Düğün hazırlıkları namluların gölgesinde tüm hızıyla devam ediyordu. Sağ sol olayları tüm şiddetiyle sürüyordu. Düğün salonu tutmak riskli olduğu için mahalle arasında boş bir arsaya asılmıştı düğün bayrağı… Büyükçe bir çadır kurulmuştu misafirlerin yemek yemeleri ve oturmaları için. Davullar zurnalar çalıyor, halaylar çekiliyordu. Akşam belirli bir saate kadar müsaade verilmişti. O saatten sonra tüm eğlence duruyordu. Arada bir polis ya da asker gelip kimlik kontrolü yapıyor, zabıt tutup gidiyorlardı.
Hasan, Ayşe ile evlenmek için Almanya’dan memlekete gelmişti. Amcasının kızı Ayşe de Almanya da yaşıyordu. Düğün sonunda tekrar Almanya’ya döneceklerdi. Ortalık çok karışıktı. Her gün birçok insan ölüyordu suçlu, suçsuz. Bir an önce düğünü bitirip geri dönmek istiyorlardı.
Bu gün gelin alma vardı. Arabalar toplanmıştı. Mahalle civarında kısa bir tur atılacak ve gelin eve indirilecekti. Amcasının evi ile Hasanların evi yan yanaydı.
Her şey yolundaydı. Öğleye doğru gelin alma merasimi tamamlanmıştı.
Dini nikâh kıydırılmak üzere gelen hocayı Hasan ve kardeşi evine bırakmak için arabayla evden çıkmışlardı.
Aradan saatler geçmesine rağmen henüz dönen olmamıştı. Derken Hasanın kardeşi kan ter içinde eve geldi. Korkudan tir tir titriyordu. Hasan’ı tutuklamışlardı. Hemen en yakın karakola koştular. Biz de böyle bir tutuklu yok denildi. Bir başka karakola gidildi orada da yoktu. Nereye götürülmüştü beli değildi?
Bir polis hallerine acıdı ve sigara kâğıdına “kapalı spor salonuna bakın” diye bir not yazıp gizlice ellerine tutuşturdu. Sıkıyönetim komutanlığınca tutuklananlar spor salonuna götürülüp sorgulanıyordu. Koştular oraya. Ama ne mümkün kimse içeri alınmıyordu. O esnada askeri bir araç durdu salonun kapısına. İçinden bir subay indi. Askerler selama durdular. Hasan’ın babası ok gibi fırladı kalabalığın arasından ve avazı çıktığı kadar bağırdı:
-Komutanım çocuğumdan haber alamıyorum. Hasan Şen. Buraya getirilmiş. Allah rızası için bir şeyler söylensin.
Komutan gayri ihtiyari baktı adama. Haline acımıştı. Ancak nöbetçiler adamı yaka paça uzaklaştırmaya çalışıyordu. Komutan gürledi:
-Bırakın adamı gelsin.
Hasan’ın babası ile komutan içeri girdi. Kapıdakiler merakla bekliyordu. On beş dakika sonra kapıda göründü yaşlı adam. Bitkin bir şekilde kendini bekleyenlere doğru yürüdü.
- Hasan’ı gördüm. Ama sorgulanmadan bırakmayacaklarmış.
Annesi feryat eden bir sesle
- Ne yapmış ki benim oğlumu aldılar içeri?
- Kimse bir şey bilmiyor.
- Yarın savcı sorgulayacakmış…
Ertesi gün olmadı. Zaman donmuştu sanki. Takvimler 12 Eylül’ü gösteriyordu. Donan zaman ne zaman çözülürdü kim bilir? Artık silahlar susmuş, kılıçlar kınına girmişti. Artık sokak ortasında gençler ölmüyordu.
Herkes kurtulduk sanmıştı kargaşadan, kavgadan, kaostan… Ancak beklendiği gibi olmamıştı. yeni bir kaos vardı, kargaşa vardı. Sokağa çıkmak yasaktı. Hak aramak yasaktı. Günler geçtikçe acılar derinleşiyor, günler kararıyordu. Eylül her zamanki gibi yağmur getirmiyordu. Bulutlar kurumuştu ama gözler hüzün yağmurlarını sağanak sağanak akıtıyordu kâh içeri kâh dışarı…
Gençler sokak ortalarında değil darağaçlarında can veriyordu. Bir sağdan bir soldan… Suçu sabit olsa da olmasa da…
Günler günleri kovaladı. Dışarıdakiler günleri saya dursun içerde Hasan ve Hasanlar anları sayıyordu. Anlar geçmiyordu. Yıl gibi uzuyordu adeta.
Bir isim benzerliği yüzünden işlemediği bir suçun faili olarak eline tutuşturulan itirafları imzalaması isteniyordu. Hasan direniyordu imzalamamak için. O direndikçe direnci kırılana kadar dövülüyor, çırılçıplak soyuluyor buz gibi bir havada dışarı atılıyor, üzerine su püskürtülüyordu. Hele “ben bir şey bilmiyorum. Ben Almanya’dan yeni geldim. O gün düğünüm vardı” deyince karşısındaki ses daha bir kuduruyor “yeni damadı gerdeğe hazırlayın” diye böğürüyordu. İşte o zaman tenasül uzvundan elektrik veriliyordu.
Dışarıdakiler ise ayda bir görebiliyorlardı Hasan’ı… Beni kurtarın diye yalvarıyordu Hasan, tıpkı diğer Hasanlar gibi, Mehmetler gibi…
Sonunda bir yolunu buldular. Dosyası öne alındı. Tutukluluğunun altıncı ayında mahkemeye çıkacaktı. En iyi avukatlar tutulmuştu.
Mahkeme Allah’tan insaflıydı. Hikâyesine inandı. Şahitler dinlendi. Uçak biletleri, Almanya Konsolosluğundan çalıştığı yer, yurt dışına giriş ve çıkışları ortaya konuldu.
Olayın görgü şahitleri o Hasan bu Hasan değildi dediler. Onlar hasımlarını tarif ettiler. İşin iç yüzü anlaşılmıştı. Aranan Hasan Şen başka bir Hasan Şendi. İşin ilginci o da tutukluydu. Ama o da mahkemeye çıkarılmayı bekliyordu.
Hasan tahliye olmuştu. Ama içeri giren Hasan 90 kg cüssesiyle aslan gibi biriydi. Dışarı çıkan Hasan ise 45-50 kg ağırlıkta maraz bir Hasan’dı. Gece bağırarak uyanan, dışarı çıkmaktan korkan, askerden polisten kaçan bir Hasan vardı artık.
Düğün dernek işi hiç gündeme gelmedi, gelemedi. Hapiste yaşadığı “gerdeğe hazırlama” seansları onu ömür boyu gerdeğe giremeyecek hale getirmişti. Eşini kaybetmişti.
Hasan hemen Almanya’ya götürüldü. Çalıştığı fabrika başına gelenleri biliyordu. Ancak Hasan’ın çalışacak durumu da yoktu. Bu halde onu çalıştıramayacaklarını söylediler. Eşinden sonra işini de kaybetmişti.
Doktorlara götürüldü. Yaşadığı travmaların izleri kaç Eylül daha sürecekti kim bilir.
Eylülde yaşanan bu acımasız hazan, nice baharları soldurmuştu. Hasan da aradı ömrü boyunca Eylülde kaybettiği baharı. Hasanlar da aradı, aradı ama bulamadılar. Ama yaşamayanlar anlamadılar Eylülleri, Eylül’de kaybolan baharları…
17.09.2011 / 23:00 / Çorum