Sanatkâr; "alelâde"den " mükemmel"e kapı aralamakla
kalmayıp, onu tahakkuk ettiren adamdır.
Şâir; kelimenin beynine nüfûz eden ve ruhuna hükmederek, onu, istediği
bediî istikamete götüren ve kullanan "dil ustası"dır. Bu mânâda dil;
şâir için bir vasıtadır ammâ "Atın, binicisine göre şahlandığı gibi"
, dil de kullanıcısının elinde şahlanır. İşte; " beyine nüfûz" ve
" ruhuna hükmetme" budur.
Şâir; kâinatta, dili en " hür" kullanabilen insandır. En
coşkun hislerin ve en derin düşüncelerin tercümanıdır. Bu noktada; dil, basit
bir vasıta olmaktan çıkar ve üzerinde" en coşkun hislerle, en ulvî
düşüncelerin" yüzdüğü bir ummân hâlini alır.Dolayısiyle, sâdece âhenkli ve
düzenli mısralar kurmakla kalmaz, içe doğru yol alır.
Şiirde düşünce; dilde yeni bir esneklik bulmalıdır. Böylece dil, şâirine
göre yâni şâirin üslûp hususiyetlerine göre, kendini olduğunun "
dışında" bulur. Yâni, olduğundan daha fazlalaşır-genişler. Ancak, tek bir
şart vardır ki, bayağılaşmaz; tâbiri câizse, küçülmez-alçalmaz.
Düşüncenin "söze yazılması" olan bu üstün idrâkte dil, sâdece
basit bir vasıta olarak görünür. Kendini bir takım derinlikler içinde
kaybettirir. Böylece, şâir de, kendine mahsus " dili" ni meydana
getirir. Bu ise; şâirin şahsiyetidir, hüviyetidir, kendisi olmasıdır. Şiirde
dilin ehemmiyeti ve vazgeçilmezliği buradadır.
Roman, hikâye, tiyatro veya denemenin dili, şiir dilinden
farklıdır.Ondaki dil, mutlaka harikulâde sezişli, ince fikirli, zarîf ve yerine
göre de nükteli, dondurucu, coşturucu, düşündürücü ve alıp götürücü olmalıdır.
Nesirde, bunlara bu kadar ihtiyaç yoktur.
Her türlü açıklamaya/ şerhe/ îzâha açık olmalıdır. Yâni, herkesi bir
başka cihete çekebilmeli, başka başka hususları düşündürebilmelidir. Darlıktan
kaçmalı, kelimenin yüklendiği " alelâde mânâ " kaybolmalıdır.
Şâyet şiir, hissin ve fikrin müşterek olarak hür bir şekilde terennümü
ise, -ki gerçek şiir böyledir - âhengin, bütün iç yapıyı ihâta ederek ruhu
tezyîn eden güzelliğiyle donanmalı, donatılmalıdır.
Hazret-i Mevlâna, Fîhi Mâ-Fîh’inde şöyle buyuruyor:
"İnsanın sözü, başkası içindir, kulağıysa kendi için. Eğer,
"söz"ün ayârı iyi yapılırsa hem dil mes’ut olur, hem de kulak."
Bizde, şiir adına nükte, hattâ hikâye veya masal yazanlar, maalesef,
san’atın özünden sapanlar olarak başka piyasalara hitap etmektedirler. Kısa ve
öz anlatım diye nükteyle şiiri karıştıranlarla, kelime yığınını şiir sananlar,
bu vâdinin kalpazanları olarak elbette -er veya geç- kayda geçeceklerdir.
Muhakkaktır ki, her millî kültürde tortular, curuflar ve hurdalar vardır.
Türk kültürüne yâni diline, dinine, târihine, an’anelerine ve millî ülkülerine
hakaret edip başka kültürlerin himâyesinde onları methedenlerin , bu dili
-Türkçe’yi- Türk şiiri adına kullandıklarını söylemek zordur.
Kabukta - satıhta ve özde, müstehcenle iştigal eden bilcümle mısra
tarzındaki inşâlar da böyledir. Zîrâ dil, mensubu olduğu milletin "
şuûru" dur.
M.Halistin KUKUL