitli bir türküydük, giderken yarım bıraktığın.
Farkına vardın değil mi, girerken o çukura
geride bıraktığın sesimin canım acıtıldığında
ne kadar da tiz çıkabileceğini, Temmuz sıcaklarında.

Dışında bırakıldığımız bir oyunun
niye korkardık bilmem ki egemenlerinin gücünden.
Korkuyu ti’ye alarak mı aldık intikamını kaybedenlerin
bu oyunun kazananlarından…
Bundan mıydı Tuncay, kahkahalarımızın gürlüğü
ve gücü yüceltenlerin bizden iki kat korkması
Bundan mıydı ki be güzel kardeşim
adım bile atmadığın cami avlusunun, sen giderken
bu gün, senin için dolup taşması?

Ne çok zulamız vardı bizim
körpecik ciğerlerimizi dumanla doldurup
bodrum katlarında el yazılarımızla pankartlar hazırladığımız
ve basılıp basılıp, biz yazmadık diye yemin billahlar ederek
kafamızı gözümüzü kırdırdığımız.
O gecelerde içilen çayların tadını bir daha hiç alamadık
neydi ki bizim dem diye demliğe kattığımız?

Kötü çocuklardık biz be Tuncay…
Gece yarıları evden kaçıp hırsızlık yapmadık evet ama
üçün beşin kurşunlarla delik deşik edildiği
her duvar dibine nasıl da aşinaydık.
Gökkuşağı rengine kin ve korku sürülmüş zamanlardı
normaldi, diyeceksin sen belki şimdi
ancak ben hatırlamıyorum çaldığımız hiç bir kapının
açılmadığını ya da yüzümüze kapatıldığını?
Yanakları al al iki tombul çocuktuk işte sonuçta, değil mi?

İnanamıyorum, diyordu Nazan öğretmen
gözyaşlarında kavuşmaları çürütürken.
“İnanamıyorum öldüğüne! ”
Bense ilk defa inandım galiba bu gün
ölümün hiç de son olmadığına…

Çoğunu tanıyamadım sana gelen misafirlerin
yanımda olsan isimlerini yine tek tek kulağıma sayardın
beni mahcup etmemek için…
Seni kıskandım bu gün, gururlandım evet
ama biraz da kıskandım, biliyor musun?
Ne çok kişide merhaban kalmıştı ve sen gidebiliyordun…
Okuldan erkekler vardı gelenler arasında
ve her birisi bacımız kızlar.
Bizim hiç sevgilimiz yok muydu Tuncay?

Eylül kokusu vardı sesinde insanların
Otuz yıl kadar sonrasında bile bakışlarında Eylül kokuları vardı.
Gülüşünün sıcaklığı vururken resminden yüzümüze
titrek bir kumaş gibi o sevecenliğin aktı yüreğimize.
Bu defa başardın kardeşim, bir kaç saatliğine de olsa başardın
bu gün, sen o sisler bulvarından hepimizi tuttun çıkardın.

Hatırlıyorsun değil mi, ne çok sarhoş olup
deli poyrazlar gibi içimize akıttığımız göz yaşlarımızı?
Değişen sokaklar ve yüzlerdeki avareliklerimizi
ve çektiğimiz bayrakların direkleri yıkılırken bir bir
türkülere medet diye sarıldığımızı, unutmadın değil mi?

Söyle be hadi deli boran, nerdesin şimdi!
Gözyaşlarım gözüme dökülüyor, görmüyor musun sahi?
Bu Temmuz başımıza bela mı be bizim, niye sevmiyor bizi!
Sensiz nasıl çıkacak içimizde yaktığın ateşin dumanı isi?

Anladım artık hoşça kal demenin zorluğunu
sen gidip, ben kalırken kara şafaklara meyilli bir dünyada
anladım, tamam; peki!
Gece kanatlanırken salkım söğüt yapraklarında
kırlangıç olup yön bulmanın zorluğunu anladım
İyi de Tuncayım, bizim iddiamız bu değildi ki!

Tuncay,
son söz nasıl söylenir ben bilmiyorum abi.
İsli bir tavada pişirip, bir baş soğanla önüme koyduğun
ve doymadığım, doyamadığım etin tadı gibi hatırlıyorum ben seni
Zamanın benden çalıp, seni de içine aldığı bir oyunu
sanki bensiz oynuyormuşsunuz gibi siz şimdi.
Gülüyormuşsunuz gibi ulan işte bensiz
o kirli tavayı silip süpürmüşlüğüme, ikiniz de
gülüyormuşsunuz gibi…

Sen istiyorsan tek başına söyleyerek git şimdi.
Benim sesim gitti Tuncay, benim sözüm bitti.
İki vakitli türkünün sonu sayende geldi.

Korsan gösterilerde yer yer tizleşse de sesim
Kalınlaşıp, sonra kısıldığını tek bilen sendin
ki insanın içinden tutuşan bir ateşin
yağmurla söndürülemeyeceğini de bilirdin.
O an, yağarken son defa İstanbul semalarından
sırf beni susturmak mıydı bilmem niyetin…
Susturdun be Tuncayım, susturdun.
Bir türkü de sen yaktın ki kül kokulu yüreğimde bu gün
sonra sen bile söndüremedin...

 
.........................................................................................................
02 Temmuz 2011’de, bir yangında o bırakıp gitti, tıkanan ciğerlerimize.



 
( İki Vakitli Bir Türkü başlıklı yazı HimmetAYGÜT tarafından 7.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu